Ayşe Düzkan: Şimdi sıra Türklerde 2025-05-27 09:07:09   Melike Aydın   İZMİR - PKK’nin fesih kararını değerlendiren Gazeteci Yazar Ayşe Düzkan, Kürt sorununun çözümünde siyasi iradenin belirleyici olması gerektiğini söyledi.   Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından, PKK 1 Mart’ta ateşkes ilan etti. Son olarak örgüt, 12’nci Kongresi’nde kendini feshetme kararı aldığını duyurdu. Türkiye cephesinden henüz somut bir adım gelmese de bu karar, dünya kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor.   2013-2015 yılları arasında süren ve ‘Çözüm Süreci’, ‘Çatışmasızlık’ ya da ‘Barış Süreci’ olarak anılan dönemin tanıklarından biri olan Gazeteci Yazar Ayşe Düzkan, yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.   ‘Türkiye çözüm sürecini Suriye için başlatmıştı’   Bir önceki sürece dair Suriye’deki gelişmeleri hatırlatan Ayşe Düzkan, bu süreçte de Suriye’nin yine gündemde olduğuna dikkat çekti. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’den toprak almak ve Suriye’deki gelişmelerin parçası olmak istediğini ifade eden Ayşe Düzkan, iki cephede savaşılmayacağını düşündüğü için Kürt cephesini kapatmak istediğini kaydetti. Daha sonra Suriye’deki “tekfirci” güçlerle birlikte iş yapmanın mümkün olduğunu görünce de çözüm sürecini bitirdiğine işaret eden Ayşe Düzkan, “Çözüm süreci ve hendek meselesi, daha sonra iyi gazetecilerin ve iyi tarihçilerin bütün tarafları konuşturarak ve tüm taraflardan bilgi alarak ayrıntılı şekilde değerlendirebileceği bir süreçtir. Ama esas olarak Suriye’nin etkili olduğunu düşünüyorum. Şunu da görüyorum; bunun sonucunda Kürt Özgürlük Hareketi'nin Suriye’de nasıl bir varlık göstereceğini kendi paradigması içerisinde hesap etmemişti. ‘Kobanê düştü, düşüyor’da da şöyle bir şey vardı: ‘Bizim orada bir şey yapmamız lazım.’ O dönemde koridor açıldı, Peşmerge geçti, hiç beklenmedik durumlar oldu. Bu, o dönemde çok çarpıcı bir gelişmeydi. Bunlar unutuldu, şimdi ise olan şeylere şaşırılıyor” dedi.   'Rejim değişikliği 15 Temmuz’dan sonra’   Sağ siyasetten ve basından zaman zaman Kürtlerle ilgili hâkim söylemin dışında konuşanların hep olduğunu, ancak o dönemde yandaş olarak adlandırılan kişilerin Kürt Özgürlük Hareketini ve Abdullah Öcalan’ı övmeye varan fikirleri dillendirmeye başladığını hatırlatan Ayşe Düzkan, “Aynı şekilde, Akil İnsanlar şehir şehir gezip bazı şeyler anlattı. O dönemde bence devletin halkı ikna etmek gibi bir meselesi vardı. Ama sonra her şey paldır küldür ilerledi. Bence esas rejim değişikliğinin noktasını koyan şey 15 Temmuz’dur. 15 Temmuz’un birinci yıl dönümünde İstanbul’da metro istasyonu içerisinde bir görsel vardı. O resimde bir er vardı; çok korkmuş, aciz bir insan olarak temsil ediliyordu. Bu anlamlıydı. Bu durum, militasizasyondan vazgeçmek değil; askerin küçük gösterilmesiydi. O, var olan yeni rejimin kendisine itiraz edebilecek asker içindeki unsurları itibarsızlaştırma ve tasfiye çabasıydı. 15 Temmuz, asıl rejimin değişikliğinin işaretidir” sözlerini kullandı.   ‘Yeni gelişen süreçte de Suriye etkili’   Suriye’deki hukuk sistemine ve devlet yapısına değinen Ayşe Düzkan, Suriye’deki savaşın ABD’nin orada varlık gösterememesi nedeniyle çıktığını ifade etti. Ayşe Düzkan, “Suriye’de, bir kısmı Avrupa’da İslamafobi sebebiyle radikalleşmiş, bir kısmı ülke içerisinde, bir kısmı ise para verilmiş radikal İslam tekfircilik hep vardır. Ama bunlar silahlandırılmazlarsa tekfirciler olarak ölür giderler, ailelerine ve yakınlarına zarar verirler. Bunlar silahlandırıldı ve yönetime karşı bir güç haline getirildi. Bu güç, tekrar Avrupa’ya ve aynı zamanda ABD’ye yönelen bir şey haline geldiğinde işler değişti. O zaman Esad, ‘Zaten bize gönderdiler, zaten geriye gittiler’ dedi. Şimdi de aynı şeyi yapıyorlar. Suriye yeniden tasarlanırken, yeniden görüşmelerin başlaması Suriye ile alakalı. Mesela şöyle bir mesele var; Türkiye Suriye’ye kaymakamlık atıyor, PTT var. Sokakta bunu bilen iki kişi çıkarsa çok şanslıyız. Kimse bilmiyor bunları” diye konuştu.   ‘Bir yönetim aracı haline gelen ‘terör’ kavramı elinden alınacak’   Cihatçıların “PKK silah bırakırsa Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının meşruiyeti kalmayacağı” söylemini hatırlatan Ayşe Düzkan, Türkiye’nin sadece Suriye’de ya da Irak'ta Kürtlerin bulunduğu alanlarda askeri ve idari varlığa sahip olmadığını kaydetti. Ayşe Düzkan, “Libya’da da bir dönem vardı. Libya’da Kürt mü var, hayır. Türkiye’de şöyle bir noktaya geldik: Çok uzun bir süredir iktidar, ‘terör’ kavramını yönetim aracı olarak kullanıyor. Bu, elinden alınacak ve bundan sonra en önemli farklardan biri bu olacaktır” şeklinde ifade etti.   ‘CHP’nin tavrı çözüm sürecine göre olumlu’   CHP’nin önceki dönem Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, iktidarın ‘terörle iltisaklandırılma’ kaygısı ile sürece uzak durduğunu; şimdiki Genel Başkan Özgür Özel’in ise CHP’nin o konseptini ve tutumunu değiştirdiğini söyleyen Ayşe Düzkan, şöyle devam etti: “Sadece kent uzlaşısından bahsetmiyorum. Bütün söylemlerinde, bazen kendi seçmen kitlesini de şaşırtacak şekilde, Kürtlere el uzatan bir tutum içinde. Bu, Özgür Özel'in CHP’sinin bütün sorunları çözdüğü veya kendi ideolojik sorunlarını da çözdüğü anlamına gelmiyor. Muhalefetin de sahip çıkması gerekiyor, çünkü şu çok açık: Aldığı oy itibariyle Türkiye’nin geleceğinde, en iyi ihtimalle, CHP var. Dolayısıyla oradan da destekleyen bir tutum alınması çok büyük bir fark yaratır. Kılıçdaroğlu'nun Yenikapı konsepti bu tutumu iyi ifade eder. Çok kritik bütün noktalarda AKP iktidarının yanında durdu. Şimdi farklı bir durum var.”   ‘Kürt sorununun siyasi çözümü için silahlar sussun’   Sadece barış yanlısı değil, Kürt sorununun çözümünden yana olduklarını ve silahların susmasını istediklerini kaydeden Ayşe Düzkan, “Boş bir ateşkesten bahsetmiyoruz. Bunu, bu işlerden habersiz, kendi hayatındaki birçok meseleyle bu konu arasındaki bağı kurmakta zorlanacak siyasal bilince sahip, bu topraklarda yaşayan insanlara anlatmamız gerekirdi. Barışın toplumsallaşması, barış mücadelesi budur. Bütün bu süreçlerde