Halide Türkoğlu: Yerel yönetimler için proje grupları oluşturuldu

  • 09:01 30 Ekim 2023
  • Siyaset
 
 
Dilan Babat
 
ANKARA - İktidarın tecrit, özel savaş ve kadın kazanımlarını ortadan kaldırma politikalarını değerlendiren HEDEP Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, buna karşı mahallelerden başlayarak her alanda mücadele hatlarını güçlendireceklerini belirterek, yaklaşan yerel yönetim seçimlerine ilişkin de  STK’lerdeki kadınlarla proje grubu oluşturduklarını, yaşanan tahribatlara karşı yeniden inşanın nasıl sağlanacağına dair çalışmalar yürütüldüğünü paylaştı. 
 
Gerçekleştirdikleri kongrenin ardından Kadın Meclisi toplantısını yapan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) yerel yönetim seçimleri, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecrit ve kadın mücadelesinin genişletilmesi üzerine birçok konuyu masaya yatırdı. Toplantının ardından, kadınlar eşbaşkanlık sistemi ve kadın kazanımları için yeni döneme ilişkin mücadele hattını belirledi.
 
HEDEP Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, JINNEWS’in sorularını yanıtladı. 
 
“Son birkaç ayı ele aldığımızda parlamento erkek egemen bir alan. Ama HEDEP’in kadın grubu çok güçlü. Kadın gündemlerini takip eden, Meclis’te bu gündemleri oluşturan yeri geldiğinde bunun mücadelesini sadece Meclis’te değil, sahada da eylem alanlarıyla, paneller, konferanslarıyla örüyor.”
 
* Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi isim değiştirdi, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi oldu. Siz de Kadın Meclisi Sözcüsü seçildiniz. Parlamentoya da yeni girdiniz ancak siyasetin içindeydiniz. Genel olarak siyaset ve parlamento içerisinde kadına yönelik politikalar nasıl, ne gördünüz bu kısa zaman içerisinde?
 
Kadınların siyasete katılım biçimi zaten bu ülkede ciddi zorluklarla oluşan bir şey, ama aynı zamanda siyaseti üretme biçimi de biz kadınların, kadın perspektifiyle üretmesi de her zaman zorluklarla oluşan bir durum. Bir mücadele hattımız var, bu mücadele hattımız da bir yandan saldırılara maruz kalırken bir yandan bu saldırılara karşı politika yürüterek kadın mücadelesinin siyasette görünür olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Elbette geçmişten bu yana kazanılmış haklarımız olmasıyla birlikte sadece bir meseleden söz etmiyoruz. Her gün, her an siyasetin içerisinde mücadele etmek durumundasınız. Bazen kazanımlara saldırı oluşurken, Meclis’te bunun tartışmasıyla mükellefsiniz, aynı zamanda sahada kadın mücadelesinin örgütlenmesini de sağlıyorsunuz. Siyasi mücadele aynı zamanda bir zihniyet mücadelesi. Bugüne kadar alışıla gelmiş ezberler var, o ezberlere göre size bir rol verilmeye çalışılıyor. O ezberlere göre konuşma biçiminizden tutun, neyi nerede söyleyeceğiniz, giyiminizin siyaset konusu olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Çok daha katı, cinsiyetçi, tüm motivasyonunu kadın düşmanlığı üzerinden besleyen bir AKP-MHP iktidarı var. Son seçimlerle birlikte erkek egemen iktidar daha çok kadınlara yönelik saldırılarla motivasyonunu oluşturan bir alana dönüştü. Bizler de, uzun zaman hem siyasetin içinde bunun mücadelesini yürütürken aynı zamanda toplumsal hattını da örmeye çalıştık. Bir çok konuda değişimleri sağlayan bir kadın hareketiyiz. Partimiz aynı zamanda Kürt kadın, feminist mücadeleden beslenen ve bununla siyasetini örmeye çalışan bir siyasi parti. Meclis’te bu dil ve argümanla mücadelesini yürütüyor. Son birkaç ayı ele aldığımızda parlamento erkek egemen bir alan. Ama HEDEP’in kadın grubu çok güçlü. Kadın gündemlerini takip eden, Meclis’te bu gündemleri oluşturan yeri geldiğinde bunun mücadelesini sadece Meclis’te değil sahada da eylem alanlarıyla, paneller, konferanslarıyla örüyor.
 
“Gözlemlediklerimizle, yaşadıklarımızla, kadınlarla deneyimlerimizle hayatın her alanına yansıtmaya çalışıyoruz. Siyaset üzerine bir politika üretmektense kadınların renginin siyasete yansıması gerekiyor.”
 
* Yeşil Sol Parti’nin kadın politikaları, çalışmaları kısa bir dönem de olsa da nasıldı, kadınlara ilişkin temel tespitleriniz nelerdi neler yapıldı?
 
