1921 Anayasası’ndan günümüze ne değişti? 2025-02-15 09:04:09   Melike Aydın    İZMİR - Türkiye’de yeni anayasadan daha önemli sorunun yasaların uygulanmaması olduğunu ifade eden Avukat Ayşe Acinikli, düşman hukukunun değiştirilmesi için ademi merkeziyetçiliğin geliştirilmesi, vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, ana dil hakkının sağlanması ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanması gerektiğini söyledi.   Türkiye’de Anayasa tartışmaları devam ederken, hukuk sisteminde eşitlik, ademi merkeziyetçilik ve hak ihlalleri konuları da gündemdeki yerini koruyor. Türkiye’nin kuruluşundan bu yana Kürtler ve muhaliflere karşı ikili bir hukuk sisteminin uygulandığı, mevcut yasaların eşit şekilde işlemediği ve anayasal değişikliklerden önce hukukun güvencesinin sağlanması gerektiği vurgulanıyor. Tarihsel süreçte, Kürtler ve diğer etnik-dini gruplara yönelik politikaların anayasal çerçevede şekillendiği, 1924 Anayasası ile asimilasyon, yok sayma ve soykırım sürecinin kurumsallaştığı belirtiliyor. 1961 Anayasası bazı ilerici yönler taşısa da, 1992’de çıkarılan Terörle Mücadele Yasası ile birlikte hukuk sisteminde düşman hukuku uygulamalarının derinleştiği ifade ediliyor.   Öte yandan, Türkiye’de ademi merkeziyetçiliğin artırılması, vatandaşlık tanımının Türklükten çıkarılması ve dil haklarının tanınması gerektiği belirtilirken, mevcut sistemin yalnızca Kürtler için değil, farklı azınlıklar açısından da eşitsizlik ve baskı ürettiği vurgulanıyor. Kayyım politikaları, hukuk sistemindeki keyfi uygulamalar ve güçler ayrılığının ortadan kalkması gibi gelişmelerin, demokratik bir anayasa tartışmasını inandırıcılıktan uzaklaştırdığı ifade ediliyor. Anayasa değişikliği gündemde olsa da, asıl meselenin yasal güvencelerin oluşturulması ve devletin vatandaşlarına düşman değil, eşit yurttaşlar olarak yaklaşmasının sağlanması olduğu belirtiliyor.   Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Avukat Ayşe Acinikli konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.   ‘Düşman mücadele edilmesi gereken kişidir’   Türkiye’nin kuruluşundan bu yana Kürtlere ve muhaliflere eşit bir hukukun uygulanmadığını belirten Ayşe Acinikli, Anayasa ve yasaların mevcut haliyle var olan sorunların yanı sıra, siyasetin yönlendirmesiyle de ikili bir hukukun ortaya çıktığını kaydetti. Sadece siyasi değil, adli yargılamalarda da Kürtlere yönelik hak ihlallerinde cezasızlık politikasının uygulandığını dile getiren Ayşe Acinikli, “Kürt olduğu için öldürülen insanların, Kürt olduğu için öldürüldüğünü kabul etmeyen bir sistem var. Çünkü sorunu kabul ederlerse, çözümü de kabul etmek zorunda kalacaklar. Bu, düşman ceza hukukudur; vatandaş olarak tanımlanan kişinin vatandaş sıfatından çıkarılıp düşmanlaştırılması. O kişi artık vatandaş değil, devletin düşmanı, mücadele edilmesi gereken kişidir. İnsanın asgari haklarının ortadan kalktığı bir durum var.    OHAL veya savaş durumunda bile ortadan kaldırılamayacak haklar vardır; yaşam hakkı, masumiyet karinesi, işkence yasağı gibi. Düşman ceza hukuku uygulandığında, en temel savaş durumunda bile ortadan kaldırılamayacak hakların ihlal edildiğini görüyoruz. 1924 Anayasası çok daha vahşi olsa bile günümüzde daha geniş bir alana yayıldığını ve ikili bir hukuk sistemi uygulandığını söyleyebiliriz. Bu hukuk sistemi sadece yargılamada değil, infaz konusunda da kendini gösteriyor; ikili infaz sistemiyle Kürtlerin hayatları cehenneme çevrilmeye devam ediyor. 