Kastik katilin mekanları (7)
- 09:01 7 Aralık 2025
- Dosya
Siyasi tutsaklar Sincan’daki şiddet düzenini anlatıyor
Melek Avcı
ANKARA – Siyasi tutsaklar, infaz yakmalarından tahliye engellerine, çıplak arama ve tecrit uygulamalarına kadar pek çok biçimde sürdürülen bu çok katmanlı şiddete dikkat çekerek, cezaevlerinde yürütülen politikanın “infaz” değil, kadın kimliği ve politik iradeyi hedef alan sistematik bir denetim mekanizması olduğunu vurguluyor.
Kadınların uğradığı şiddet mekânlarını incelerken, eril devlet şiddetinin sistemle en çok bütünleştiği ve politikalarını bir laboratuvar gibi uyguladığı alanın kadın cezaevleri olduğu görülüyor. Kastik katilin yani devletin kurumsallaşmış kontrol, ıslah ve yıldırma aklının kadın bedeni, kimliği ve politik irade üzerinde kurduğu baskı; psikolojik şiddette “pişmanlık” dayatmaları, ajanlaştırma ve yalnızlaştırma faaliyetleriyle, fiziksel ve cinsel şiddet boyutunda ise çıplak arama uygulamaları, ağır hasta tutsakların son günlerine kadar içeride tutulması ve şüpheli ölümlerle kendini gösteriyor.
Türkiye’de özellikle siyasi tutsaklara yönelik bir “ıslah ve itaat” mekanizması olarak işletilen bu sistemin pilot bölgesi, Sincan Kadın Kapalı Cezaevi. Burada yürütülen uygulamalar, Kastik katilin kadın özgürlük mücadelesini bastırmaya dönük çok katmanlı bir şiddet düzenini nasıl inşa ettiğini açık biçimde ortaya koyuyor.
Dosyamızın bu bölümünde, bu şiddet düzeninin Sincan Cezaevi’ndeki işleyişini ve siyasi tutsakların neden bırakılmadığını ele alıyoruz.
Kadınların cezaevindeki oranında artış
Türkiye sınırlarına girip Sincan Kadın Kapalı Cezaevini incelemeden önce dünyadan bir şiddet mekânı olarak cezaevlerinin yansımalarına baktığımızda, Prison Policy Initiative’nın “States of Women’s Incarceration: The Global Context 2025” adlı güncel raporuna göre, dünya genelinde kadınların cezaevlerinde tutulma oranı hızla artıyor. Erkeklere göre dizayn edilmiş bu cezaevlerinde sistematik şiddetin de raporlara yansıdığını açık biçimde görüyoruz.
Çıplak arama fiziksel ve cinsel şiddet
Amnesty International’in “The human rights of women prisoners” adlı raporu, kadın cezaevlerinde şiddet ortamının farklı biçimlerine işaret ediyor. Bu raporda özellikle, kadın tutsakların çıplak aramaya, cinsel şiddete, gardiyanlar ve cezaevindeki görevlilerle sürekli temasa bırakılma riskinin olduğu açıkça belirtiliyor. Council of Europe’nun “Women in prison” adlı belgesinde ise, cezaevi yönetimlerinin büyük oranda erkek tutsaklara göre planlandığı, kadınlar için ayrı bir ortamın çoğu zaman sağlanmadığı, bu durumun şiddet riskini artırdığı vurgulanıyor. Kadın tutsakların sağlık, hijyen, görüş ve iletişim hakları gibi alanlarda erkek tutsaklara göre daha dezavantajlı durumda olduğu birçok incelemede yer almakta.
İktidar-denetim ilişkisi
Cezaevlerinin fiziksel yapıları değerlendirildiğinde birçok problematik durum söz konusu olurken, fiziksel yapı dışında temel sorunun ise iktidar ve denetim ilişkisi olduğu açıkça görülüyor. Cezaevleri ne sadece hukuki ceza mekânı ne de sadece tutukluluk alanı; aynı zamanda devletin beden, kimlik, irade üzerindeki denetim araçlarıdır. Kadın tutsaklar özelinde bu denetim; kimlikleri (etnik, politik, toplumsal), annelik rolleri, kadın-beden rolleri üzerinden işler. Örneğin “iyi hâl” ya da “rehabilite olma” gibi gerekçeler kadınların kişisel-düşünsel özgürlüklerine dair koşullara bağlanabiliyor. Özellikle Türkiye cezaevlerinde İGK raporlarındaki gerekçeler bu denetimin açıkça bir örneği. Manevi bir denetim ve yıldırma politikasına eklemlenen diğer şiddet, fiziksel şiddet. Burada kadın tutsaklara yönelik onur kırıcı müdahale, çıplak arama, hücre, disiplin cezaları, taciz gibi durumlar ortaya çıkıyor. Yapısal şiddet olarak ise sağlık hizmetine erişememe, görüş, haklarının engellenmesi, infaz yakmalar bunlara örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Son 5 yılda tek bir tahliye yok
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne yüzümüzü döndüğümüzde ise politik kimlikleri nedeniyle tutsakların yoğunlaştığı bir merkez olarak biliniyor. Kadınlar özel ve çok katmanlı baskı, tecrit ve ayrımcı infaz uygulamaları ile karşı karşıya. Son 5 yıldır tek bir siyasi kadın tutsağın tahliye edilmediği bu cezaevinde 14 kadın siyasi tutsağın infazı yakıldı, tahliyeleri keyfi gerekçelerle ertelendi. Cezaevi idare ve gözlem kurulları, “iyi hâl” değerlendirmesini ideolojik olarak vererek kadınların özgürlüklerini fiilen engelliyor. Kadınlara tahliyelerine günler kala disiplin cezaları verilerek, tahliye hakları ellerinden alınıyor.