Seçimlere Yeşil Sol Parti ile girmemizin sebeplerinden biri HDP’nin kapatılma süreci ile ilgili bir durum. Halkları, gençleri, kadınları seçeneksiz bırakmamak için seçimlere Yeşil Sol Parti ile girdik. Ama bu Yeşil Sol Parti’nin ayrı bir ideolojiye sahip olduğunu göstermiyor, tam da HDP’nin bütün fikriyatının Yeşil Sol Parti’ye devredildiği bir seçim süreci yaşadık. Bu seçim süreciyle beraber hem geçmişte aldığımız kararlar, mücadele hattımız, kadın dayanışması, politikalarıyla birlikte seçimlerde bir çok kadınla buluşmalarımız söz konusu oldu. Geçmişten bugüne yaptığımız tespitleri sadece bir siyasi partinin kadın meclisi olarak yapmadık. Sahadan gelen bir çok veriyle, buluşmayla, sorunların gündeme gelmesiyle ve bu sorunlara karşı nasıl bir mücadele hattı izlememiz gerektiğini bazen kadın platformları ile kadın dernekleriyle, kadın meclisleriyle yan yana gelip politika üretmeye çalıştık. Ülkenin gelmiş olduğu aşamada, cinsiyetçilik geliştirildi. Seçim de kadın ve Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüldü. Bu da yaşamın her alanına yansıyor. Çünkü siyaset, politika üretme alanı ise sizin kullandığınız dilden, biçime kadar toplumsal zihniyet inşa ediliyor. Bu daha çok kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddet politikalarının sistematik bir hale gelmesine, yargı süreçlerinden, ekonomi alanına kadar yansımalarını beraberinde getiriyor. Biz de mücadelemizi örerken, geçmişte yaptığımız birçok çalışma var ama aynı zamanda kadınlarla buluşurken de ortak ürettiğimiz politikalar söz konusu. Bakış açımız iktidardan, erkek egemen zihniyetten farklı. Kadınların ne istediğini, nasıl bir yaşamı konuştuklarını siyasete yansıtmak için tartışmalarımız oldu. Kadın meclisimiz de geçmişten bugüne ciddi bir deneyime sahip, kadın aklının, direngenliğinin yansıması için mücadele ediyor. Gözlemlediklerimizle, yaşadıklarımızla, kadınlarla deneyimlerimizi hayatın her alanına yansıtmaya çalışıyoruz. Siyaset üzerine bir politika üretmektense kadınların renginin siyasete yansıması gerekiyor. Mücadeleyi bu şekilde yürütüyoruz.
 
“İktidarın istismar ettiği ya da şiddeti ürettiği politikalarla karşı karşıyayken bütün alanlarda kadın meclisimiz yol haritasını örmek zorunda.”  
 
* Şimdi HEDEP var, siz neler yapacaksınız? Nasıl bir yol haritası belirleyeceksiniz ya da belirlediniz? Meclis içinde diğer siyasi partilerdeki kadınlarla ve dışında kadın örgütleri ile nasıl bir ortaklaşma hedefiniz var? Ve sokak Meclis’e, Meclis sokağa nasıl taşınacak ki seçim sürecinde bunun çok vurgusu yapıldı.
 
Seçimlerden sonra kadın toplantıları, kadın buluşmaları gerçekleştirdik, aynı zamanda çalıştaylarımız da söz konusu. Kongreye giderken de bir kadın ve karma konferans gerçekleştirdik. Konferansta aldığımız kararlarla birlikte yeni dönemin mücadele hattı da kendisini oluşturuyor. Bugün ülkenin geldiği aşamada kadınlar neden hedefte? diye sorarsak, hükümetin faşist zihniyetinden bağımsız ele alamayız, bundan dolayı kadınların faşizmle de mücadelesi söz konusu. Ayrımcılık, yok sayma, intihar, yok etme meseleleri faşizm zihniyetini oluşturur ki cinsiyetçilik bu düşüncenin en temel argümanlarından biri. Yeni dönemde bütün dayanışma hatları bunlarla mücadele etmek zorunda. Demokrasinin askıya alınması bu iktidarın zihniyetinden bağımsız ele alınamaz. Yine kadın yoksulluğu meselesi ciddi bir sorun, her geçen gün yoksulluk artıyor. Bununla birlikte kadına yönelik şiddetin sistematik hale gelmesini iktidarın oluşturduğu kadın düşmanı ittifaklardan bağımsız ele almadığımız gibi bir kayyım rejimi de inşa ediyor. Kayyım rejiminin inşa edilmesinden dolayı kadınların başvurabileceği mekanizmalardan mahrum kalıyor. Tüm kurumsal yapılar, yargı alanından tutalım, sağlık alanına kadar hepsini etkileyen bir cinsiyetçi durum söz konusu. Seçimlerden bugüne kadar elbette seçimlerden önce de AKP kültürel anlamda cinsiyetçiliği inşa etmek istiyordu ama bunu yaparken kadın mücadelesi ile karşı karşıya kalıyor. Siyasi anlamada da baskıların çok fazla olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Kadın mücadelesinde yer alan kadınların tutuklanması, siyasetçilerin tutuklanması gibi bir çok konuda yeni bir rejimi inşa ederken karşısında bir gücün olmasını istemediği bir gerçek. Yine kadın düşmanı politikalar inşa ederken iktidar, kendi zihniyetini de ortaya koydu. ÇEDES meselesinden tutalım bir çok soruna kadar... Maneviyat, duygular üzerinden Diyanet ile ortaklaştığı bir şey. Bu, cinsiyetçiliği beslediği gibi istismarın da önünü açıyor. Urfa’da bu projede yer alan diyanet görevlisinin bir çocuğu istismar etmesi gibi. Bunu görmek lazım; bu alanlar hem kadınların iradesini kırmak için hem de toplumun iradesini kırmak için kendisini geliştiriyor. Yeni dönemde de özgürlükçü laik bir sistemi savunuyoruz ama inançların istismarına karşı da mücadele hattımız söz konusu olacak. İktidarın istismar ettiği ya da şiddet ürettiği politikalarla karşı karşıyayken bütün alanlarda kadın meclisimiz yol haritasını örmek zorunda.  
 
