‘Kürdistan’da eko soykırım’ 2025-07-13 09:03:16   AMED - Barış sürecinin konuşulduğu bu günlerde Kürdistan topraklarının eko kırımla karşı karşıya kaldığını söyleyen Ekoloji Derneği üyesi Çilem Aydın, “Ekolojik denge sağlanmadan barış olamaz. Çünkü doğa ile barışılmadan barışın olması mümkün değil. Barış bir bütündür ve her yanını düşünmek gerekiyor” dedi.   Kürdistan toprakları, sermaye şirketlerinin rant alanı haline getirilmeye devam ediliyor. Gelinen aşamada, bu tarihi coğrafyada devasa Güneş Enerji Sistemleri (GES), maden arama projeleri, ağaç kıyımları ve orman yangınları gibi doğayı tahrip eden birçok uygulama hayata geçiriliyor. Devlet destekli bu projeler, bölgeyi sermayeye açmanın aracı hâline geliyor.   Gelinen noktada, bu projelerin doğa üzerinde yarattığı tahribatı Ekoloji Derneği üyesi Çilem Aydın ajansımıza değerlendirdi.   ‘Doğanın dengesi bozuluyor’   Savaşların en büyük ekolojik kırım olduğunu belirten Çilem Aydın, savaşların sadece insanlar üzerinde değil, doğa üzerinde de derin yıkımlar yarattığını vurguladı. Çilem Aydın, şöyle konuştu: “Barışı konuştuğumuz bugünlerde, ekolojik denge oluşturulmadan, doğayla bütüncül ve eşitlikçi bir ilişki sağlanmadan toplumsal barış ve özgürlükten bahsetmemiz mümkün değil. Savaşlar en büyük ekolojik yıkımdır. Savaşlarda sadece insanlar ölmüyor ne yazık ki. Yaşam alanları içerisindeki habitatla beraber yok ediliyor, biyoçeşitlilik yok ediliyor. Doğanın dengesi bozuluyor ve geri dönülemez tahribatlara sebep oluyor. Kürdistan coğrafyasında yaşanan savaşlarda, yıllarca orman yangınlarıyla köylerin, alanların boşaltıldığını; ekosistemin, biyolojik sistemin, havanın, suyun, toprağın nasıl kirletildiğini ve yapılan güvenlik barajları adı altında nehirlerin nasıl kurutulduğunu canlı tanıklarıyız bizler.”   ‘Halk göçe zorlanıyor’   Savaş döneminde devletin halkı göçe zorlamasını, gücü elinde tutma taktiği olarak değerlendiren Çilem Aydın, “Birleşmiş Milletler’in yayınladığı son verilerde, savaşların ekolojik yıkımların yüzde 38’ine sebep olduğu kayıtlara geçmiş durumda. Savaş dönemlerinde ormanların yakılması, yaşam alanlarının boşaltılıp imhasızlaştırılması ve göçe zorlanması, iktidarların bir nevi gücü elinde bulundurma taktiğidir. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Nitekim Kürdistan coğrafyasında da böyle olmuştur. Savaşın en çok kızıştığı dönemlerde devlet güçleri eliyle ormanlar yakılmış, oradaki köyler boşaltılmış, tarlalar, meralar yakılıp yıkılmıştır. İnsanlar göçe zorlanmıştır. Güvenlik gerekçesi adı altında güvenlik barajları yapılmış, köyler arasındaki ulaşım engellenmiş ve insanların oralardan göç etmeleri, biyoçeşitliliğin azalması, ekosistem dengesinin altüst olmasına sebep olmuştur” ifadelerini kullandı.   ‘Köylülere göz dağı veriliyor’   Savaş esnasında kullanılan silahların kimyasalları sadece insanları değil de bütün doğayı etkilediğini vurgulayan Çilem Aydın, “Devlet güçleri bunu zaman zaman tekrarlayarak köylere geri dönüş yollarını tümden kapatmıştır. Sürekli yeniden orman yakarak insanların köye dönmesini zor hale getirmiştir. Bu da savaşın sonuçlarından biridir. Bizler şunu iyi biliyoruz ki savaşlarda kullanılan ağır silahların yaydığı kimyasallar sadece insanları zehirlemiyor. Bunun yanında toprağı da, suyu da zehirliyor. Oradaki bütün canlı varlıkların yok olmasına sebep oluyor. Ekosistem altüst oluyor bir nevi aslında. Bu savaş döneminde de devlet güçleri tarafından döşenen ve sadece devlet güçlerinin yerini bildiği mayınlar var. Bu mayınların nerede olduğu