Kuşakların barış mücadelesi (2) 2025-05-06 09:01:20   Barış talebini örgütlemek ve toplumsallaştırmak isteyen kadınlar   Rozerin Gültekin   İSTANBUL - “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”nde barış mücadelesinin 2’nci kuşağı olarak yer alan Feride Eralp, “Barış talebini örgütlemek ve toplumsallaştırmak isteyen kadınlar olarak bir araya geldik. Hepimizin yaşamını değersizleştiren savaş düzenine karşı bir arada mücadele etmemiz lazım. Bir tane konuyu devrimden sonra, barıştan sonra hallederiz diye düşünerek geride bırakma lüksümüzün olmadığını düşünüyorum” dedi.   Kadınlar, öznesi oldukları barışı inşa etmek üzere ortak bir zeminde buluştu. “Barış kadının meselesidir” diyerek yola çıkan Kürdistan ve Türkiye’deki kadınlar, “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”ni ilan etti. Kadınların yıllardır sürdürdüğü barış mücadelesini devralarak bu mücadeleyi toplumsallaştırmayı amaçlayan inisiyatif, barışı toplumun ortak gündemi haline getirmeyi hedefliyor.    Üç kuşaktan kadınların yer aldığı yapının ikinci kuşağında bulunan Feminist mücadelede yer alan Feride Eralp, barış mücadelesine nasıl dahil olduğunu ve inisiyatifin çalışmalarına dair deneyimlerini paylaştı.   Kendi yaşamını ve barış mücadelesine dahil oluşunu anlatan Feride Eralp, çok kimlikli bir evde büyüdüğünü ve asimile edilmeye çalışılan öteki kimliğin ne anlama geldiğini bildiğini söyledi. Feride Eralp, şu ifadeleri kullandı: “Ülkedeki hâkim Sünni, Türk Müslüman kimliğinin dışında çok kimlikli bir evde büyüdüm. Öteki olmanın; hâkim kimliğin asimile etmeye çalıştığı, dışladığı bir kimlikten olmanın ne anlama geldiğini bilerek büyüdüm. İstanbul'da, mesela 6-7 Eylül olaylarından bu yana, gayrimüslimlerin silinerek oluşturulmaya çalışıldığı bir ülke hafızası var. Bütün bu hafızaların canlı olduğu bir çevrede büyüdüm. Bu yüzden barış mücadelesiyle varlık mücadelesi arasındaki bağı iyi bilen bir çocukluk, gençlik geçirdim. 15 yaşındaydım, ilk defa annemle beraber Kürdistan'a gittim. Annem de feminist mücadelenin içinde olan ve Barış İçin Kadın Girişimi’nde yer alan birisi. 15 yaşında bir dil olarak Kürtçe ile tanıştım ve Kürtçe öğrenmeye başladım.   Kürdistan'da zorla köy boşaltmaların nasıl yaşandığını, nasıl sonuçları olduğunu birebir gördüm. O ergenlik sürecinde bu, benim için çarpıcı bir karşılaşma oldu. Türk milliyetçi kimliği tarafından ezilme haliyle, Kürdistan'da 90'lar boyunca ve öncesinde yaşananlarla bağ kurdum. O dönemde Demokratik Özgür Kadın Hareketi kuruldu. DÖKH’lü arkadaşlarla yakından ilişkiler vardı ve KCK operasyonları sırasında tanıdığımız arkadaşlarımız tutuklandığında İstanbul'da feministlerin ve kadın hareketinin bir araya gelip tartıştığı, konuştuğu bir ortamda 2009'da Barış İçin Kadın Girişimi kuruldu.   Ben o zaman 19 yaşındaydım ve kuruluşunda yer aldım. Hrant Dink öldürüldüğünde ben 17 yaşındaydım. Sadece Ermeni olduğu için ve hakikati anlatmaya cesaret ettiği için öldürülmesine tanıklık etmek bana çok çarpıcı gelmişti. Kendi deneyimimle, Kürdistan'daki savaş politikalarının sonuçları arasında bağlar kurabildim ve bu yüzden barış mücadelesi benim için önemli bir mücadele oldu.”   ‘Barış İçin Kadın Girişimi’   Barış İçin Kadın Girişimi’nin, barışın neden bir kadın talebi olduğu ve bu konuda kadınların neden mücadele etmesi gerektiği konusunda önemli bir deneyim olduğunu belirten Feride Eralp, şöyle devam etti: “KCK operasyonları üzerine kurulan Barış İçin Kadın Girişimi’nin önemli hedeflerinden biri, Kürt Kadın Hareketi ile dayanışmak, bir arada olmak; kadın hareketleri ve feministler olarak ortak bir mücadele zemini kurabilmekti. Bir boyutu, patriyarka ile savaş arasındaki bağı kuran bir yerden kadınların özgürlüğü ve barışı birbirine bağlayarak teorik ve politik çerçeve kurmak ve bunun mücadelesini yürütme hedefiydi. Barış İçin Kadın Girişimi, hem politik çerçeve çizdi hem de dayanışmayı ördü. ‘Kürt kadın hareketi eziliyor, biz onlarla dayanışmak için barış talebinde bulunuyoruz’ söyleminin ötesine geçerek savaş politikalarının kadın bedenini bir meta haline getirdiğini, patriarkanın bir aracı olarak işlediğini anlattı.   Sıcak çatışmaların olduğu bölgelerde savaş nasıl yaşanıyor? Türkiye'nin batısında, kendini savaşın dışında zanneden toplumsal kesimler için savaş patriarkayı nasıl besliyor? Patriarka savaşı nasıl besliyor? Bunları tartışarak barış talebini yükseltti. Barış kadınların meselesidir dedik. 2009’da kurulan girişim, özellikle barış süreci döneminde farklı kesimleri bir araya getirebilme kapasitesine kavuştu. Dedi ki: Madem savaştan bu kadar çok etkileniyoruz, savaş patriarkayı bu kadar güçlendiriyor, o zaman barış da kadınlar olmadan kurulmaz. Kadınlar olmaksızın kurulan barış masalarında barışın toplumsallaşma ihtimali çok azalır. Barışın tarafıyız, öznesiyiz dedik ve Kolombiya, İrlanda, Sırbistan gibi birçok deneyimden öğrendiklerimizle bir çerçeve çizdik.”   Yüzleşme…   Devletlerin kuruluş süreçlerinde insanlığa karşı birçok suç işlediğini ve bunlarla yüzleşmediğini kaydeden Feride Eralp, bu ülkelerden birinin de Türkiye olduğunu ifade etti. Feride Eralp şöyle konuştu: “Türkiye, ‘Biz bu ulus devleti kurarken gereklilikler vardı; birilerinin canından, evinden, malından, hafızasından, toprağından ettik’ deyip yüzleşmiş ve kendi varlığının hangi suçlar üzerine kurulu olduğu gerçeğini sorgulamış bir devlet değil. Bu devlet, Türklük dışındaki tüm kimliklerin varlığını inkâr etme, onlara karşı işlenmiş suçları görmezden gelme ve bu suçlardan bahsedenleri ‘hain, gâvur, terörist’ diye yaftalama üzerine kurulmuş bir devlet.   Bu bir devlet meselesi   Önceki barış sürecinde buralar biraz açılmaya başlamıştı; Kürt sorununun çözülmesi ihtimali, genel bir yüzleşme alanı yaratmıştı. Ama bu yüzleşme, devletin mevcut kodları açısından kolay bir yüzleşme değil. Kimlik yıpranırsa yıkılırız, bölünürüz gibi endişelere kolayca yol açıyor. Bu toprakların çoklu kimliklerini kapsayamayan, bunları yok sayan bakış açısı, insanlara çok acılar çektirdi. Tekçiliği konuşmadan Kürt sorununun kalıcı biçimde çözülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bunun bir siyasi iktidar meselesi değil, bir devlet meselesi olduğunu düşünüyorum. Şu anki siyasi iktidar da devleti bütün kurumlarıyla kendi hegemonyasına aldığı için, bir siyasi parti olmaktan çıkıp bir tür rejim haline geldi. Bu yüzden siyasi parti ve devleti birbirinden ayırarak konuşmak neredeyse imkânsız hale geldi.”   