suikastler de olur, işkenceler de olur, insanlar hiç olmadık sürelerde cezaevlerinde kalır. Bu hukuksuzlukların hepsi böyle süreçlerde olmuştur. Ama mesela Bahçeli’nin çok üzerinde durulması gereken bir lafı vardı: ‘Bırakın patlıcanı, mermi kaça?’ demişti. Bana ne mermiden. O yoksul, sıvasız evlere düşen; o evlere asılan bayrakları yeterince izah edemedik. Barışın toplumsallaşması böyle bir süreç olurdu. Orada eksik kaldığımızı düşünüyorum. Başlayınca başarılı olabilir mi çok emin değilim ama konu budur” sözlerini kullandı.   ‘Türk halkı emperyalist politikalara karşı olmalı’   Türkiye’de barışı savunan sosyalist hareketlerin önemli bir kısmının “terör yanlısı” olarak kodlandığını, barışın toplumsallaşmasının aydınlardan ziyade hak örgütleriyle sağlanabileceğini vurgulayan Ayşe Düzkan şunları dile getirdi: “Kimse aydınları dinlemiyor, aydınlar da birbirini dinlemiyor. Türkiye’nin uluslararası arenada elinin çok güçlü olmadığını düşünüyorum. Donald Trump bölgede yeni bir sistem kurmak istiyor, Türkiye de onunla işbirliği içinde, ona yatkın. Hepimiz  Türkler, Kürtler  güven ve refah içinde, mutlu yaşamalıyız. Ben tek meselenin Kürt meselesi olduğunu düşünmüyorum. Bu, savunma sanayinin küçülmesi anlamına gelebilir. Bu silahlanmaya ‘savunma’ diyorlar. Ayrılan paraların topluma eğitim ve sağlık hizmeti olarak dönmesi için ortam oluşması anlamına gelir. Şunu da söyleyeyim: Ulusalcıların önemli bir kısmı emperyalizme karşı olduğunu söylüyor. Ben de emperyalizme karşıyım; bunun her solcunun bir parçası olduğunu düşünüyorum. Ama mesela bir İngiliz için emperyalizme karşı olmak ‘Britanya gitsin Hindistan’ı işgal etsin, başka yere vali atasın yeter ki bize karşı olmasın’ anlamına gelmiyorsa, ben de emperyalizme karşı olmayı sadece Türkiye’ye yönelik müdahaleler olarak algılamıyorum. Benim vergilerimle Suriye’de kaymakam atanmasın. Böyle bir farkımız var onlarla.”   ‘Birlikte mücadele mümkün’   Çok geniş kesimlerin iktidara karşı muhalefet ettiği bir dönemden geçildiğini ve bu süreçte Zafer Partisi gibi partilerin, bu muhalefetin Kürt Özgürlük Hareketiyle birleşmesini engelleyen bir tampon konumunda olduğuna dikkat çeken Ayşe Düzkan, “Her şey demokrasi ile ilgili değil; geleceksizlik, ekmek kavgası, bütün bunların etkisi var. İmkanı olan yurt dışında yaşamak istiyor, tabii Avrupa’da. Toplumsal olarak kaotik dönemlerden geçiyoruz. Tarihsel olarak bu çok zordur ama büyük imkanlar da barındırır. Politik olsun ya da olmasın, Kürtler Türklerle birlikte yaşıyor, evleniyor, boşanıyor, kahvede oturuyor. Bu tür tanışıklıklar, politik metinlerden çok daha değerli ve dönüştürücüdür. Bu meselenin siyasal yöntemlerle çözülmesi gerektiğine inananlara bu anlamda iş düşüyor. Sadece siyasi araçlara, aparatlara, siyasi kimliklere değil; bu anlamda umutluyum” diye ifade etti.   ‘Kürt Özgürlük Mücadelesi köklü toplumsal dönüşümler yarattı’   Gerilla mücadelesinin verildiği süreçlerin farklı ilerlediğini, bölgedeki ve farklı devletler arasındaki konjonktürün sonuç getirici olduğunu dile getiren Ayşe Düzkan, Kürt Özgürlük Hareketinin diğer örneklerden farklı olarak önemli toplumsal değişiklikler yarattığını kaydetti. Ayşe Düzkan, “Uluslaşma ve modernleşme süreçleri, kadınların nasıl yaşadığı üzerinden ilerler. Modernleşme süreçleri, toplumun nasıl organize olduğu üzerinden ilerler. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi, özgürlükçü, eşitlikçi, demokrasi yanlısı tohumlar attı; hem kendi toplumuna, hem bölgeye, hem Türkiye’ye. Bir önceki çözüm sürecinden bugüne, bütün o vahşete, acılara rağmen yeniden devam edildiyse, o tohumlar sayesindedir. Leyla Halid, ‘Bizi toprağa gömdüler, tohum olduğumuzu bilmiyorlardı’ diyor. Burada da böyle bir şey var. Bu, geri döndürülemez bir süreçtir. Tabii ki İslami güçler var, erkek muhafazakarlığı var ama örgütlenme alışkanlıkları, özgürlükçü bir ruh hali de var. Diyarbakır bugün bir kadın açısından gece İzmir kadar güvenliyse, bunda bütün bu mücadelenin etkisi vardır, HÜDA PAR ne yaparsa yapsın. Türkler ve sosyalistlerin daha farklı bir topluma ulaşmak için bunu da görmesi gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan, sosyalizmin kirletilmiş bir şey olduğunu düşünüyorum. Komünizmin de. Bugün komünizm deyince Cumhuriyet anlaşılıyor. Oysa cumhuriyeti savunmak, Fransız Devrimi’ni savunmaktır. Komünizm, proleter devrimidir ve Sovyet Devrimi’dir. Üretim araçlarının özel mülkiyetine dair bir şey söylemektir” dedi.   ‘Demokrasi devletin işidir, siyaset kader ortaklığını konu edinir’   Demokrasinin, devletin toplumu nasıl yöneteceğine ilişkin bir şey olduğunu, demokratik toplum değil ancak eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı bir toplum olunabileceğini ifade eden Ayşe Düzkan, bunun da toplumda yürütülecek propaganda ve siyasi çalışma ile elde edilebileceğini belirtti. LGBTİ’lerin varlıklarının yasaklandığını, hatta son olarak şişman olmanın dahi yasaklandığını kaydeden Ayşe Düzkan, “İnsanlar olarak daha da eşit olmamız gerektiği, daha özgür olmamız gerektiği ve birbirimize esas düşmanın kim olduğunu göstermek gerek. Esas düşman, bugün kriminalize edilen, şeytanlaştırılan Kürtler veya Araplar değildir. Bu meseleleri tarihten tartışmak, aydınların, entelektüellerin, tarihçilerin meselesidir. Siyaset, bugün neden eşit olduğumuzu, kardeş olduğumuzu, neden bugün kader ortağı olduğumuzu konu edinir. Kürtler, Türkler, işçiler, patronlar değil ama neden kader ortağı olduğumuzu konu edinir. Aynı şekilde, neden kadınlar olarak kader ortağı olduğumuzu söylemekle bu anlayış ilerler” diye belirtti.   ‘Sosyalistler bugünü anlamaya çalışmalı’   Konuşmakta çok geç kalındığının altını çizen Ayşe Düzkan, “Sosyalistler, geçtiğimiz 10 yılda, hatta Gezi’den beri, güçlerini çok kaybetti. Fakat nedense kendilerine değil, Kürt hareketini eleştirmeyi tercih ediyorlar. Burada bir yanlış rol dağılımı olduğunu düşünüyorum, tekrar düşünmeliyiz. Bu ülkede eşitlik, özgürlük, emeğin siyaseti, 19’uncu yüzyılda yazılanlardan alıntı yapılarak değil ilkelerle bir derdim yok, bugünü anlamaya çalışarak olur” diye ekledi.