Devlet eliyle yürütülen biyopolitik bir şiddet biçimi
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi ve siyasi tutsakların bulunduğu birçok cezaevi, kadın siyasi tutsaklar için yalnız “özgürlükten mahrumiyet” değil; beden, kimlik ve irade üzerinde çok katmanlı denetimin uygulandığı bir alan. Kadın siyasi tutsakların karşı karşıya kaldığı muamele, “infaz” değil, devlet eliyle yürütülen biyopolitik bir şiddet biçimi. Kadın bedeni, kimliği ve politik duruşu, devletin iktidar yapıları ile kontrol altında tutuluyor.
Bu şiddet biçimini ve siyasi tutsakların neden bırakılmadığına ilişkin değerlendirmeyi bizzat Sincan Cezaevi’nde infazları yakılan kadınlar yanıt veriyor.
Sincan Cezaevi tutsakları: Niye bırakılmıyoruz?
Zeliha Ustabaş: “Buna dair söylenebilecek, bugünden geriye çok sebep var. Bu sebepler de öz olarak devletin bizim şahsımızda sürece yaklaşımına çıkar. Bu yaklaşımı da her daim korkulu, kuşkulu olmuştur. Bizleri ellerinin altındaki bir koz olarak görüyorlar. Yürütülmeye çalışılan süreç hepimizin malumu. Diğer dönemlerden en önemli farkı ‘karşılıklı’ prensibin öncelenmesi; fesih kongresi, silah yakma ve geri çekilme gibi adımlar, hareket açısından diyalog ruhunun gereği olarak atıldı. Doğal olarak benzer adımlar devletten de beklendi; hasta mahpusların, cezası biten tutsakların tahliye edilmesi gibi yasal düzenleme gerektirmeyen iyi niyet göstergeleri…
Sürece kuşku duymamızı bekliyorlar
Devlet kısmen bu minvalde adımlar attı. Bir ileri iki geri biraz göz boyadı. Ancak zindanlarda hayatını tek başına idame ettiremeyen gözü, kolu, bacağı olmayan yüzlerce arkadaşımız var. Bu gerçeklik hiçbir tarafın gözünden kaçacak bir ‘ayrıntı’ değildi. Bir de tutulduğum Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde diğer cezaevlerinden farklı olarak 4 yıldır hiçbir tutsağın tüm cezasını bitirmeden tahliye etmeme istisnası söz konusu. Sanırım istisnasız şekilde hiç kimseyi tahliye etmeyen tek cezaevi unvanı buraya ait. Biz kadın devrimcileri, fiziki özgürlüğümüzden vurmak istiyorlar. Bu çelişkili tutumlarıyla yürütülen sürece kuşku duymamızı bekliyor olabilirler. Toplumsal kuşku, güvensizlikle kendi strateji ve taktiklerini Sayın Öcalan’a daha rahat dayatabilmeyi hayal ediyor olabilirler. Ancak halkımız ve bizler pratik-politik bireyleriz. Devleti de yaratılmak istenen algı politikalarını da iyi tanıyoruz.”
İnşacısı kadın erk sistem için bir engel
Emine Abiş: “Ben Emine Abiş, 5 çocuk annesiyim. Cezamı bitirmeme rağmen bu ikinci defadır İdare ve Gözlem Kurulu’nun keyfi tutumundan dolayı cezam uzatıldı. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele gününde bana tutanak geldi. 6 ay cezam uzatılmış. İdare ve Gözlem Kurulu’nun kararları sürece zıt bir tutum sergilemekte. Bizim tutulmamız, yasayla, hukukla alakalı bir durum değildir. Buna o kadar basit bakmamak lazım. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi bu 5 yıldır hiç kimseyi bırakmıyor. Bu durum kadına bakış politikalarını sergiliyor. Toplumun dinamiği ve inşacısı olan kadın, erk sistem için bir engeldir. Bu durumu sadece cezaevine ve gözlem kurullarına da bağlamak yanlış. Adalet Bakanı televizyondaki söylemlerinde bu sorunu çözdüğünü söylüyor. Eğer Adalet Bakanı gerekli talimatı cezaevlerine göndermiş olsaydı böyle olmazdı. O yüzden Adalet Bakanı kendisiyle çelişen bir durum içerisinde. Bizim bırakılmamamız ne vicdani ne hukuki ne de ahlakidir. Sürece zıt bir politikadır. Son olarak tüm siyasi tutsaklara özgürlük diliyoruz. Biz üç kardeş yıllardır cezaevindeyiz. Tek taraflı ‘hassasiyet’ çağrısı yapanlar bir kez daha düşünmelilerdir.”