Yine savaş politikaları diyoruz. Savaş politikaları Sayın Öcalan üzerindeki tecrit rejiminden bağımsız ele alınamaz. Savaş en fazla biz kadınların hayatlarını etkilerken yeni dönemde savaşa karşı onurlu bir barışın mücadele hatlarını oluşturacağız. Bunun temel tartışma alanlarından birisi de tecridin ortadan kaldırılması. Kadın tutsakların infazı yakılıyor, hukuk uygulanmıyor, sistematik bir işkence oluşuyor. Hasta tutsaklara dönük sistematik bir işkence yürütülüyor. Buna dair mücadele hatlarımız var. Her 25 Kasım’da 8 Mart’ta Kadın Meclisi olarak özgün programlarımızı oluşturuyoruz. Bunları yaparken de kadın örgütleriyle yan yana geliyoruz. Yeni dönemde saydığım tüm başlıklarda, kazanımları koruyacak kadın gündemlerini hayata geçirecek eylem ve etkinlikleri pratiğe geçireceğiz. 
 
“Özel savaş ideolojik bir meseleyse mücadelesini de ideolojik olarak yürütmemiz gerekiyor. Başta kadın bilinci, kadın dayanışması ve neden üzerimizde uygulanıyor, bilincini ortaya çıkaracak, erkeklerin neden özel savaşı uyguladığı üzerinden toplumda bir bilinçlendirme çalışmaları yapmak gerekiyor.”
 
* Kürt Kadın Hareketi’nin ve siyasetinin özellikle son yıllarda yaptığı tespit ve değerlendirmelerde  Kurdistan’da iktidar tarafından kadın ve çocuklara yönelik özel savaş politikalarının çok sistematik bir şekilde yürütüldüğü yönünde. Siyasetin içinden gelen biri olarak bunu biraz açar mısınız, nasıl yürütülüyor, bu politikalar?
 