şu an bilinmiyor ama bunların yarattığı bir hayati risk var ne yazık ki. Barışın konuşulduğu bu günlerde insanlar yeniden köylerine dönüş hayalleri kurarken ve tam da bunun hazırlıklarını yaparken şimdilerde de sermaye şirketlerinin bu köylere göz dikmeleri söz konusudur. Köylere yeniden yollar yapılmaya başlandı ama aslında bu köylülerin topraklarına yeniden dönmesi için değil; sermaye şirketlerinin ağır iş makinelerinin ve onlara destek veren askeri güçlerin geçişi için. Köylülere göz dağı veren askeri güçlerin araçlarının o yola girebilmesi için bu yollar sağlanıyor” diye kaydetti.    ‘Köylülerin mücadelesi devam ediyor’   Kürdistan coğrafyasının genelinde, başta Amed’in ilçeleri ve köyleri olmak üzere yaygınlaşan maden arama çalışmalarına işaret eden Çilem Aydın, “Ağaç kıyımları, orman yangınları, büyük devasa GES projeleri hayata geçiriliyor. Bunun gibi birçok çalışma yapılıyor. Bu da sermaye şirketlerinin o bölgeye girip daha çok rant elde etmeleri için devletin de anlaştığı yerler karşımıza çıkıyor. Bunun en sıcak örneğini Amed’in Kulp ilçesinde Hesendin yaylasında görüyoruz. Hesendin yaylası, 17 yıldır maden arama şirketlerine karşı mücadele veren bir yayla. Burada yaklaşık 17 tane köy var. Burada yapılan maden arama çalışması sadece bu 17 köyü etkilemeyecek. Kulp’un çevresinde Silvan Barajı var. Bir de hemen yanı başında Sarım Havzası var. Sarım Havzasında da bir baraj yapma planı vardı. Şu anda zaten köylülerin verdiği bir mücadele devam ediyor; halen bir mahkeme süreci mevcut. Yani Silvan, Sarun ve Kulp üçgeninde ve orada bulunan toplam 17 köyün yaşam alanını etkileyecek bir proje aslında. Şu anda da köylülerle konuştuğumuzda, mesela maden arama çalışmalarından dolayı burada ciddi bir şekilde toprakta sıkıntı olduğunu, zehirlenmelerin olduğunu ve artık toprakta bir domatesin bile yetişmediğini belirtiyorlar. Bostan yapamadıklarını, suların kirlendiğini söylüyorlar. Bu Hesendin Yaylası, 90’lı yıllarda boşaltılmış köylerden oluşan bir yayla. Şu anda barışın konuşulduğu bir dönemde insanlar buralara yeniden dönmeyi düşünürken, maden şirketlerinin buraya göz dikmesi ile karşı karşıya kalmış durumdalar” dedi.   ‘Devletin desteği mevcut’   Bu projelere devletin desteğinin olduğuna değinen Çilem Aydın, “Yine güvenlik barajları adı altında barajlar yapılmış, yaşam belirtisi olan nehirler kurutulmuş, içindeki canlılar yok edilmiş, köylere ve yaşam alanlarına ulaşım imkânsız hale getirilmiştir. Tarihi yapılar, hatta mezarlıklar sular altında bırakılmıştır. Devletin de bir desteği var bunlara karşı. Daha insanlar bu köylere dönüşlerini gerçekleştirmeden yollar yapılmaya başlandı. Sermaye şirketleri önce yolları yapmaya başladı, sonra bunlar gelmeye başladı. Yol neden yapılır? İnsanlar köylerine dönebilsin diye ama bunlar sermaye şirketlerine yol açmak için yapıldı. Kulp’un Ağaçlı Köyü’nde devasa bir GES projesi uygulanmakta. Burası, sahte bir evrak ve fotoğrafla Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu alınmış bir proje. Köyün yaşam alanına 48 metre uzaklıktaki bir alana, 26 hektarlık bir devasa GES santrali projesi var. Köylülerin ortak kullandığı bir mera alanı var. Hemen yanı başında ise bir gölet var; bu, oradaki halkın sulama kanalı. Bu proje hayata geçirilirse, projenin depolamasından kaynaklı radyasyon yayması söz konusu. Bu radyasyon toprağı, suyu, havayı zehirleyecek ve göleti kurutacak. İnsanların mera alanını yok edeceği için geçim kaynakları ve yaşam alanları olmayacak. İnsanlar yeniden 90’lı yıllarda olduğu gibi tekrar göçe maruz kalacaklar” diye belirtti.    ‘Çok ciddi bir eko kırım söz konusu’   Hâlihazırda olan projenin 50 kat büyütülmesiyle oluşacak eko kırıma dikkat çeken Çilem Aydın, “Dicle’nin Heridan ve Pirejman köyünde 10 yıl önce yapılan bir maden ocağı var. O maden ocağı ile zaten köye verilen çok tahribat söz konusu. Köylülerle konuştuğumuzda artık badem ağaçlarının badem tutmadığını, üzüm bağlarının üzüm vermediğini ve yüzde 10, yüzde 20 verim aldıklarını belirtiyorlar. Köyün çeşmesinden su içemediklerini, yaşlı kadınlar ve çocuklar olmak üzere birçok kişi de sağlık sorunlarının çıktığını ifade ediyorlar. Bu 10 yıl önceki bir proje yetmezmiş gibi, şu anda bu köyde hâlihazırda olan maden ocağının 50 kat büyütülmesi için bir başvuru söz konusu. 10 yıl önceki bir maden ocağı bu denli zarar vermişken, 50 kat büyüklükte bir projeyi hayal etmek gerçekten içler acısı. Sadece köylüler değil, bütün doğa ve ekosistem etkilenecek oradan. Bahsedilen o kadar devasa bir alan ki neredeyse Dicle kadar bir alanda ağaç kesimi gerçekleşecek. O ağaç kesimi demek, oradaki canlıların yok olması; kuş yuvalarının, biyoçeşitliliğin, endemik türlerin yok olması demek. Köylülerin zaten hâlihazırda şikâyetleri var. Bu proje bu denli büyütülürse çok ciddi bir eko kırım söz konusu olacak” diye kaydetti.    ‘Doğa ile barışılmadan barış olmaz’   Hâlihazırda hâlâ devam eden projelerden söz eden Çilem Aydın, “Yakın tarihte Silopi’de planlanan Şenova Barajı var. Burası da kum ocakları için planlanan bir baraj. Barajın yapılacağı yer Heftbori bölgesi geçiyor. Orası doğal güzelliğiyle insanları adeta büyüleyen bir yer. Hem turizm açısından hem de biyoçeşitlilik açısından ve her yerden suların aktığı bir yer. Buraya baraj yapılmasıyla burası tamamen yok olacak. Oradaki canlı türleri, yabani hayat, ağaçlar hepsi sular altında kalacak. Bu Heftbori bölgesi aynı zamanda göç bölgesi ve kuşların göç yollarını da etkileyecek. Geçmişte yapılan onlarca barajı biliyoruz. Bunların etkilerini ve sonuçlarını da biliyoruz. Çok yakınımızda ne yazık ki yakın zamanda gerçekleşen Ilısu Barajı var. Hasankeyf büyük bir tarih sular altında kaldı. Silvan Baraj projesi, 20 yıl önce, 2010 yılında başlanmış ve bu günlerde tamamlanmak üzere. Burada 8 tane baraj, 23 tane de sulama projesi mevcut. Bu projenin tamamlanması demek 17 köyün boşaltılması ve 30’dan fazla köyün de bir kısmının boşalması anlamına geliyor. 90’larda yakılarak yıkılarak boşaltılan köyler, şu an bu tür projelerle boşaltılıyor. Bir yandan barıştan konuştuğumuz bu dönemde, bir yandan da çok ciddi bir eko kırım söz konusu. Bu yüzden diyoruz: Ekolojik denge sağlanmadan barış olamaz. Çünkü doğa ile barışılmadan barışın olması mümkün değil. Barış bir bütündür ve her yanını düşünmek gerekiyor” dedi.    ‘Doğamız, sermaye şirketlerine rant oluyor’   Kültürel miraslarımızın sermaye şirketlerine rant alanı olduğuna işaret eden Çilem Aydın, “Dicle ve Fırat nehri üzerine kurulan barajlar sadece orayı etkilemiyor; bütün dünyayı etkiliyor. Ciddi bir kültürel miras sular altında kalıyor. Dicle ve Fırat nehri üzerinde nesli tükenmeye yüz tutmuş birçok hayvan türü var. Bunlar da yok olmaya yüz tutuyor. Örneğin Dicle kaplumbağası var; nesli tükendiği, artık yavaş yavaş tespit edilmiş durumda. Bu nehirlerin yok olması demek onların da yok olması demek. Toplu balık ölümlerine sebep oluyor. Çünkü göç yolları bunların üzerinde olduğu için yapılan bu barajlarla göç yolları engellenmiş oluyor. 