Özgürleşmede ki ısrarımız iktidarın eril zihniyetini rahatsız ediyor
Sermin Demirdağ: “16 Ekim’de 7’inci kez tahliyem 1 yıl daha ertelendi. Bunu birkaç açıdan değerlendirmek mümkün ama en genel ifadeyle, biat etmemizin hedeflendiğini söyleyebilirim. Karşıtlarına nedamet getirmek olmayınca da ‘bedel ödetmek muktedirlerin bilindik dayatmasıdır. Dolayısıyla bırakılmamamızın salt cezaevi idaresinin keyfiliğine bağlamak yanlış olur. Nihayetinde bu idareler iktidarın zihniyetinin kurumsal düzeyde uygulayıcılarıdır. Bu konumlarıyla da devletin yapısal şiddetinin birer aracı oldukları bilinen bir gerçeklik. Elbette ki söz konusu adaletsizliğin siyasi kimliğimizle doğrudan bağı var. Özgürlük mücadelesinde kadın olarak özgürleşmede ki ısrarımızın ve kararlı duruşumuzun, iktidarın eril zihniyetini rahatsız ettiği açık, buranın pilot kurum seçilmiş olmasının nedenlerini tam olarak bilmesek de bunda hem fikiriz. Yani öteden beri kurumsal bir şiddetle zaten karşı karşıyayız. Son yıllarda İGK kararlarıyla tahliyelerin engellenmesi bu şiddet boyutuna birçok açıdan somutluk kazandırarak daha görünür kıldı. Kurulla yapılan görüşmelerde biz tutsaklara absürt rencide edici soruların sorulması veya ne zaman tahliye edileceğimizi, hatta tahliye edilip edilmeyeceğimizi bile bilmememiz tam da psikolojik şiddetin somutlaşmış halidir.”
Bu haklı ve onurlu ısrar büyüdükçe bu akıl küçülüyor
Melike Göksu: “Süreç aşamasına gelmeden önce de var olan sorunun neden ve sonuçları ile açıklanabilir. Bir asırdır öğretilmiş bir faşizm var ve bu faşizmin karşıtına, hasmına bakışı; hak, hukuk, demokrasi kavramlarının özünü boşalttığı gibi kendi varlığına da saldırı gibi ele alıyor. Bu akıl yıllardır arttırdığı fazişmle bürokraside yer aldı. Dozajını ne kadar arttırdıysa mevkisi de o kadar yükseldi. Dolayısıyla demokrasi, hak, hukuk olgusu, onları her anlamda korkutuyor. Varlığını faşizmle tanımlamış bu akıl, şu an öğretilmişliklerine, yüzyıllık tekçi kodlarına sık sıkıya tutunmuş sürece ve demokratikleşmeye karşı direnç gösteriyor. Onlar için demokrasi, demokratikleşme kaybetmektir! Bizler haklı olarak bu anlayışla yüzyıllardır mücadele ediyoruz. Etmeye de devam edeceğiz. Bu haklı ve onurlu ısrar büyüdükçe, bu akıl küçülüyor, küçülecek.”
Lakin ‘Korkunun ecele faydası yok!’
Elif Çetinbaş: “Öncelikle ‘25 Kasım Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetle Mücadele Günü’ hasebiyle tüm kadınları sevgiyle kucaklıyor, her türlü şiddeti ancak birlikte hareket eder ve kadın kurtuluş politikasını pratikleştirirsek alt edebileceğimize inandığımı belirtmek istiyorum. Aslında sorunuza bu sürecin nasıl ilerlediğine, kimin en fazla çaba gösterdiğine bakarak da cevap alabiliriz. Sayın Abdullah Öcalan bitmeyen bir inanç ve kararlılıkla ilerlerken müzakerenin diğer tarafı ise var olan hakları bile (bizlerin bırakılmaması gibi) keyfi bir şekilde ihlal edebiliyor. Bu engelleme elbette ki buradaki kadınların dik duruşu, direnişi ve kararlığından bağımsız değil. Lakin ‘Korkunun ecele faydası yok!’ Bizler çıkacağız kaldığımız yerden daha da büyük bir inanç, coşku ve kararlılıkla devam edeceğiz. Umutlu ve heyecanlıyım bu duygularla hepinizi selamlıyorum.”
Yarın: Dosya 8







