Analizler alternatif üretemedi

  • 09:09 1 Mart 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Jineolojî ile bilmek ve olmak aynı anlamı karşılamaktadır. Bilmek aynı zamanda olmaktır. Abdullah Öcalan’ın Kapitalist Uygarlık kitabında dile getirdiği gibi;  ‘Sorun çok bilmek değildir, bilmeye göre yaşamaktır. Bilmeyi tüm boyutlarıyla bilim, felsefe, sanat-bütünsellik içinde toplumun zihniyet hali olarak sürdürmek toplumsal varoluşun özüdür. Çağımızın yıktığı gerçeklik budur’.”
 
Nagihan Akarsel
 
Çağ çözümlemeleri yine pandemi ile birlikte gündemimize giren teoriler gelecek tahayyüllerini de belirlemektedir. Ancak var olan durumu analiz etmek yeterli değildir. Zizek’in virüsün gizli bir komünizmi uyandırdığı yönündeki belirlemesi önemli olmakla beraber bunun nasıl olacağına dair bir perspektifi yoktur. Aynı durum Agamben ve Byung-Chul Han başta olmak üzere birçok filozof için geçerlidir. (Edgar Morin, “Koronavirüs toplumda yozlaşan dayanışmayı güçlendiren bir yaklaşım oluşturabilir”, BBC News)
 
Avcı toplayıcı topluluklardan, tarıma dayalı toplumsallığa oradan sanayi devrimine ve şimdilerde bilişim teknolojisine uzanan homosapiensin “en gelişkin çağında” bir virüsün insan yaşamını bu kadar etkilemesi herkes için cevaplanması gereken bir soru olarak hâlâ yanı başımızda duruyor. Öznesi mitsel bağlamda seçkin insan, dinsel bağlamda tanrı, bilimsel bağlamda Descartes’in cogito’suyla bağlantılı etkin özne olan kapitalist sistemin şimdiki öznesi virüs ya da siborg muydu sahiden? “Sürmekte olan viral kıyameti en iyi öngören filozof Donna Haraway’dir” diyordu Franco Bifo Berardi. (Franco Bifo Berardi, “Çöküşten Öte: Muhtemel Akıbet Hakkında Üç Düşünce”, Açık Radyo) Donna Haraway 20. yüzyıldaki teknolojik gelişmelerle bağlantılı tarihin yeni öznesinin siborg ya da Türkçe anlamıyla mahlukat olduğunu ifade ediyordu. Küçük yaratıkları ifade eden mahlukat kavramı virüs anlamına geliyor. Staying With The Trouble adlı kitabında tarihin öznesi olan insanın artık evrimin faili olmadığını belirtiyordu. Günümüzde ayrıca ağdaş özne ya da dijital yurttaştan da bahsedilmektedir. (Ali Rıza Babaoğlan ve Meltem Banko, Gezi Parkı Sürecine Dijital Vatandaşın Etkisi) Ağdaşlık bilişim çağında toplumsallığın sanal ortamda gelişen biçimi olmakta, ağdaş özne ise bu sürecin aktif öznesi olarak sunulmaktadır. Sistemin toplumsal anlamda ördüğü sanal ağda çevrimiçi eğitim, bilgi ve belge alma, sanal ansiklopedi, iş arama, internet bankacılığı vb. birçok etkinlikte bulunulmaktadır. Var olmak sanalda var olmaktır. Her alanda sanal bir özgürlük alanı oluşmakta bu da toplumsal sorumlulukları zorlamaktadır. (Hasan Aydın, “Yeni Özne: Ağdaş”, Eğitişim Dergisi, Sayı: 50) Ancak yerine yeni bir özne ikâme edilememekte, bu tek gerçek olarak dayatılmaktadır. Bilişim teknolojisinin gelişmesi ile beraber bu olağanlaştırılmakta toplumsal doku belirsizliğe mahkum edilmektedir. Pandemi ile beraber bu yaşamanın temel şartı olarak dayatılmaktadır. 
 