Kadınlar nasıl bir barış istiyor?   “Kadınlar nasıl bir barış istiyor?” sorusunu, “Kadınlar, güvenlik algısının değiştiği bir barış istiyor” diyerek yanıtlayan Feride Eralp, savaş politikalarıyla yıllardır yalnızca devletin bekasının korunduğunu, toplumun ise güvencesiz bırakıldığını belirtti. Feride Eralp, “Bizim toplumumuzda güvenlik hep devletin güvenliği, bekası olarak tanımlanır. Kadınlar ise kendilerini sokakta da, evde de güvende hissetmezler. Çünkü bu ülkede ve dünyanın pek çok yerinde kadınlar sistematik olarak erkek şiddetine uğruyor. Bu şiddeti önlemeye, ortaya çıkaran eşitsizliği ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir devlet politikası göremeyiz. Devletin güvenliği değil, kadınların evde, sokakta güvenle yaşayabildiği bir dünyayı hayal edebilmemiz için önceliklerin değişmesi gerekiyor. Ama savaş politikaları bu devletin önceliği. Savaş sürdüğü sürece bizim güvenliğimiz değil, devletin güvenliği öncelikli olacak.   Biz de devletin güvenliğine feda edileceğiz. İkincisi, savaş dediğimiz şey yaşam alanlarını ve toplumsallığı yıkmak oluyor. Devlet, Kürt halkının yaşam biçimini, toplumsal bağlarını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Oysa bu toplumsal bağlar, kadınların da birbirleriyle kurduğu dayanışma bağları. Bu bağlar yıkılırken yeniden kurulması gereken hayatların tüm yükü yine kadınların omuzunda kalıyor.   Erkek egemen şiddet savaş politikalarından çok besleniyor. Abluka dönemlerinde duvar yazılamalarını gördük: jandarma, polis, özel harekâtçıların evlere, sokaklara yazdığı tecavüz tehditleri vardı. Bir halkı tehdit etmek için kadınlara yönelik tecavüz tehdidi kullanılıyor. Bu yüzden kadın savaşçıları çırılçıplak soyuyor, teşhir ediyor; gözaltına alınan kadınlara çıplak aramayı bir işkence biçimi olarak kullanıyorlar. Kadın bedenini aşağılamak yoluyla bir halkı, bir kimliği, bir toplumu korkutabileceklerini, değersizleştirebileceklerini düşünüyorlar. Biz Kürt olmasak da, çatışma bölgesinde yaşamıyor olsak da, bir kadının bedeninin nesne ve silah haline getirilmesi, hepimiz için tehdit anlamına geliyor. Biz bu bağlantıları gören kadınlar olduğumuz için barış istiyoruz” sözlerini kullandı.   ‘Kadınsız barış mümkün değil’   Feride Eralp, kadınların yer almadığı bir barış sürecinin sadece iktidarların çıkarına hizmet edeceğini vurguladı. Feride Eralp, “Çatışmaların çözülmesi, silahların susması elbette kadınlar olmadan da mümkün. Kadınlar olmadan da yeni sistemler, devletler, bölgesel yapılar kurulabiliyor. Orta Doğu’da gözümüzün önünde yaşanıyor bu. Ama kadınlar olmadan; çatışma dinamiklerini ortadan kaldıran, herkesin huzurlu, güvenli, refah içinde yaşadığı, kalıcı ve toplumsal bir barış mümkün mü? Tabii ki değil. Bu, kadınların yaşadıklarına kör bir barış olur. Savaş, cinsel şiddete alan açtı. Kürdistan’da özel harekâtçıların ve üniformalı kolluk güçlerinin, liselerin yakınlarında konuşlandığı, genç kadınları taciz ettiği, uygunsuz fotoğraflarını çekip ailelerine göndermekle tehdit ettikleri anlatılıyor. Bunları konuşmayan, ‘üniformalı şiddet nasıl ortadan kalkar?’ diye tartışmayan bir barış, gerçek anlamda iyileşme sağlayamaz. Bu yüzden kadınsız barış mümkün değil. Barışın toplumsallaşması için mücadele etmek zorundayız. Sadece kadınların değil, tüm toplumsal kesimlerin barışın toplumsallaşması için mücadele vermesi gerekiyor” dedi.   ‘Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’   Tam da bu noktada kadınlar olarak barışı inşa etmek için ortak bir barış zemini kurduklarını kaydeden Feride Eralp, “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”ni bu ihtiyaç doğrultusunda oluşturduklarını dile getirdi. Feride Eralp, şunları söyledi: “Tüm süreçlerden bağımsız olarak kriminalize edilerek toplum gündeminden uzaklaştırılan barışı, herkesin talebi haline getirmek için bir araya geldik. Barış talebini örgütlemek ve bunu toplumsallaştırmak isteyen kadınlar olarak bir araya geldik. Mevcut süreç, o kadar üst siyasette yürütülen bir süreç ki; MHP’nin, Devlet Bahçeli’nin, AKP’nin, Cumhurbaşkanı’nın, heyetlerin yer aldığı bir üst siyaset süreci. Toplumsal alanda tartışılmıyor, organik ilişkiler çok zayıf.   Bizim, her ne olursa olsun o taraf, bu taraf ne derse desin kadınlar olarak toplumsal alanda örgütlememiz gereken bir barış mücadelesi var. Bu mücadele, onlardan bağımsız da var olabilmeli. Yani onların süreci bittiğinde bizim barış mücadelemiz de bitecek bir şey olmamalı. İstikrarlı bir şekilde kendini sürdüren ve dolayısıyla üst siyaseti etkileyebilen, ona bağımlı olmayan, gerçek anlamda toplumsal bir barış mücadelesi olmalı.   En temel sınav barışı gündemde tutmaya devam etmek   Türkiye, genel anlamda toplumsal barış hareketleri açısından zayıf bir ülke. Kadınlar bu konuda bir adım önde olabildiler. Bugün önümüzdeki en temel sınav, herhangi bir sürece bağlı kalmadan barış meselesini gündemde tutmaya devam edebilmek. Hepimizin yaşamını değersizleştiren savaş düzenine karşı bir arada mücadele etmemiz gerekiyor. Bu konulardan birini geride bırakırsak, hepsini geride bırakmışız gibi olur. Yani bir konuyu ‘devrimden sonra, barıştan sonra hallederiz’ diye düşünerek ertelemek gibi bir lüksümüz olmadığını düşünüyorum.”   ‘Sonuçları hep birlikte göreceğiz’   Feride Eralp, son olarak şu ifadeleri kullandı: “Mevcut sürecin yürümesi, 27 Şubat’taki toplumsal barış ve demokrasi çağrısı çok önemli ve sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. ‘Bizim barış mücadelemizle bunlar alakasız, kopuk şeylerdir’ demek doğru değil. Toplumsal bir barış mücadelesi; koşullardan, aktörlerden, bu aktörlerin yayınladığı mesajlardan bağımsız olarak, kendi talebini ve nasıl bir barış tahayyül ettiğini ifade edebilen bir harekettir. Neden? Çünkü bir gün aktörler ‘Hayır, barış değil, savaş’ dediğinde biz de mi ‘Tamam, savaş’ diyeceğiz? Bu durumda, barış hareketinin kalıcı ve sürdürülebilir olmasının önü kesilmiş olur.   Oturup izleme lüksümüz yok   Barış hattımızın kendi ilkeleri, prensipleri ve hedefleri olmalı. Toplumsal barış ve demokrasi çağrısını görmezden gelmeliyiz demiyorum; ancak kendimizi onlarla sınırlamamalıyız. Barış mücadelesi, umutlu olmanın en zor olduğu alanlardan biri. İçinde çok fazla hesap barındırıyor. Ama kendimizi konunun dışına çıkarıp bir tür ‘konforlu umutsuzlukla’ kenarda oturma, sadece izleme lüksümüz yok. Olacak diye umduğumuz bir barışın kıyısından döndük ve çok büyük bir çöküş yaşadık. Umutsuz olmak kolay, ama umutsuz olmamayı seçmek zorundayız.”