Tülay Hatimoğulları: Demokratik entegrasyon yasaları bir an önce çıkmalı 2025-12-08 18:48:47   ANKARA - 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’ne dair Meclis Genel Kurulu’nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, "Hukuka dayalı barış yasası ve demokratik entegrasyon yasalarının bir an önce çıkması lazım. Bu yasalar asla bir pazarlık konusu değil” dedi.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’ne dair Meclis Genel Kurulu’nda konuştu. Tülay Hatimoğulları, 20’nci yüzyıl düzeninin çöktüğünü ancak yenisinin henüz kurulamadığını ifade etti. Tülay Hatimoğulları, büyük bir belirsizliğin yaşandığını, bu nedenle eşitsizlikler, iklim krizi, yoksulluk, yolsuzluk, cinsiyetçilik ve kutuplaşma gibi pek çok durumun giderek yayıldığını kaydetti.    ‘Gayrisafi yurt içi hasılalarının yüzde 5’i NATO’ya verilecek’   Yaşanan durumu “kızılca kıyamet” olarak tanımlayan Tülay Hatimoğulları, "Dünya ölçeğinde silahlanma yoğun bir şekilde artıyor. Geçtiğimiz yaz Lahey’de yapılan NATO zirvesinde, üye ülkelerin gayrı safi yurt içi hasılalarının yüzde 5’inin NATO’ya verilmesi yani silahlanma için harcanması kararı alındı. Benzer bir karar yine 2014’te yüzde 2’ye çıkarılmıştı. Ama ne güvenlik sağlandı ne sulh. Bilakis savaşlar arttı. Barış ve güvenlik silahla değil adil, özgür ve demokratik bir düzenle sağlanır” dedi.   ‘Bölgenin yeniden dizaynı parlamentonun gündemine alması gereken konu’   Küresel ve bölgesel çatışmalara da değerlendiren Tülay Hatimoğulları, “Rusya-Ukrayna Savaşı, İran-İsrail Savaşı, İsrail eliyle bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışılması hamleleri ve Doğu Akdeniz dolayısıyla da Kıbrıs sorunu bu parlamentonun gündemine ehemmiyetle alması gereken konulardır. Ortadoğu ve Afrika'daki savaşlar, batının yüksek teknolojili silahlarıyla yürütülüyor ama ne yazık ki bu silahların finansmanını da bölgedeki petro-dolardan sağlanıyor. Emperyalist güçler adeta bir savaş filmi yazıyorlar ve bu savaş filmi Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da oynanıyor. Bizler birbirimizi öldürüyoruz. Onlarsa senaryosunu kendi yazdıkları filmi büyük bir keyifle izliyorlar. Bizler artık bunlara dur demeliyiz. Bölgemizin trajedisi bitmiyor. Bakın Gazze 2 seneyi aşkındır yoğun bir işgal altında. Ateşkes olmasına rağmen fiilen hayata geçmediğine hepimiz tanıklık ediyoruz” diye belirtti.   ' Suriye'de tek çare adem-i merkeziyetçiliktir '   Tülay Hatimoğulları, konuşmasının devamında şunları kaydetti:    "Suriye’de rejim değişikliğinin üzerinden tam bir yıl geçti. Ama orada sular durulmuyor. Süveyda’da Dürzilerin, Sahil bölgesinde Alevilerin yaşadığı katliam büyük bir insanlık dramı ve hala devam ediyor. Bu baskılar Hristiyanlar, Sunni seküler Araplar üzerinde de devam ediyor. Suriye’de çözümün yolu karmaşık ya da dolambaçlı değil. Bütün halkların kimliklerinin siyasi ve hukuki düzlemde özgürce var olabileceği bir model çözüm üretir. Suriye’nin çoğulcu yapısı göz önünde bulundurulduğunda oranın tek çaresi adem-i merkeziyetçiliktir.   'Kürt-Türk ittifakı sınırların güvenliğinin teminatırdır'   10 Mart mutabakatında da ifadesini bulduğu gibi; Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Hristiyanların ve ezcümle Suriye’deki bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık hakkı temelinde yazılmış olan demokratik bir Suriye anayasası Suriye'nin çözümüdür ve reçetesidir. Türkiye'ye bu anlamıyla çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Türkiye'de bu parlamentoya bu konuda da çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ve şunu gerçekten artık aklımızdan çıkarmamalıyız: 914 kilometrelik Suriye sınırımızda Kürt kardeşlerimizle kuracağımız ittifak, Kürt kardeşlerimizle kuracağımız barışçıl ilişki bizim sınırlarımızın güvenliğinin teminatıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye stratejisi tam anlamıyla buraya odaklanmalıdır. Suriye'de çözümün de demokratik entegrasyonun da yolu adil, eşit, seküler, kadın özgürlükçü ve yerinden yönetim demokratik bir Suriye'nin kurulmasının önünü açacaktır.”   