90’larda yakılan ormanlar vardı; şimdi ise ağaç kıyımları var. Son 2 yıldır Cudi’de yarım milyon ton ağaç kırımı gerçekleşti. Bizler de iyi biliyoruz ki bir yerlerde ormanlar yok ediliyorsa, oralarda bir yere rant açma amacıyla yapılıyordur. Bu dünyanın her yerinde böyledir; Kürdistan coğrafyasında da bu böyle. Bu ormanların yakılıp yıkılması, sermaye şirketlerinin buraya rant alanı açması için alan hazırlaması demek. Geçen yıllarda Gabar Dağı’nda çıkan yangında, yangının çıkış sebebi aslında bir petrol arama şirketinin olduğu iddia edilmişti. Bu da bizde ‘acaba’ sorusunu doğuruyor. Orman yakıldı, ağaçlar yok oldu ve petrol arama şirketleri var. Burası rant alanı olmaya mı çalıştırılıyor?” diye sordu.    ‘Bu gerçekten umut verici’   Yapılan projelerin doğanın dengesini bozduğunu kaydeden Çilem Aydın, halkın bu yapılan kırımlara karşı mücadelesini sürdürdüğünü sözlerine ekledi. Çilem Aydın, devamında, “Bir yerde bir şeyin yapılması planlanıyorsa önce ormanlar yakılıyor, devasa yollar yapılıyor ve ondan sonra sermaye şirketleri geliyor. Yolun olmadığı bir yerde maden ocağının açıldığını görmedim. Bir köye ne zaman ki yol yapılsa, insanlar diyor ‘Bunda bir iş var.’ Normalde devlet gelip oraya yol yapmaz. Bu da doğal olarak kafada soru işaretleri doğuruyor. Kürdistan bölgesinde örnek gösterebileceğimiz çok yer var; Munzur da var mesela. Bazı yerlerde ciddi mücadeleler yürütülüyor ve başarıya da ulaşılıyor. Bu gerçekten umut verici. Kürdistan coğrafyası sermaye şirketleri tarafından kuşatılmış durumda. Bizim burada üstümüze düşen şey direnmek. Beraber ve dayanışma içinde direnmek. Köylüler bunu çok güzel yapıyorlar. Şu anda Hesendin yaylasında çadırlı oturma eylemi var. Orada insanlar köylerine maden ocakları gelmesin diye kaç gündür oturma eylemi yapılıyor. Örneğin Dicle’de yapılan projenin 50 kat büyütülmesi için bir heyet geldiğinde köylüler hemen birleşip oraya gidip nöbet tutup, oradaki heyete dertlerini anlatıp bu projenin neden 50 kat büyütülmemesi gerektiğini söylüyorlar. Orada mesela yan köyden bile katılım sağlayan köylüler var. Bizim köyümüze kuruldu, biz yandık, bari diğer köyler yanmasın. Çünkü herkes şu gerçeğin çok farkında: Bir yere yapılan bir şey her yeri etkiliyor. Nehirler, dağlar, doğa, birbirine bağlı zincir bir döngü içindedir. Bir yere müdahale edilince oranın dengesi bozulduğu vakit başka yerleri etkileyecektir” sözlerine yer verdi.    ‘Tarih için çok büyük bir utanç’   Çilem Aydın son olarak şöyle konuştu: “Küresel iklim değişikliğinden kaynaklı, bizim doğal dengemiz bozulmuş durumda. Amed’de örneğin Temmuz ayında fırtına çıktı. Çiftçilerin çoğu şikayetçi; bu yıl düzenli bir meyve hasadı alamadılar. Çünkü zamansız ağaçlar dolu yedi. Bunlar hepsi bu yapılan GES’lerin, maden arama çalışmalarının doğaya verdiği tahribatları gösteriyor. Doğanın insanlara bir cevabı şeklinde. Şu an Kürdistan coğrafyasında çok ciddi bir eko soykırım söz konusu. Barışa her gün yaklaştığımız, silahların susmasının konuşulduğu bir dönemde bu tarz eko kırımların tarihe geçmesi bizim için, tarih için çok büyük bir utanç. Ancak gelecekte geçmişle yüzleşildiği zaman bu tarihe not düşülecek. İllaki bunun bir hata olduğu anlaşılacak. Özeleştiri verilme zamanları gelecek. O zaman her şey için çok geç olacak. Biz bunu çok iyi biliyoruz ki doğa ile savaşta kazanan hiçbir zaman insanlar olmuyor. Geçmişten örnekler alarak, coğrafyada yapılması planlanan ve devam eden bu tarz eko kırımların bir an önce durdurulması ve barışın yeniden bütüncül bir şekilde doğaya ve evrene gelmesi; toplumsal barışın bu şekilde sağlanması önemli bence.”