Öncelikle özel savaşın tarifini yapmak lazım. Genelde savaş dediğimizde fiziksel bir yok etme hali söz konusu olabilir. Ama özel savaş ideolojik bir savaştır. Nasıl ki erkek egemen sistem kendisini inşa ederken birçok kurum üzerinden müdahaleler yapıyorsa, ya da bu alanlar üzerinden istismar politikalarını geliştiriyorsa özel savaşta erkek devlet eliyle oluşturulan, bir toplumun ideolojik anlamda değişim ve dönüşümüne tabi tutulmasını sağlayan bir şey. Bu bazen medya kuruluşlarıyla olur bazen milli eğitim politikalarıyla olur, yargının cezasızlık politikasıyla olur. Bu daha çok Kurdistan’da üniformalı şiddet dediğimiz bir mesele haline geliyor. Korucu, uzman çavuş, kamuda görev alanların kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve maddeye sürüklemesinde hiçbir ceza almaması toplumda yaygın hale getirme politikası. Kurdistan’da belediyelerimize kayyım atanmadan önce bizim birçok kadın ve gençlik merkezlerimiz vardı. Bunlar aynı zamanda toplumu çökertmek istenilen politikalara karşı mücadele ediyordu. Özellikle kayyımların atanmasıyla birlikte kadın merkezlerin kapatılması, kayyımlarla yeniden toplumu savunmasız bırakma süreci başladı. Kadınlar şiddet görürken, taciz ve tecavüze maruz kalırken başvuracağı hiçbir yer kalmadı. Bu da bir süre sonra toplumla olan kimlik bağınızı, özgürlük mücadelenizden kopma, örgütlü toplum olma bilincinizden koparır. Ki özel savaş çok kapsamlı bir savaştır. Sadece bedeninize karşı yürütülen bir politika değildir, yaşamış olduğunuz topraklardaki kültür, dil, yurtseverlik duygularınız, göç ettirmek… Tüm bunlar özel savaşa giriyor. Özel savaş Kurdistan’ı bir laboratuvar gibi kullanırken, Türkiye’de de bu politika hayatın her alanına yansımış şekilde. Örgütlü bir toplumu çökertmek istiyorsunuz, kadın özgürlük mücadelesini çökertmek istiyorsunuz bunu yaparken de özel savaşın tüm araçlarını ülkenin her tarafına yayıyorsunuz. Bunu yaparken, nerede olursa olsun birbirini anlama, dayanışma olanaklarını da ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bizler, Kürt kadınlar aynı zamanda Türkiye’de mücadele eden kadın hareketleri yan yana geldiğimizde özel savaşın ne olduğunu, hayatımızı nasıl etkilediğini, bugün özel savaş politikalarının sadece Kürt kadınlarını değil de Türkiye’deki bütün kadınları etkilediğini, iktidar tarafından “makul kadın” yaratma çabasını görmemiz gerekiyor. Hem konferans kararlarımızda hem seçim beyannamemizde, bütün kadın mücadelesinde yer alan kadın arkadaşlarımızla tartışma yürütürken, nasıl mücadele etmemiz gerektiği üzerinden karar aldık. Özel savaş ideolojik bir meseleyse mücadelesini de ideolojik olarak yürütmemiz gerekiyor. Başta kadın bilinci, kadın dayanışması ve özel savaş neden üzerimizde yürütülüyor bilincini ortaya çıkararak erkeklerin neden özel savaşı uyguladığına ilişkin toplumda bir bilinçlendirme çalışmaları yapmak gerekiyor.
 
“Derinleşen yoksulluk öyle bir savaş politikası ki; demokratik bir hayata dahil olmanız, sosyal yaşamınızı örgütlemeniz gerekirken açlıkla terbiye edilmeye çalışıyorsunuz, iktidar kadınları verdiği yardımlarla bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Bu aynı zamanda farklı düşünme, alternatif bir yaşamı örme mücadeleden uzaklaştırmak için uygulanan bir politika.”
 
* Şuradan devam edelim. Kadınların yaşadıkları sorunlara dikkat çekmek ve çözüm bulmak için geçmişte kimi kampanyalar başlatıldı. Bunlardan biri de HDP’nin yaptığı “Kadın yoksulluğuna” dikkat çeken kampanyası idi. Sonuçları raporlaştırıldı da. HEDEP’ten nasıl çalışmalar göreceğiz? Bu konuda bir tartışma yürüttünüz mü?
 
Kararlarımızdan biri de kadın yoksullaşması ile mücadele. Geçmişte kadın yoksulluğunda birebir temasta yoksulluğun kadınların diliyle nasıl yaşandığını anlatmaya çalıştık hem Meclis’te hem görüştüğümüz kurumlarda. Bunun yanı sıra kadına duyarlı bütçe çalıştayları da gerçekleştirdik. Bizim bakanlıklarla yaptığımız tartışmalar da ön açıcı bir durumdu, sorunun tespitini kadınların sözünü Meclis’e yansıtmak önemliydi. Bu dönemde bütçe görüşmeleri başlayacak, toplumsal eşitliği sağlayacak bütçe tartışmaları yapacağız. Ekonomik kriz, her gün zamların yaşanılması. En çok kadınların yoksulluğa tabi olduğu bir gerçek. Kadınlar bu yoksulluk politikasına maruz kaldığı için yaşamın her alanından da mahrum bırakılıyor. Bir çocuğunun beslenme çantasına dahi bir ekmek koyamama hali, temel ihtiyaçlarını karşılamamaya… yoksulluk nasıl deneyimlenir, nasıl yaşanır noktasında o kadar çok örnek var ki. Bu yönüyle de kadın meclisimizin en temel politikalarından biri kadın yoksulluğu ve buna karşı mücadele olacak. Hem bunun siyasetini örmek hem de buna karşı alternatif ve çözümler geliştirebilme. Bununla birlikte kadın yoksulluğu meselesinin siyasetin merkezine getirmemiz gerekiyor. Kadın yoksulluğu aynı zamanda özel savaş politikalarından biridir. Derinleşen yoksulluk öyle bir savaş politikası ki, demokratik bir hayata dahil olmanız gerekirken, sosyal yaşamınızı örgütlemeniz gerekirken açlıkla terbiye edilmeye çalışıyorsunuz, iktidar kadınları verdiği yardımlarla bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Bu aynı zamanda farklı düşünme, alternatif bir yaşamı örme, mücadeleden uzaklaştırmak için uygulanan bir politika. Bu dünyada eşit yurttaş olma, eşit ve özgür bir dünyayı talep ederken bu sorunlardan dolayı başınızı kaldıramıyorsunuz.
 
