STK’lerin Rojava Kadın Devrimi ile İmtihanı (1) 2024-08-30 09:08:22     “ABD’nin Ortadoğu’yu işgaliyle birlikte binlerce STK mantar gibi bitmiş, toplumsal muhalefeti bu kurumlar temsil eder hale getirilmek istenmiştir. Tam da liberal aklın bir taşla onlarca kuş vurma yaklaşımına uygun biçimde STK’ler devletin sosyal hizmet sorumluluklarını, vergi indirimi karşılığında zenginlerin kurduğu vakıflara yüklemiştir.”   Zeynep Beydağı   Bu yazıyı yazmaya çalışırken aslında yazabileceğim birçok şeyin Hindistanlı, Afganistanlı, Filistinli, Latin Amerikalı ve Afrikalı devrimci kadınlarca zaten çok önceden yazılmış olduğunu gördüm. Demokratikleşme, kadınların özgürleşmesi ve ekolojik yıkımı önlemeye dair devrimci söylem ve örgütlenmelerin kapitalizmin yeni birikim tarzı ile uyumlulaştırılması çabaları uzun zamandır farkında olunan bir gerçeklik. “Devrim finanse edilemez” (INCITE! Women Of Color Against Violence kolektifi tarafından yazılan kitabın ismi.) diyerek uluslararası kuruluşların devrimci kadın çalışmaları üzerindeki etkisini analiz ederek kendi öz gücüne dayalı örgütlenme üzerine tartışma yürüten birçok kesim bu konuda net bir tutum almış durumda. STK’ler 1980’li yıllarda devreye giren, 90’larda yaygınlaşan ve 2000’li yıllarla birlikte patlama yapan bir karakter kazanmıştır. ABD’nin Ortadoğu’yu işgaliyle birlikte binlerce STK mantar gibi bitmiş, toplumsal muhalefeti bu kurumlar temsil eder hale getirilmek istenmiştir. Tam da liberal aklın bir taşla onlarca kuş vurma yaklaşımına uygun biçimde STK’ler devletin sosyal hizmet sorumluluklarını, vergi indirimi karşılığında zenginlerin kurduğu vakıflara yüklemiştir. Fakat yine aynı aklın kurnaz planı ile bu işleri yapmada toplumdaki sol, sosyalist, feminist, ekolojist, insan hakları ve demokrasi yanlısı kesimlerin düşünceleri, emekleri ve yaratıcılıkları sömürülmüştür. Adeta toplumsal muhalefet neoliberal politikaların taşeronu bir pozisyona düşürülmek istenmiştir.    Kadınların son sömürge gerçekliği   “21. yüzyıl kadın devrimlerinin yüzyılı olacak” tespitine belki de en iyi hazırlanan ve bu devrimin dayanaklarını ortadan kaldırmanın planlayıcısı olan BM’ydi. Artık bugün dünyadaki hiçbir çatışma ve hak ihlalinde ağırlığı, sözü olmayan BM bünyesindeki kurumlar konu kadınlar olduğunda giderek yoğunlaşan bir ilgiyle sürekli yeni planlamalar ve stratejiler devreye koymaktadırlar. Kadınların son sömürge gerçekliği biraz da burada yatıyor. Kadınların ekonomik özgürlük talebi kadın emeğinin sömürüsü için yeni sahaların açılması ile ikame edildi. Egemen erkekliğe, ataerkil aileye, şiddete karşı mücadele sığınaklar, psikoterapiler toplumundan ve yaşadığı coğrafyadan kurtulmaya odaklanan bir sürece evirildi. Yani sömürge ya da ezilen toplumların kadınları o toplumun erkeklerinden, kültür ve toplumundan “kurtararak” modernleştirme bir özgürlük stratejisi olarak devreye sokulmaktadır.    ABD bizi Talibanizm’den STK’cılığa itti   RAWA aktivisti Miryam aşağıdaki sözleri Taliban işgalinden önce söylenmişti: “STK’cılık Afganistan’da Batı tarafından uygulanan bir politikadır; Afgan halkının talebi değildir. STK, insanları ve özellikle entelektüelleri işgale karşı mücadeleden uzaklaştırmak için işlevsel bir araç olarak kullanılmaktadır. STK’lar siyasi öfkeyi yatıştırır ve insanları bağımlı dilencilere dönüştürür. Afganistan’da insanlar şöyle diyor: ABD bizi Talibanizm’den STK’cılığa itti.”(https://podur.org/2008/08/13/the-nato-occupation-and-fundamentalism-an-interview-with-miriam-of-rawa/)   Taliban sonrası yaşananlar tabandan örgütlü bir hareketin, özsavunmanın olmayışının yıkıcı sonuçlarını en fazla kadınların yaşaması biçiminde vuku buldu. Romalı ünlü şair Horatius’un “adını değiştir, anlatılan senin hikayendir” sözünü doğrular biçimde STK’lerin dünyanın başka ülkelerindeki rolü ile Rojava Devrim alanındaki rolü arasında aslında çok da fazla bir fark yok.    