'Kürt meselesi, Cumhuriyet’in kurucu hukuk sözleşmesinin eksik bırakılmış yanıdır'   Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değildir. Ortak ve kamusal yaşamı koruma iradesiyle, müştereklerin ortak bileşkesidir. Eğer Cumhuriyet bir toplumsal sözleşme ise, bu sözleşmenin en temel eksikliklerinden biri Kürt kardeşlerimize burada yer verilmemiş olmasıdır. Kürt meselesi, Cumhuriyet’in kurucu hukuk sözleşmesinin eksik bırakılmış yanıdır ve mutlaka tamamlanmalıdır. Türkiye, çoğulculuğu asla bir tehdit ve tehlike olarak görmemelidir. Farklı halklardan ve inançlardan, 72 milletten insan olarak bizler Türkiye coğrafyasının her birimiz bir zenginliği, her birimiz kıymetlisiyiz. Buradan hareket edilmelidir. Cumhuriyet, ikinci yüzyılında bütün bu zenginlikleri sahiplenen bir yerde durmalıdır.   'Barış ve demokratik çözümün sağlanmalı'   Sayın Öcalan’ın şu vurgusunu hatırlatmak isterim: 'Bu süreç, Kürtlerin Cumhuriyet’e hukuk yoluyla katılımını sağlama ve demokratik Cumhuriyet’i en geniş toplumsal birliktelikle inşa etme sürecidir.' DEM Parti olarak biz, bu ülkenin yararına olacak asgari demokratik programı kısaca özetlemek isteriz: Barış ve demokratik çözümün sağlanması. Bu ülke artık çatışma düzeninin yükünü taşımak istemiyor. Barış, bu toprakların en insani talebidir ve hayata geçmelidir. Kürt sorununun demokratik çözümü, halkların ve özgürlüklerin anayasal güvenceye kavuşması hepimizin ortak çıkarınadır. İkincisi, demokratik Cumhuriyet ve eşit yurttaşlıktır. Türkiye’nin ihtiyacı çatışma, kutuplaşma ve ayrımcılık değil; eşit yurttaşlık hakkının anayasal güvence altına alınmasıdır. Üçüncüsü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlükçü yaşamdır. Kadınların, LGBTİ+’ların, gençlerin ve çocukların yaşam haklarını ve özgürlüklerini yok sayan hiçbir politika demokratik olamaz. Toplumsal cinsiyet eşitliği, özgür ve demokratik yaşamın kuruluş ilkesi olmalıdır. Dördüncüsü, adil bölüşüm ve emekçi odaklı ekonomidir. Emekçiler yoksullaşırken sermayeyi koruyan her bütçe toplumsal adaletsizliği daha da derinleştirir. Çözüm çok açık ve çok nettir: Üretenlerin söz ve karar sahibi olduğu, emek, eşitlik ve adalet odaklı bir ekonomi. Beşincisi, ekolojik yaşam ve iklim adaletidir.   Güçlendirilmiş yerel yönetim vurgusu   Türkiye’nin doğası, toprağı, suyu ve ormanları beton ve rant politikalarıyla yok ediliyor. Özellikle AKP iktidarı hem Türkiye’nin varlıklarını hem de bütçesini yandaşa peşkeş çekiyor. Bunun için en acımasız yöntemler kullanılıyor. Doğayı koruyan, iklim adaletini esas alan, enerji ve tarım politikalarını ekolojik dengeyi gözeterek yeniden kuran bir yaklaşım zorunludur. Altıncısı, yerelden başlayan demokratik dönüşümdür. Belediyelere kayyım atayan, belediye başkanlarını ve eş başkanlarını tutuklayan, yerel inisiyatifi bastıran, yereli yok sayan, yurttaşın seçme ve seçilme hakkını fiilen elinden alan uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir. Kayyım, 21. yüzyılda bu iktidarın kendi eliyle alnına yapıştırdığı bir utanç vesikasıdır. Yerel demokrasi, yerinden yönetim ve halkın katılımını merkezine alan bir toplumsal dönüşüm şarttır. Güçlendirilmiş yerel yönetimler olmadan kentlerimiz nefes alamaz, yerel demokrasiden asla bahsedilemez. Bizler, bu demokratik dönüşüm zeminini DEM Parti fikriyle hayata geçireceğiz.   'Herkes süreci iyi okumalı'   Bu ülke çok ağır bedeller ödedi. Hepimizin, kalıcı bir barışı bu topraklarda tesis etmesi gerekir. Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı sadece Kürt halkına ya da DEM Parti’ye değil, bütün Türkiye halklarına yapılmış bir çağrıdır. Ve şunu özellikle vurgulamak isterim ki, PKK bu çağrıya icabet etti, gereklilikleri yerine getirdi ve geçmiş dönem deneyimleriyle kıyasladığımızda, bu dönemde atılan adımların en somut adımlar olduğunu belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla burada hem devlet, hem muhalefet, hem de iktidar bu süreci çok doğru bir şekilde okumalı, çok doğru bir şekilde değerlendirmelidir. Her kim ki bunu araçsallaştırmaya kalkışırsa, kendi kaybeder.   