“Eşbaşkanlık sistemini her yerde hayata geçirme politikalarını da yürüteceğiz. Yerel seçimler aynı zamanda her kentin özgünlüğünde kendi politikasını yaratan alanlardır. Bizim kendimize yönelik ilkeler boyutuyla seçim beyannamemiz elbette olacak. Yerellerde oluşturulan toplantılarda seçimlere dair hazırlık olacak. Konferansların ardından seçim çalışmaları başlayacak.”
 
* Yerel seçimlere doğru gidiyoruz. Seçim sürecinde özellikle dile getirilen ve kadın beyannamesinde de yer alan temel başlıklardan biriydi yerel seçimler, kayyım atamaları. Nasıl hazırlanıyorsunuz, kadınlar olarak neler yapacaksınız?
 
Uzun zamandır yerel seçimler için çalışma yürütüyoruz. Bizim yerel yönetimler demokratik kadın kurulumuz söz konusu. Yerel yönetimlere dair mücadele ve çalışmasını yürütürken en geniş alanda yürütüyor. Birinci temel başlığımız şu; belediyelerimize kayyım atanmış, eşbaşkanlık sistemi lağvedilmiş, kadın kurumları kapatılmış… Buna dair mücadele hattını geçmişten bugüne nasıl ördük, neler yapılabilir diye çalışmalar söz konusu. Muhalefet olduğumuz bazı belediyeler var, bu belediyelerde kadın belediyeciliği olarak muhalefeti nasıl yapacağız. Kadınlar yerel yönetimler meclisinde nasıl bir muhalefet tarzı geliştirebilir, bu muhalefet tarzıyla o kentin politikalarını nasıl uygulayabiliriz. İl genel meclislerine dair çalışmalarımız var, kırsal alanlara hizmet götüren alanlarımız. Bu alanlarda toplumsal cinsiyete dayalı bütçelerden tutun, mahallelere giden hizmet kadınların bakış açısıyla hayata nasıl geçirilebilir gibi. Türkiye’nin batısında kadın örgütleri, dernekler, muhalefet, belediyeler var. Kentin dinamiğinin yerel yönetimlere etkisi nasıl sağlanabilir. Bunun içinde kent dinamiklerinde yer alan kadın buluşmaları söz konusu oluyor. Kayyım atanmış olsa bile yaptığımız çok çalışma var. Seçimlere gitmeden önce yerel yönetimler konferansımız var. Yerel yönetimlerin aynı zamanda iki günlük konferansın birinci günü kadın konferansı oluyor. Ankara’da 11 Kasım’da sahadan, derneklerden, meclis üyelerimizin yer aldığı, neler yapılması gerektiği üzerinden tartışmaların olacağı bir konferans gerçekleştireceğiz. Bu konferansa hazırlanırken, demokratik yerel yönetimler kadın kurulumuz çalıştaylar, konferanslar düzenledi. Aynı zamanda kente bulunan STK’lerdeki kadınlarla birlikte bir proje grubu oluşturdu. Bu proje grubu kayyım sonrası tahribatların nasıl ortadan kaldırılacağı, yeniden inşanın nasıl sağlanacağı üzerinden çalışmalar yürütüyor. Kayyımlar ciddi anlamda tahribatlar bıraktı. Bu tahribatlar sadece yolsuzluk değil, kapatmış olduğu kadın kurumlarından, çocuk kreşlerine kadar orada yeni bir ideoloji yaratmaya çalıştı. Bunu yaparken de kadınların birebir dahil olabileceği mahalle toplantıları olacak. Hazırlıklarda yer alacak her bir arkadaşımızın hazırlayacağı projelerde, bire bir mahallelerdeki kadınlarla birlikte ne talep ediyor, ilk temel sorunları nelerdir şeklinde. Kadına yönelik şiddet artıyor bir yandan bunun mekanizmalarını oluştururken kadın derneklerinden bağımsız ele alamayız. Gençliğe yönelik uyuşturucu politikaları söz konusu.  En önemli konularımızın başında da eşbaşkanlık sistemini hayata geçirmek var. Biz seçimlere giderken eşbaşkanlık sisteminden vazgeçmeyeceğiz. Evet bu alana en çok saldırılar yaşandı, tutuklamalar oldu ama alınan kararlarda eşbaşkanlığın illegalize edilemeyeceği tam tersi belediyelerde işlerin kolaylaştığı anlaşıldı. İktidar hiçbir yasayı tanımadığı gibi bunu da tanımadı ve eşbaşkanlık sistemini terörize etmeye çalışıyor. Biz eşbaşkanlık sistemini her alanda yapıyoruz ve bir çok STK bu durumdan etkilendi. Başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de oy verirken bu sistemin yanında yer aldı. Eşbaşkanlık sistemini her yerde hayata geçirme politikalarını da yürüteceğiz. Yerel seçimler aynı zamanda her kentin özgünlüğünde kendi politikasını yaratan alanlardır. Bizim kendimize yönelik ilkeler boyutuyla seçim beyannamemiz elbette olacak. Yerellerde oluşturulan toplantılarda seçimlere dair hazırlığı olacak. Konferansların ardından seçim çalışmaları başlayacak.
 