Neoliberalizmin kültürel işgali ekseninde çalışma yürüten kuruluşlar   Kürdistan Özgürlük Hareketi ve kadın hareketinin kendi öz gücüne dayalı örgütlenmeleri dünyanın diğer ülkelerindeki kadar etkili olmalarını önlese de devrim için risk yaratan bir potansiyeli taşıdığını inkâr edemeyiz. Ayrıca toptancı bir yaklaşımla devlet dışı örgütlenmiş tüm sivil toplum örgütlerini aynı kefeye de koyamayız. Yerel bazda, gönüllü kesimlerin, sistem dışı örgütlenmiş grupların yardım ve destek amaçlı oluşturduğu birçok kuruluş Kuzey ve Doğu Suriye’nin alanında çalışma yürütmekteler. İşgale karşı dayanışma gruplarının, gönüllülerin destek projelerini hayata geçiren kuruluşlar da devrime katkı sunan çalışmalar yürütmektedirler. Sağlık malzemeleri ve ilaçların teminini sağlayan, savaş dönemlerinde ilk yardım faaliyetleri gerçekleştiren, yaralı ve gazilerin ihtiyaçlarını karşılayan kurumları da bu çerçevenin dışında tutuyoruz. Ağaçlandırma, ekolojik bilinç yaratmaya dönük kesimlerin yürüttükleri çalışmalar da alandaki özerk sistemin paradigmasal yaklaşımını benimseyen, onu güçlendiren bir rolün sahibidir. Türkiye’nin saldırıları ve alana dönük ambargo nedeniyle suyun temini, elektrik sistemlerini kurarak katkı sunan kuruluşlar, savaşın en kızgın döneminde kalıp şehit verme pahasına savaşta ilk yardım çalışmaları yürütenleri de bu değerlendirmenin dışında bırakıyoruz. Üzerinde değerlendirme yaptığımız kuruluşlar daha çok alandaki devlet dışı örgütlenmeyi, işgali, kadın hareketinin sistemini görmezden gelerek bireysel özgürlük ve modernleştirme yaklaşımı ile faaliyet yürüten neoliberalizmin kültürel işgali ekseninde çalışma yürüten kuruluşlardır.    Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim yetkililerinin aktardığı kadarıyla 400’ün üzerinde STK alanda çalışma yürütmektedir. Bunların bir kısmı BM, Avrupa Birliği devletleri, ABD’li uluslararası kuruluşlar. Bir kısmı bölgedeki yerel sivil toplum kuruluşları. Dünyanın birçok yerinde sömürgeci yaklaşımın uzantısı ve neoliberal politikalar eksenindeki faaliyetleri ile dikkat çeken çok sayıda kuruluş, ne yazık ki Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında da aktif çalışma yürütmektedir. Ekonomik ambargo, kapıların kapalı olması ve savaşın yarattığı yıkım bu kuruluşların faaliyetlerine onay verilmesinin gerekçelerini oluşturmuştur. Efrîn, Girêspî, Serêkanî işgalleri nedeniyle göç eden halkın yerleştiği kampların günlük yiyecek, içecek, elektrik ve alt yapı sorunları ciddi düzeydedir. Hol ve Roj Kampı başta olmak üzere binlerce Iraklı ve Suriye’nin çeşitli yerlerinden gelen halkın ve DAİŞ’li ailelerin ihtiyaçları için onlarca STK çalışma yürütmektedir.    ‘Bu kadar değişimi nasıl yaptınız?’   Devrimin ilk yıllarında STK’lar başlangıçta Kobani ve Cizre kantonlarında konumlanmıştı. Serêkanî ve Girêspi işgali yaşandığında bu kuruluşların büyük bölümü bölgeyi terk ettiler. Savaş sona erdiğinde başta Rakka olmak üzere yoğunlukta Arap halklarının yaşadığı bölgelerde çalışma yürütmeye başlandı. Özelde DAİŞ’in başkenti olarak bilinen ve savaşın en fazla yıkıma yol açtığı mekanlardan biri olduğu için şehrin yeniden yapımında AB devletleri özel bir sorumluluk üstlendiler. Fakat bu çabanın gerisinde Arap toplumu Rojava’da oluşan sistemden uzaklaştırmayı hedefleyen daha özel bir politikanın varlığından bahsetmek daha doğru bir tahlil olur. Rojava Devrimi’nin Arap toplumu özelde de Arap kadınları içinde uyandırdığı heyecan, beklenti ve aslında tam da ihtiyacı duyulan devrimci karakterini bariyerleme çabası olarak da değerlendirilebilir. Arap toplumunda yaşanan toplumsal dönüşüm Ortadoğu devriminin anahtarı rolündedir. Üstelik DAİŞ gibi bir karanlığın ardından tam bir bahar etkisi ve ferahlığında kadınların devrimlerini örebilecekleri zemin oluştu. Küresel kapitalist sistem binlerce iktidar deneyimi ile bunun yaratacağı sonuçların farkında. Kürt-Arap ilişkilerinin ve bölgedeki tüm halkların kendi dilleri ve kültürleri ile kuracakları bir sistem bölge üzerindeki tüm hesapları bozan bir karakterde. Kadın devriminin kazanımlarını kendi özlem ve arayışlarının garantisi gören Arap kadınların bu sistemi sahiplenme düzeyi erkeklere göre daha güçlü. Bölgedeki farklı ülkelerden kadınların temel sorusu da dincilik, aşiretçilik ve kapitalizmin egemen olduğu bu topraklarda “bu kadar değişimi nasıl yaptınız?” sorusudur. Değişimin mümkün olduğunu ve bu değişimin bu toprakların değerleriyle buradan çıkıyor olmasının yarattığı güçlü bir zemin var. Küresel sermaye güçlerinin etkinliklerini bu toplumsal zeminden bağımsız ele alamayız. Ortadoğu’da devlet eliyle geliştirilen yardımseverlik çizgisinin ötesinde radikal karakterde bir kadın hareketinin Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında yaşayan Arap kadınlar tarafından oluşturulmamasının tedbirleri alınmaktadır.    Not: Yazının devamı haftaya yayınlanacaktır.    Bu yazı Jineolojî Dergisinin “ROJAVA” dosya konulu 30. sayısından kısaltılarak alınmıştır.