Ağdaş özne ya da dijital yurttaşlığı yine siborgu tek doğru olarak kabul edemeyiz. Bu kapitalizmin yarattığı toplumsal duruma isim ve tanım koymaktır. Ama faili ve nasıl dönüşeceğini tartışmayan bir durumdur. Bir iktidar sistemi ve onun bilimcilik anlayışı ile oluştu ve bunun öznesi erkek egemen sistemdir. Buna karşı toplumsal ilişkileri canlandırma ve güçlendirme yöntemlerine odaklanmak durumundayız. Abdullah Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisi kitabındaki, “Kadın etrafından geliştirilecek bilim doğru sosyolojiye atılan ilk adım olacaktır” belirlemesi buna bir çağrıdır. Bu nasıl olacak? Bunun için sosyal bilim ihtiyacının farkında olmak, üretim ilişkilerini yeniden ele almak, yaşam tarzına dönük alternatifler üretmek önemli. Bu anlamda yaşamın her alanına jineolojî ile bilimsel dokunuşlar yapmak yaşam krizinin çözümüne de götürecektir. 
 
Jineolojî ile anlamsal ve yapısal inşa 
 
Pandemi süreci ile beraber bilimler arası ilişkiyi sağlayacak bir sosyal bilim ihtiyacı daha da belirginleşti. Bilimin felsefi düzlemde yeniden ele alınması temel bir ihtiyaç olarak baş gösterdi. Yaşamın anlamına dönük bilgi ve değerler sistemini yaratmanın önemi açığa çıktı. Çünkü virüs ile en çok yaşanan anlam yitimi oldu. Bu anlam yitiminden beslenen kapitalizmin kendini daha fazla güçlendirdiği, ilişkileri dijital alana taşıdığı, aşı uygulamaları ile olağanüstü hali daha da olağanlaştırdığı bir gerçek. Distopya olarak öne çıkan uygulamaların kapitalist modernitenin ilk denemeleri olduğu belirginleşti. Yine sosyalizm ihtiyacı en fazla gündeme gelen konuların başında yer almakla ve faydalı olanın üretimine dayalı moleküler bir toplum modeli ütopya olarak tartışılmakla beraber bununla belirtmek istenilenin ne olduğu anlaşılamadı. Bunun nasıl olacağına dair bir çözüm gelişmedi. 
 
Yaşama dair temel yönelimimizi ifade eden sosyal bilim ile varoluşumuza karşı duruşumuzu değiştirmek mümkün. Bilgi üretim sürecinin bir anlam aynı zamanda anlamlı yaşam üretimi süreci olduğunun bilinciyle hareket etmek önemli. İnsan yaşamının temel dinamiği olan toplumsallığa dayanan jineolojî bu anlamda bilimler arası ilişkiyi de sağlayabilecek bir özelliğe sahip. Çünkü kadını salt bir cins olarak değil sosyolojinin özü (Abdullah Öcalan, Özgürlük sosyolojisi), toplumun özü ve tortusu(Abdullah Öcalan Görüşme Notları,) sistemin özeti(Abdullah Öcalan Bir Halkı Savunmak) olarak ele alan kadın eksenli bir bilimdir. Temel bilme dayanaklarını yaşama ve topluma olan saygısından almakta, toplumsal köklerinden beslenmektedir. Özgürlük eksenli etik estetik ölçülere göre bilgi yapılanmalarını oluşturmaktadır. Köklerinden beslenen güçlü bir bellek, ekolojik ve özgürlükçü bir paradigma, ihtiyaca ve faydalı olana dayalı üretim ilişkileri, bütünlüklü ve kapsayıcı bir sosyal bilim anlayışı bu potansiyeli gerçekleştirmede jineolojînin temel avantajlarıdır. 
 
Byung-Chul Han, ”Yorgunluk Toplumu” kitabında farkında olunmayan bir paradigma değişiminin olduğuna dikkat çekiyor ve geçmiş çağlar ile 21.yüzyıl arasındaki farklılıklara vurgu yapıyor. Geçtiğimiz yüzyılın tümüyle soğuk savaş lügatçesinin etkisi altında olduğunu vurguluyor ve küreselleşme ile olan bağlantısına vurgu yapıyor. Zira Byung-Chul Han’ın dediği farkında olunmayan paradigma değişimi çağın öznesi, hastalıkları, eğitim yöntemleri, ekonomik arayışları başta olmak üzere yaşamın bütün alanlarında görülüyor. Hastane, hapishane, kışla ve fabrikaların yerini gen laboratuvarları, bürolardan oluşan gökdelenler, alışveriş merkezleri, fitness salonları, bankalar ve havaalanları almıştır. Artık bir disiplin toplumu değil performans toplumu söz konusu olan. Duvarların yerini ekranlar alırken, deliler ve canilerin yerine depresifler ve mağluplar yerleşti. Yasak, emir ve kanunun yerine motivasyon, girişim ve proje ikame edildi. (“Meclis El Kitabı: COVID-19 ile Mücadelede Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Olmak”) Ancak bunun yerine neyin konulacağı çok tartışılmadı. 
 