“Bir anayasa yapılacaksa, kadınların, kadın mücadelesinde yer alanların bir şekilde geçmişten bugüne mücadele hatlarının, taleplerinin yer alabileceği bir tartışma zemini oluşturulması gerekiyor. Bu yerellik ilkesidir, yerel demokrasi ile başlatmak lazım ki demokratik bir cumhuriyet anayasası oluşabilsin”
 
* Seçim sürecinde en önemli konulardan biri de yeni Anayasa idi. Şimdi de tartışılıyor ve gündemde. Nasıl bir anayasa kadınlar açısından?
 
Anayasa tartışmaları partimizin en çok tartıştığı, üzerine çalıştığı bir mesele. Hem Kürt sorununun demokratik, barışçıl yöntemlerle çözülmesi hem de kadınların eşit yurttaşlığının hayatın her alanına sirayet etmesi için. Bu ülkenin en büyük yarası oluşturulan anayasaların hep bir şekilde ötekileştirme politikalarıyla ele alınması. Ulus devlet zihniyeti var ve bu ulus devlet anayasasını oluştururken toplumla birlikte yapmadı, toplumdaki farklılıkları gören bir yerde asla oluşturmadı. Anayasaya erkek olarak yazmazlar ama yurttaş dedikleri şey erkeklere hitap eden noktada oldu. Yurttaş dedikleri şey makul gördükleri Türk kimliği üzerinden inşa edildi. O yurttaşın bir dini varsa o din muhakkak suni olmak zorunda. Bu ele alış biçimi, Türkiye’de savaş politikalarının, yok sayma politikalarının sistematik bir hale gelmesini sağlarken, kadın ve devlet arasında hep bir makas oldu. Darbelerle bir anayasa yapılıyor, o anayasa yapılırken her gelen hükümetin kendisine göre ele aldığı bir anayasa şekline geliyor. Özellikle uzun zamandır anayasa tartışmaları içerisinde yer alırken, ‘yasa yapılacaksa toplumun içerisinde olması lazım, toplumun kendisini görmesi lazım, yasa yapılacaksa kadın mücadelesinden bağımsız ele almamak lazım’ dedik. Çünkü kadınlar bin yıllardır mücadele ediyor, son 300 yılda eşitlik ve özgürlük mücadelesinin hayat bulması için mücadele ediyor ve bir çok kazanım da elde edildi. Şimdi bu iktidar ne yazık ki o kazanımları bir şekilde ortadan kaldırmaya çalışıyor, bunu da anayasa ile yapmaya çalışıyor. Bir anayasa yapılacaksa, kadınların, kadın mücadelesinde yer alanların bir şekilde geçmişten bugüne mücadele hatlarının, taleplerinin yer alabileceği bir tartışma zemini oluşturulması gerekiyor. Bu yerellik ilkesidir, yerel demokrasi ile başlatmak lazım ki demokratik bir cumhuriyet anayasası oluşabilsin. Bir yandan merkezi bir hükümet var her şeyi tekelinde topluyor ve anayasa tartışması başlatırken düşman hukukunu da başlatarak başlıyor. Biz de tam tersine şunu söylüyoruz; toplumun, kadınların, çocukların, gençlerin, engellilerin, emekçilerin her türlü mücadele hatları anayasada kendisine yer bulduğu zaman bir toplumsal barış inşa edilmiş oluyor, eşit yurttaşlık meselesi kurumsallaşmış oluyor. Bu, yerel demokrasinin Meclis’e yansıdığı demokratik cumhuriyet meselesine bizi götürüyor. 
 
“Orta Doğu’daki gerçek ulus devlet gerçekliği çözüm olmadığı gibi daha çok sorunlar derinleşiyor, kırımlar yaşanıyor.”
 
* Orta Doğu, tabiri caizse ateş hattına dönüştü. Türkiye’nin Güney Kurdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları aralıksız sürüyordu. Yine gözaltılar, tutuklamalar, yasaklar. Kürt coğrafyası böyle iken, İsrail ve Filistin arasında da savaş çıktı. Öncelikle bu tabloyu biraz değerlendirmenizi isteyeceğim.
 
