PKK’nin feshi ve toplumsal yeniden kuruluş imkânı 2025-05-24 09:06:28                    "Fesih kararı bir kopuş değil; gelecekteki mücadelelerin, örgütlenme biçimlerinin ve siyasal tahayyüllerin zemininin nasıl kurulacağına dair güçlü bir eşik olarak okunabilir."   Mezra Dilan   PKK’nin 12 Mayıs tarihinde gerçekleştirdiği 12. Kongresi’nde kendisini feshettiğini ilan etmesi, yalnızca örgütsel bir kapanış olarak değil; farklı bir politik zamanın başlangıcı olarak da değerlendirilebilir. Bu okuma, yalnızca kararın ilan biçimine ya da kısa vadeli siyasal etkilerine odaklanarak değil; PKK’nin kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın son yirmi yılda geliştirdiği toplumsal dönüşüm paradigması temelinde yapılabilir.   Abdullah Öcalan, özellikle 2000’li yıllardan itibaren klasik ulus-devlet modelinin ötesine geçerek, demokratik konfederalizm, kadın özgürlükçü toplum, ekolojik yaşam, yerel özyönetim ve ahlaki-politik toplum gibi kavramlar etrafında, mücadeleyi iktidarı hedefleyen bir çatışmadan ziyade, yaşamı yeniden kurma pratiğine dönüştürmeyi önerir. Bu çerçevede devlet, dönüşmesi gereken bir tahakküm biçimi olarak görülürken; toplum, kendini yatay, çoğul ve kolektif yapılarla yeniden kurabilecek bir özne olarak tarif edilir.   Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği toplumsal paradigma, silahlı mücadeleyi hem tarihsel bağlamına yerleştirmekte, hem de onu dönüştürerek aşan bir yönelim önermektedir. Bu yönelimi birkaç temel başlık altında incelemek mümkündür:   1. Hedefteki fark: Devletin ele geçirilmesi mi, toplumun yeniden inşası mı?   Silahlı mücadele, tarihsel olarak devleti ele geçirme, sistemi yıkıp yerine başka bir iktidar aygıtı kurma stratejisine dayanır. Bu, Marksist-Leninist çizgide “devrimci kopuş” olarak adlandırılan modelle uyumludur. Abdullah Öcalan’ın paradigması ise bu modeli, tarihsel bağlamını reddetmeden, iktidar merkezli mücadele biçimlerinin sınırlarını aşan yeni bir yönelimle dönüştürmeyi önerir. Bu yönelim, Murray Bookchin’in “devletin dışında demokratik yaşam alanları inşa etme” çağrısıyla düşünsel bir paralellik taşır.   2. Yerelin siyasal imkânları   PKK her ne kadar sonraki yıllarda bunu aşan bir şekillenme geliştirse de silahlı yapıların doğası gereği komuta zincirine dayalı, hiyerarşik ve merkeziyetçi bir yapısı vardır. Oysa Abdullah Öcalan’ın önerdiği yerel meclisler, kadın komünleri, mahalle örgütlenmeleri yatay, çoğulcu ve doğrudan katılımcıdır. Bu yönüyle paradigmada, devlet modeline karşı alternatif bir radikal demokrasi anlayışı geliştirilmiştir.   3. Kadın özgürlük mücadelesi: Özneleşmenin kurucu yolu   Abdullah Öcalan’ın paradigması, kadın özgürlüğünü toplumsal dönüşümün temeli olarak tanımlar. Bu anlayış, Kürt özgürlük hareketi içinde kadınların sadece görünür olmasını değil, siyasal özneleşmesini ve örgütsel dönüşüm yaratmasını mümkün kılmıştır. Kadınlar bu mücadele içinde erkek egemen militarizmin sınırlarını zorlamanın ötesine geçmiş; o yapıları dönüştürme yönünde özgün müdahaleler geliştirmiştir. Kürt kadın hareketi, askeri yapılanma içindeki eril hiyerarşiye karşı içeriden direniş yürütmüş; kadın meclisleri, öz savunma birimleri, ideolojik eğitim sistemleri ve kendi sözünü üretme pratikleriyle bağımsız bir politik alan yaratmayı başarmıştır. Bu yönüyle kadınların inşa ettiği özgürlük hattı, yalnızca teorik değil; kadınlar tarafından bizzat örgütlenerek ete kemiğe büründürülmüş bir pratik zemine dönüşmüştür.   4. Yıkmak mı, inşa etmek mi?   Silahlı mücadele çoğu zaman “önce yıkım, sonra kuruluş” mantığıyla işler. Oysa Abdullah Öcalan’ın paradigması, toplumun bugünden başlanarak, barışçıl, yatay ve örgütlü biçimlerle yeniden kurulmasını önerir. Silvia Federici’nin “yeniden üretim mücadeleleri”ne yaptığı vurgu da, bugün burada kolektif yaşamı kurmanın, gelecek tahayyülünün temeli olduğunu savunur.   5. Yön değişimi ve dönüşümün İmkânları   Marksist-Leninist silahlı mücadele hattı, Abdullah Öcalan’ın yeni paradigmalarıyla birlikte tarihsel olarak aşılmakta; yerini toplumsal dönüşüm eksenli, kurucu bir siyasal stratejiye bırakmaktadır. Bu değişim, PKK’nin 2025 baharında aldığı fesih kararı gibi gelişmelerde yalnızca taktiksel değil, yapısal bir yeniden yönelimin işareti olarak da okunabilir.   Bu bağlamda, yazı silahlı mücadelenin tarihsel bağlamını göz ardı etmeden, toplumsal dönüşümün imkânlarını tartışmayı amaçlamaktadır. Örgütsel yapıların iç çelişkileri, halkın toplumsal bilinç düzeyi, göçmen ve kadın öznelerin kendi iç dinamikleri gibi pek çok başlık burada yalnızca işaret edilebilmiş; derinlemesine ele alınmamıştır. Bu nedenle, toplumun içindeki çatışmalar kadar onun kurucu potansiyeline, mevcut örgütlü yapıların sınırları kadar onların dönüştürülebilirliğine odaklanılmıştır.   Toplum, merkezi otoritenin çizdiği sınırlarda şekillenmek yerine; yerel inisiyatiflerle, kadın meclisleriyle, bakım yapılarıyla ve doğayla uyumlu üretim ağlarıyla örgütlenmeye çalışan bir kolektif yaşam biçimini mümkün kılma yönünde arayış içindedir. Toplumun yeniden kuruluşu, kadınların örgütlediği bakım yapılarında, göçmenlerin sınırları aşan yaşam deneyimlerinde ve gençlerin alternatif arayışlarında filizlenen bir yönelim olarak belirmektedir.   Kadınlar, yalnızca hak talep eden değil; bilgi, emek ve örgütlenme üreten kurucu aktörlerdir. Göçmenler, yurtsuzlaştırılmışlar, sınırların dışında kalanlar; yalnızca “mağdur” değil, yeni politik toplumun taşıyıcı bileşenleri olarak yeniden tanımlanabilir.   Fesih kararı bu yönüyle, yalnızca bir kopuş değil; gelecekteki mücadelelerin, örgütlenme biçimlerinin ve siyasal tahayyüllerin zemininin nasıl kurulacağına dair güçlü bir eşik olarak da okunabilir.   Çünkü bugün belki de asıl mesele, yalnızca kimlerin söz aldığı değil; nasıl bir birlikte yaşam kurabileceğimizdir.   Yarın:İnşa etmeden önce: Hangi toplum, hangi özne, hangi söz?