Bu konuda Abdullah Öcalan, yüzyılın başında Eylül 2000’deki bir avukat görüşmesinde, ABD’li bir düşünürün, “İnsanlık felakete doğru gidiyor. Bütün bunlar sınıflaşmayla mı oldu?” sorusuna dikkat çekerek gezegenimizi kurtarmak için paradigma değişiminin önemini vurgulamıştı. Bu sorunların demokratik kuruluş ile aşılabileceğine ve politik öznenin kadın öncülüğündeki özgürlük mücadelesi olduğuna dikkat çeken Öcalan, ilerleyen yıllarda beş ciltlik Demokratik Uygarlık Manifestosu ile çağ çözümlemelerini ve paradigma değişiminin teorik temelini oluşturdu. Abdullah Öcalan’ın sunduğu demokratik ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı demokratik modernite paradigması ve yarım yüzyıla varan özgürlük mücadelesinin Rojava’da sisteme kavuşması aynı zamanda bu çelişkilere çözüm stratejisini oluşturmaktadır. Sağlık alanına dönük çözüm önerileri de bu genel bütünlüklü yaklaşımdan beslenmektedir. Yaşamın kutsallığını koruyan bilgi ve değerler sistemi, sağlığını kendi öz imkanlarıyla koruyan bir toplumsal sağlık sistemi, şifacılık geleneğini güncelleyen bir diyalektik, koruyucu hekimlik gibi konularda bu anlamsal ve yapısal inşaya dayanan ve ayrıca ele alınması gereken jineolojî odaklı konulardır.
 
Sonuç olarak;
 
Jineolojî yeni bir bilim olmasına rağmen kökleri üzerinde yeşermenin özgüvenine dayanmaktadır. Kadın bilgilerinin yaşam ve toplum bilgileri olduğunun bilinciyle kaynak araştırmalarını güçlendirmesi hayati değerdedir. Bilimsel tarih ile siyasal tarihin birbirine en yakın olduğu, iktidarın pandemi başta olmak üzere çeşitli biyo-politika uygulamaları ile düşünsel ve ruhsal anlamda yaşamımıza kast ettiği çağımızda bütünlüklü ve kapsayıcı bir yaklaşımla alternatifi üretmesi en temel ihtiyaçtır. Anlamsal inşa yaşamdan süzülen bilgilerle olur. Hissedilmeyen bilginin anlamı yoktur. Yaşama dokunmaz, toplumsal sorunlara çözüm üretmez. Tam tersine iktidarı besler, yıkıcı olur. Mevcut erkek egemen sistem en çok bu yıkıcılıktan beslenmektedir. Bu nedenle jineolojî ile bilmek ve olmak aynı anlamı karşılamaktadır. Bilmek aynı zamanda olmaktır. Abdullah Öcalan’ın Kapitalist Uygarlık kitabında dile getirdiği gibi;  “Sorun çok bilmek değildir, bilmeye göre yaşamaktır. Bilmeyi tüm boyutlarıyla bilim, felsefe, sanat-bütünsellik içinde toplumun zihniyet hali olarak sürdürmek toplumsal varoluşun özüdür. Çağımızın yıktığı gerçeklik budur.” Bu yıkıcılık pandemi krizi ile bir kez daha karşımıza çıkmıştır. Tithi Bhattacharya’nın kapitalizmin yaşamı özelleştirirken ölümü toplumsallaştırdığı (Tithi Bhattacharya ve Sarah Jaffe, “Toplumsal Yeniden; Üretim ve Salgın”, Terrabayt) belirlemesi çarpıcıdır. Bilmenin, anlamın ve anlamlandırmanın önemi ile bağlantılı bilgi ve değer üreten, kavram kuram ve kurumlara ruh katan yapısal inşalar yaşam krizi dahil olmak üzere tüm krizlerin çözümüdür. 
 
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin Pandemi Özel Sayısından kısaltılarak alınmıştır.