Bazı şeylerin siyasi tarihi var. Yaşadığımız bu süreçte bir anda oluşan bir süreç değil, bunu yaparken Orta Doğu’daki sorunlara karşı çözümünü ortaya koyan aklın ulus devletle örülmüş olması. Özellikle birinci dünya savaşından sonra halkların kendi kaderini tayin etme hakkını ulus devlete bağlama meselesi, ulus devlette de oluşturulan yönetim anlayışı kendisini kurumsallaştırırken ‘tek dil, tek bayrak, tek din’ o farklılıkları, toplumsal alanın hepsini kırım politikaları haline getirdi. Orta Doğu’daki gerçek ulus devlet gerçekliği çözüm olmadığı gibi daha çok sorunlar derinleşiyor, kırımlar yaşanıyor, oranın hükümeti kendisini nasıl konumlandırırsa yönetme şekli öyle belirleniyor. Cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik gibi farklılıklara tahammül edemeyen, ya da asimilasyona maruz bırakan, asimilasyonu kabul etmeyenleri de kırımdan geçiriyor ulus devlet yapılanması. Bu yapılanma Kürtlerle barışamayan devlet meselesi oldu. Bu Filistin meselesinde de böyle oldu, yüzyıllardır yan yana yaşayan halkların yan yana duramama, birlikte bir yaşamı örememe halleri yaşanıyor. Bu savaş en çok kimin işine yarıyor? Ulus devletlerin, ulus devlet kimin tekelinde çalışıyor? Kapitalist güçlerin hizmetinde. Bunlar kendisini örerken krizleri savaş rejimleriyle çözüyor. Savaş rejimleri en çok halkları, kadınları, çocukları, farklı kimlik ve inançları etkiliyor. Hem Türkiye’de hem de bir çok yerde savaş politikaları derinleşiyor. Ama gündelik yaşamımız da savaş politikalarından bağımsız ele alınmıyor. Bu savaşa ayrılan bütçeden tutun, nasıl yaşayacağımız noktasında da bir çok politika yürütülüyor. Bir yandan İsrail- Filistin meselesi var bir yandan bu savaş gruplarını besleyen taraflar da var. İsrail- Filistin halklarının nasıl barışacağını konuşmaktan ziyade İsrail ile savaşa kim girecek üzerinden bir motivasyon uygulanıyor. Burada sınır ötesi operasyonlarla yapılan şeyin hakikatini görmek gerekirken, tam tersi sınır ötesi operasyonlarla ‘terörle mücadele ediyoruz’ şeklinde oluyor. Terörizmle mücadele dedikleri şey çocukların, kadınların hayatlarına mal oluyor. Bunu görmek yerine iktidarın tek motivasyonu Kürt düşmanlığı. Kürt düşmanlığı aynı zamanda söylemleri ile gelişmiyor yaptığı siyaset tarzıyla, toplumun kutuplaşmasını sağlayacak motivasyonu oluşturuyor. Savaşa karşı halkların barış politikasını savunurken, Orta Doğu’da barış politikalarının hayata geçirilmesi için de bir savunucuya ihtiyaç var.  Orta Doğu’da toplumsal barışı konuşamadığımız her gün bu durumlar yaşanıyor. Orta Doğu’daki kadın mücadelesi Türkiye ve Kürt kadın mücadelesi de mücadele hatlarını buna karşı örüyor.
 
“Ne olursa olsun demokratik ulusu inşa etme noktasında bunun siyasetini ören ve Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kaldırma üzerinden mücadelemizi yükselteceğiz.”
 
* Hem kongrenizde gündeme gelen hem de Orta Doğu'da yaşanan savaşa ilişkin tartışmalar yaşanırken PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit ve onun çözüm önerileri gündeme geliyor. Özellikle, çözüm olarak belirttiği “demokratik ulus”  çözümü. Bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir?
 