'Demokratik entegrasyon yasaları bir an önce çıkmalı'   Bu durum Türkiye’ye de ciddi anlamda kaybettirir. Hukuka dayalı barış yasası ve demokratik entegrasyon yasalarının bir an önce çıkarılması gerekir. Bu yasalar asla bir pazarlık konusu değildir. Bunlar, sürecin doğası gereği olması ve yapılması gereken şeylerdir. Yurttaşın taleplerine ve ihtiyaçlarına yok çeken devlet, sıra yurttaştan vergi almaya gelince kepçe kepçe almasını biliyor. Asgari ücretle çalışanlar, memurlar, emekliler insanca yaşayabilecekleri bir maaş ister ama devlet yok çeker. Fakat alınan sakızdan, ekmekten, undan, sudan bol bol vergi alınır. Öğrenciler ve aileleri okullara temizlik malzemesi ya da temizlik görevlisi ister. Devlet yok çeker ama öğrencinin kullandığı silgiden bile vergi alır. Çiftçi, yasal hakkı olan millî gelirin yüzde 1’ini almak ister; iktidar yok çeker ama çiftçiden aldığı mazotun vergisi neredeyse mazotun fiyatını geçer. KHK’liler, hak, hukuk ve görevine iade talep eder.   'Solunun havdan bile vergi alınıyor'   Öğretmenler atama bekler, iktidar “yok” der ama onların soluduğu havadan bile vergi alır. Küçük esnaf, 'Bu kadar vergi veriyorum, bütçe gelirinden bir tas su ben içeyim' der; iktidar yok çeker ama söz konusu vergi, stopaj ve SGK olunca küçük esnafın gözünün yaşına bakmaz. Ve bu arada deprem bölgesindeki esnafımız — burada Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da bulunmaktadır — kendilerine de bizzat iletmek istiyorum: Deprem bölgesindeki esnafımız, mükellefler ve ayrıca muhasebeciler, mücbir sebebin yeniden deprem bölgesinde uygulanmasını talep etmektedir. Sizler de biliyorsunuz ki özellikle belli başlı kentlerimiz olan Hatay, Maraş, Adıyaman gibi şehirlerimizde, deprem yaraları hâlâ ağırdır ve sarılamamıştır.   'Şüpheli kadın ölümleri hızla artıyor'   Türkiye son bir yılda biz kadınların yaşadığı tabloyu sadece böyle bir resmetmeye kalksa şiddetin alasını görecek. Toplumsal eşitsizlikler, erkek şiddeti, kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri hızla artıyor. Yargı erkeği korumaya devam ediyor. İktidarın kadınların kazanımlarına dönük saldırıları devam ediyor. Kadınlar işyerlerinde mobbinge maruz kalıyor. Kadın işsizliği ve kadınların evdeki bakım yükü gittikçe artıyor. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz çalışan kadın sayısı gittikçe artıyor. Dilovası’nda parfüm atölyesinde yanarak can veriyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendiren mekanizmalar zayıflatıldı. Kayyım uygulamalarıyla eş başkanlık ve eşit temsiliyet sistemi ve belediyelerimizin kadın odaklı hizmetleri özel olarak hedef alınıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiler. Şimdi de 6284 sayılı kanunu etkin bir şekilde hayata geçirmek geçirmemek için ellerinden gelen her türlü çabanın içindeler. Ama biz bütün bu karanlık tabloya karşı kadınlar asla enseyi karartmıyoruz. Binlerce yıldır erkek egemen sisteme karşı nasıl mücadele ettiysek şimdi de aynı şekilde mücadele ediyor, etmeye de devam edeceğiz.   'Kadını görmeyen bütçe bizim bütçemiz olamaz'   Bu bütçeye baktığımızda bu bütçede kadının adı yok. Kadın yoksulluğu ekonomik olduğu kadar politik bir meseledir. Çözümü de politik kararlılıkla ve politik mücadeleyle olur. Bu mücadelenin en önemli başlıklarından biri toplumsal cinsiyete duyarlı bütçenin olmasıdır. Ortaya koyduğumuz bu çerçeve sanılmasın ki basitçe bir ekonomik taleptir. Bu yaklaşım aynı zamanda erkek egemen düzene politik bir müdahale ve mücadeledir. Ve sevgili kadınlar işte tam da bu nedenle DEM Parti olarak sözümüzü net söylüyoruz. Kadını görmeyen bütçe bizim bütçemiz olamaz. Her şeyden önce acilen bir Kadın Bakanlığı kurulmalıdır. Eşit işe eşit ücret verilmelidir. Güvenceli çalışma hakkını, bakım hizmetlerinin kamusal sorumluluk taşımasını, ev içi emeğin hakkının savunulmasını, sonuna kadar mücadelesini yürüteceğiz. Bunun için de emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz üzerinde tahakküm kurmak isteyen erkek egemenliğine karşı eşitlik ve özgürlük mücadelemizi ilmek ilmek örmeye devam edeceğiz.”