‘Bir halkın lideri rehinse halkı da rehindir, birlik şart’ 2021-09-25 09:07:03     Sevim Sütcü   ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin aynı zamanda hem tutsaklara, hem dile hem de kültüre de uygulandığına dikkat çeken kadınlar, yaşamın her alanında karşı karşıya kaldıkları baskıların tek nedeni olan tecride karşı birlik ve beraberliğin önemini vurguladı. Kadınlar, “Bir halkın lideri rehin ise halkı da rehindir” dedi.    İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 22 yıldır ağır tecrit altında.  Anayasada yer alan hiçbir hakkından faydalanamayan Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit bugün bölge ve Türkiye’deki tüm cezaevlerinde tutulan siyasi tutsaklara yönelik uygulanmaya devam ediliyor. Farklı çevrelerin de tepkiyle karşıladığı tecridin yaşamın her alanına sirayet ettiğine dikkat çeken Ankara Barış Anneleri İnisiyatifi’nden Gülistan Ozgan ve siyasi tutsak  Savaş Barin’in annesi Rabia Barin, tecritle beraber yaşanan hak ihlallerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.    ‘Bu savaş devam edecek’   Barış Anneleri İnisiyatifi’nden Gülistan Ozgan,  yıllardır Abdullah Öcalan’a tecrit uygulandığını, ancak devletin istediğinde gizlice görüşmeler gerçekleştirdiğini belirtti. Gülistan, şunları dile getirdi: “Devlet, önderliğin avukatları ve ailesi ile gidip kendisiyle görüşmesini istemiyor ve onun fikirlerinin halkına ulaşmasını istemiyor. Ama devlet her gün gidiyor. Kendisiyle konuşuyor ve fikirlerini alıyor. ‘Acaba Apo ne düşünüyor, ne yapacak?’ gibisinden. Şu an devletin önderliğe tecrit uygulamasının en büyük nedeni korkudur. Kendisinden bir haber alıp getirilmesine izin verilmiyor. Oysa biz önderimizin fikirlerini de düşüncelerini de biliyoruz. Eğe devletin korkusu olmasaydı bu savaş da bu kadar uzayıp ağırlaşmazdı. Hatta bu savaş Kobanê, Şengal ve Kandil’e kadar uzamazdı ki Türk devleti, önderliğin fikri şeffaf bir şekilde almadığı sürece de bu savaşa devam edecek.”    ‘Bize uygulanan tecrittir’   Tecridin halka nasıl yansıdığına dair gözlemlerini aktaran Gülistan şöyle devam etti: “Daha bir hafta önce bir emlakçıya ev kiralamak için gittim. Oraya biri Afansitanlı diğeri de İranlı iki kadın gelmişti. Emlakçıya dedim ‘Oğlum ben dilinizi bilmiyorum, siz de benim dilimi bilmiyorsunuz, biz evinizi kiralarsak nasıl anlaşacağız?’ Orda benim yaşlarımda oturan kadına bana ‘Sen ne biçim Türkçe konuşuyorsun?’ dedi. Ben de ‘niye’ diye sorunca oda bana ‘Senin Türkçen düzgünd eğil, kursa git, Türkçen düzgün olsun’ dedi. Ben de dedim ki ‘Benim Türkçe kursuna ihtiyacım yok, dilim var ve kendi dilimi de gayet düzgün konuşuyorum, sizin diliniz için de kursa gidemem.’ Sona kadın bana altı dil bildiğini söyledi. Ben ona ‘Kürtçe de biliyor musun?’ diye sorunca ‘Kürtçe önemli değil’ dedi. Ben de ‘Benim için de Türkçe önemli değil’ dedim. İşte bu, bize uygulanan bir tecrittir.    Devlet Kürtlerin iradesini tecritle kıramaz   Bu yüzden Kürtler dilini istiyor, eğitimini istiyor. Her yerden Kürde vuruyorlar, hatta öldürüyorlar, çünkü çaresizler. Bunun başka bir yok. Devlet, Kürtlerin iradesini tecritle kıramaz. Bütün dünya ve Türkiye şunu iyi bilsin ki kimsenin ölmesini istemiyoruz. Ne Türk ne de Kürt anneleri artık ağlamasın. Biz öldürmeye ve tutuklamaya karşıyız. Hem gerilla annelerinin hem de asker annelerinin istekleri karşılansın. Tayyip Erdoğan bunları istemiyor, çünkü çocukları, ailesi savaşın içinde yok. Onun yüreği yanmıyor.”   ‘Evet Kürdüz’   Gülistan Kürtlerin nasıl tecritle karşı karşıya kaldığına dair yaşadığı bir olayı da şöyle paylaştı: “Kızım telefon hattına yükleme yaparken ben de telefoncu da oturdum. Orada bekleyen bir diğer kadın nereli olduğumuzu sorunca ben de Siirtli olduğumuzu söyledim. Sonra Kürt olup olmadığımızı sordu ve ben ‘Evet Kürdüz’ dedim. Sonra kadın ‘En iyi Kürt ölü Kürt’tür’ dedi. Ben kadına hiçbir şey demedim. O zamandan beri vicdan azabı çekiyorum. Ben o kadına tepki gösteremedim diye içimde hep bir yara oldu. Keşke o dükkanda o kadına cevap verseydim. Tüm bunlar üzerimizde uygulanan tecrittir. Bu hem Kürdistan’da hem de metropol şehirlerde devam ediyor.”    ‘Zindan direnişçileri geri adım attırdı’    Gülistan, cezaevlerindeki tutsakların tecride karşı direnişine de değindi. Tutsakların direnişine devletin saldırı ile karşılık verdiğini ifade eden Gülistan, “Devlet şu an her yere saldırıyor. İçlerini bir korku sarmış. Bir adım geri atmamış gibi görünebilirler ama devlet aslında şu an geri adım atmış. Ama kendini sana göstermiyor. Eğer devlet geri adım atmamış olsaydı her gün bölgeden de İstanbul’a, Ankara’ya ve İzmir’e kırmızı tabutlar gelmeyecekti. Demek o kadar zor duruma girmişler ki artık önüne ne gelirse onu yapıyor. İnsanları da öldürür, zindana da atar, bedel de ödetir ama eninde sonunda her şey berraklaşır. Hiç kimse demesin ‘biz öldürüyoruz, tutukluyoruz, bitiyoruz.’ Tek bir Kürt hayatta kaldığı sürece sonuna kadar mücadele edeceğini biliyoruz. Bir kişi gider yüz kişi gelir” dedi.    ‘İlle de özgürlük ille de özgürlük’   Son olarak Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin son bulmasını isteyen Gülistan, “Önderimize uyguladıkları tecridi kaldırmak zorundalar. Önderimiz için herkes çıksın sokaklara artık ‘özgürlük zamanı’ diye zılgıtlar atsın. Kimse evlerinde oturup da televizyon izlemesin, bölge ve metropollerin sokaklarında yürüsünler. ‘İlle de özgürlük ille de özgürlük’ diyoruz. Buradan tüm Kürtlere sesleniyorum; Akıllarını başlarına alsınlar, MHP’nin ve AKP’nin kapılarına değil kendi evinin kapılarına dönsünler.  Kürt siyasetçilerin en yakın evi HDP’dir. Evlerine dönsünler. Bütün dünya biz Kürtleri görmesini istiyorum. Biz Kürtler de bir milletiz ama biz sadece rehin bir milletiz. Herkes bunu bilsin ve kabul etsin. Biz esir alınmışız. Liderimiz, milletimiz zindanlarda rehin alınmış. Zaten bir halkın lideri rehin ise halkı da rehindir. Çobansız sürüyü kurt yer. Önderimizi esir almışlar, tabi bizde bu durumda esir alınmışız demektir” dedi.    ‘Abdullah Öcalan Kürtlerin varlığını dünyaya duyurdu’    Bolu F Tipin Cezaevi’nde bulunan siyasi tutsak Savaş Barik’in annesi Rabia Barik ise Kürtlerin varlığını dünyaya duyuranın Abdullah Öcalan olduğunu bu nedenle kendisine tecrit uygulandığını belirtti. Rabia, “Enağır tecrit, önderlik üzerinde uygulanıyor. Önderimizin üzerinde uygulanan tecrit demek, biz halkın üzerinde de binlerce tutsağımıza uygulanan tecrit demektir. Çünkü dışarıdaki halk korkutulmaya çalışılıyor. Korkmayanlar da zindanlarda tutuluyor. İnsanlar sosyal medyada korkudan doğru dürüst bir paylaşım bile yapamıyor. Zaten gençlerin çoğu da Türkiye’den dış ülkelere çıkmak zorunda kaldı. Ekonomi bitmiş, işsizlik var. Mesele çocuklarımız üniversite bitirmiş ama ‘çocuklarınızın sicili bozuk’ deyip işe almıyorlar. Hayatta en değerli varlık insanın evladıdır. Ne devlet ne aile, hiçbir şey insanın evladına benzemez. Kedi bile yavrularını yağmurda kalsa ağzıyla alıp bir şeylerin altına saklayıp koruyor. Biz annelerin evlatlarına zulüm yapıldığında bize en büyük işkence yapılmış oluyor. Bu devlet, annelerin yüreğini sızlatıyor. Bizim üzerimizde en büyük tecrit böyle uygulanıyor. Kadının direnişi meydana çıktığı zaman ne su ne rüzgar ne de ateş, hiçbir şey ve hiç kimse kadını durduramaz” diye belirtti.    ‘Birlik ve beraberlik’ çağrısı    Tecridin bir diğer nedeninin de Kürtlerin birlik ve beraberliğinin sağlanamamış olmasına bağlayan Rabia, “Kürtler de birlik olsaydı bugün ne bizim bu kadar insanımız ne de önderimiz zindanlarda olurdu. Zindanlardakilerin çoğu hasta, geri kalan da tecrit altında. İçerideki tutsaklar bir şekilde mücadele ediyor ki zindandaki direniş dışarıdaki direnişten çok daha fazla. Çünkü dışarıdaki halk konuşamıyor, hareket edemiyor. Devlet Kürtçe konuşturmuyor, en ufak şeyde bile hemen gözaltın alınıyoruz. Hatta çoğu zaman gözaltılar yetmiyor, suçsuz bir şekilde aylarca hatta yıllarca zindanda tuttukları oluyor. Bu şekilde halkımız korkutmaya ve özellikle kadınları korkutmaya çalışıyorlar. Kürt halkı şu an hepsi tecrit altında” sözlerini kullandı.    ‘Hakkımı helal etmiyorum’   “Bir zamanlar yasaklı kasetler dönemi vardı. Korkudan Kürtçe kasetleri dinleyemezdik, açtığımız anda da hemen kaseti yakıyorlardı. Biz yine o döneme dönmüş durumdayız” diyen Rabia, o günden bugüne hiçbir şeyin değişmediğini ifade etti. Rabia, “Hiç demesinler biz kasetleri serbest yaptık. Kenan Evren o dönemde nasıl kasetlerimiz yaktıysa bugün de Erdoğan yakıyor. O dönem dediğim 12 Eylül siyah-beyaz (evet-hayır) oyların dönemi, Kenan Evren Digor’a helikopterle geçtiğinde ben çocuktum. Ben de evin üstüne çıktım ‘inşallah helikopter düşer’ demiştim. Ancak amcam orada hemen bana ‘sus kızım sesin giderse onlara bizi öldürürler’ diyerek havada uçan helikopterin sesi gidecek kadar çok korkmuştu. Şimdi baktığımızda o dönemdeki baskıların aynısını yaşıyoruz. Kim ne diyorsa desin Erdoğan’ın devri Kenan Evren dönemiyle aynı ve bize aynı şeyleri yaşatmaya devam ediyorlar. O dönemde de Kenan Evren nasıl engel olduysa okumama, ben de ona hakkımı helal etmediysem, bugün de Erdoğan, oğlumun ömrünü içeride geçirmesine sebep olduğu hakkımı helal etmiyorum. Ben 52 yaşındayım, çocukluğumdan beri bu baskılara maruz kalıyoruz. Bu devlet dünyadaki tüm insanları seviyor, kabul ediyor ancak biz Kürtleri sevmiyor ve kabul etmiyor” diye konuştu.     ‘Anneler el ele verirse sorun kendiliğinden çözülür’   Kürt halkının birlik ve beraberliği için seslenen Rabia şu çağrıda bulundu: “Artık yeter! Suçsuz, günahsız insanları içeride tutuyorlar. Önderliğin de bir halkı, bir ailesi var. Bıraksınlar o da bu halka sahip çıksın. Önderlik için kendini yakanlar, öldürenler oldu. İyi bir insan ve iyi bir lider olmasaydı halkı da onu bu kadar sevmezdi. Kendini onun için yakmazdı. Artık uymak zamanı değil, uyanmak zamanı, ayağa kalkma zamanı. Kürt halkı diline, kültürüne, tutsağına, milletvekiline sahip çıksın. Her şeyden önce önderlerine sahip çıksın. Buradan Türk devletine seslenmiyorum, ancak asker annelerine sesleniyorum; Anneler el ele verdikleri zaman yapamayacakları hiçbir şey yok. Çünkü biliyoruz ki sorunlar kimsenin umurunda değil. Bu tarafta çocuklarımız ölüyor, içimiz yanıyor, diğer tarafta da çocuklar ölüyor, içimiz yanıyor. Kardeş kardeşi öldürüyor. Zaten her şey annede bitiyor. Eğer her iki tarafın anneleri el ele verirse sorun kendiliğinden çözülür. Zaten bildik bileli atalardan beri kadınlar kavgalara gittiği zaman o kavgalar durmuştur. Artık Kürtler ayağa kalksınlar, ‘özgürlük zamanı’dır. Ben çocukluğumdan beri tam 50 yıldır bu kavganın içindeydim ve hiç bitmiyor hala devam ediyor. Ama artık yeter diyoruz.”