Sayın Öcalan üzerinde uzun zamandır bir tecrit söz konusu ve kongremizde de halkın temel talebi bu tecrit politikalarının son bulması idi. Mücadelemizi örerken hem kadınlar hem HEDEP cephesinde bu politikaları kaldırmaya yönelik eylemlerimize dair de tartışmalarımız oldu. Tecridin neden kaldırılması gerektiğini konuşmak gerekiyor. Sayın Öcalan sahsında demokratik ulus paradigmasına  tecrit uygulanıyor. Bunu gören bir yerde de olmamız gerekiyor. Tüm sorunları ulus devlette görüyoruz, Orta Doğu’da yüzyıldır bir çözüm çıkmamış tam tersine halklar arasında derin uçurumlar yaşanmış. Sayın Öcalan da şunu söylüyor; halklar kendi kaderini tayin etme hakkını ulus devletlere bağlayabilir ama ulus devletlerin kendisini oluşturma ideolojileri cinsiyetçilik, milliyetçilik, mezhepçilik gibi argümanlardan oluştuğu için tam olarak toplum ve devlet arasında bir barış konusu değil. Bir ulus yok aslında devletin bir ulusu söz konusu oluyor. Demokratik ulus meselesi ise şu şekilde; yaşadığınız topraklarda farklı kimliklerden tutun, bir çok ulusun kendisini yönetme biçimi. Hiçbir şekilde yok sayılmadığınız, ayrımcılığa maruz kalmadığınız, toplumun kendi sorunlarını konuştuğu bir alan ki Rojava bunun örneğidir. O yüzden Rojava’ya da tecrit uygulanıyor. Etrafını sarmışlar durmadan saldırıyorlar. Demokratik ulus çözümü hayata geçmiş olsaydı, biz kadınlar eşitlik ve özgürlük talebini bırakın dilendirmeyi birebir yaşıyor olduk. Kürt halkı demokratik ulus paradigması ile kendisini örgütlediği zaman diğer halklara, karşı düşmanlık politikası ile bakmıyor. Demokratik ulusta bütün diller, dinler, kültürler kendisini ifade etme özgürlüğüne sahiptir. Ekolojik bir alandır, savaşlara, ranta, talana karşı çıkar. Bu paradigmanın olduğu yerde siz sömürü politikalarını hayata geçiremezsiniz. Kadınlar, Kürtler, halklar sömürüye tabi tutulamazlar. Çünkü hepsinin bir meclisi var. Bu en çok kapitalist moderniteyi korkutan bir şey. Çünkü bugüne kadar gasp etmeye, çalmaya, sömürmeye, soykırım politikalarına alışmışlar. Bu tecrit politikalarını neden uygulanıyor dediğimiz de demokratik ulus paradigmasına uygulandığını ve Sayın Öcalan şahsında tecrit politikalarıyla kendisini gösteriyor. Ne olursa olsun demokratik ulusu inşa etme noktasında bunun siyasetini ören ve Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kaldırma üzerinden mücadelemizi yükselteceğiz.
 
“Mücadelemizi örgütlemek ve yükseltmek gerekiyor. Bir şey ile mücadele ettiğimizde yaptık ya da yapamadık değildir, her an mücadele hattını, bilincini yükseltmek zorundayız. Her an, her gün bir mücadele hattı ve bilincini örgütlemek zorundayız. Kadın meclislerimizi, mahallelerden tutalım bir çok alanda büyütmek yeni dönemde mücadele hatları için çok önemli. Kadın mücadelesinde yer alan derneklerin, kurumların barış politikalarını daha görünür kılmamız gerekiyor.”
 
* Son olarak bu kriz, kaos, savaş ortamında en çok kadınlar etkileniyor. Ancak bir de savaş, şiddet ve sorunlara karşı en çok da mücadele eden kadınlar. Peki mevcut durumda kadınlar ne yapmalı?
 
Mevcut iktidar durmadan saldırdı, birçok yönüyle de irade kırma noktasında örgütlü olan tüm kadın kurumlarını tasfiye etmek içinde uğraştı. Tasfiye edemediği zaman kendine göre, kadın dernekleri oluşturmaya çalıştı. Bir şekilde bu toplumda kadın mücadelesini geriletmek için bütün argümanları hayata geçirdi ama başaramadı. Bugün hala karşısında örgütlü bir kadın mücadelesi gerçekliği var. Türkiye’de iktidara dur diyen bir kadın mücadelesi söz konusu bu yönüyle de saldırıları büyük oluyor. Durduramadığı nokrada ya inkar edecek yok sayacak, gözaltı, tutuklamalarla bastırmaya çalışacak. Bir yandan savaş dedik, hayatlarımız etkileniyor evet bütün haklarınızın gasp edildiği, askıya alındığı her şeyin erkeklerin ya da kadın düşmanı hükümetin insafına bırakıldığı bir mesele haline geliyor. Mücadelemizi örgütlemek ve yükseltmek gerekiyor. Bir şey ile mücadele ettiğimizde yaptık ya da yapamadık değildir, her an mücadele hattını, bilincini yükseltmek zorundayız. Her an, her gün bir mücadele hattı ve bilincini örgütlemek zorundayız. Kadın meclislerimizi, mahallelerden tutalım bir çok alanda büyütmek yeni dönemde mücadele hatları için çok önemli. Kadın mücadelesinde yer alan derneklerin, kurumların barış politikalarını daha görünür kılmamız gerekiyor. Mülteci kadın derneği mi savaşın sonucudur, göç ettirilmek mi, ekoloji derneği mi, savaşın sonucudur ekolojinin tahrip edilmesi. Savaş politikaları aynı zamanda kadınlara dönük bir politikadır o yüzden bütün alanlara dönüp kadın mücadelesi yürütmek ve toplumsal barışın sağlanması için yerel, toplumsal ve enternasyonalist bir ağı oluşturmamız gerekiyor.”