30 yıl cezaevinde yatan bir kişinin tekrar yatmasını beklemek gibi” ifadelerini kullandı.     ‘21 Anayasası ile Kürtlerin desteği sağlanmıştı’   Türkiye’nin tarih anlatısı ile gerçek tarihin birbiriyle örtüşmediğinin ortaya çıkmasını sağlayacağı için 1921 Anayasası’nın yokmuş gibi davranıldığını ya da yeterince anlatılmadığını belirten Ayşe Acinikli, buna karşılık 1924 Anayasası’nın ise insan haklarından ziyade Türklerin haklarına vurgu yaptığını dile getirdi. 1921 Anayasası’nın "kazuistik" olarak adlandırılan, yani her hak ve sorumluluğun tek tek yazıldığı bir anayasadan ziyade çerçeve bir anayasa olduğunu belirten Ayşe Acinikli, “1921 Anayasası ademi merkeziyetçi bir anayasadır. Merkez yönetimin haklarının çok kısıtlı olduğu, yerel yönetimlere ise geniş yetkilerin tanındığı bir anayasa. 1921 yılında vergi, asker gibi konular sıkıntılı. 1800’lerde Kürt isyanlarının nedeni de vergi ve asker istenmesidir. Kürtler, Kurtuluş Savaşı’na destek vermeseydi ülke kurulamayacaktı. Kürtleri sürece dahil edebilmek için o dönemki kurucu İttihatçıların vergiye ihtiyaçları vardı. O dönemde Kürt ulus bilincine sahip bir kesim de bulunuyordu. Ülkenin kurulabilmesi ve Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşabilmesi için Kürtlerin desteğine ihtiyaç vardı. Zaten Kürtler hiçbir zaman azınlık olmadı; aksine çoğunluk olmaları, en zorlayıcı durum olmuştur. Çünkü Kürtlerin desteği olmadan ne kurtuluş tamamlanabilir ne de kuruluş aşamasına geçilebilirdi. 1921 Anayasası’nda ‘Sizden belli şeyleri isteyeceğiz ve kendinizi yönetmenize izin vereceğiz’ deniyor. Yerel yapılanmaların nasıl örgütleneceği ve kendilerini nasıl yöneteceğine dair düzenlemeler yapılıyor” diye konuştu.   ‘1924 Anayasası soykırımın başlangıcı’   Osmanlı Devleti’nin son döneminde gelişen Türk milliyetçiliğinin temsilcisi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarını oluşturduğunu ve Lozan Antlaşması ile ulus devlet yaratma süreçlerinin başladığını ifade eden Ayşe Acinikli, ulus devlette de Sünni İslam’ın temel alındığını belirtti. Ayşe Acinikli, 1924 ve 1961 yılları arasında Kürtlerin yanı sıra Rumlar, Yahudiler gibi farklı dini ve etnik yapıların soykırıma maruz kaldığını söyledi. 1924 Anayasası’nın asimilasyon, soykırım ve yok saymanın başlangıcı olduğunu belirten Ayşe Acinikli, “Hukuken de çok vahşidir. Her cümlede ‘Türk’ geçer. Doğal hâkim ilkesi yoktur. 1961’de ise ‘artık asimilasyon yerleşti, seslerini çıkaramazlar’ ön kabulü olan anayasadır aslında. 1924 Anayasası’nda Takrir-i Sükûn, İstiklal Mahkemeleri var ve bütün bu katliamlara olanak veriyor. Yasalarda insan hakkı yok, ‘Türkler özgür doğar ve hür yaşar,’ onun dışındakiler sanki yokmuş gibi. Mevcut Anayasa’da Türk tanımıyla sıkıntı yaşıyoruz ama 1924 Anayasası ile kıyasladığımızda ileride olduğunu söylemek mümkün. Ulus milletin kurulması için her şeye izin veren bir yapısı var. Yapılan yargılamalar, soykırımlar hukuk içinde olmuş gibi bir durum var. Her şeyi öyle bir çarpıtarak aktarma durumu var ki, gerçekler tartışılmaya başlandığında Şeyh Said İsyanı dini bir isyanmış gibi yansıtma çabası ya da Dersim’le ilgili tartışmaları farklı yerlere çekme çabası var. 1961’e kadar olan dönem, özellikle 1945’e kadar yoğun katliam sonrasında hukuk ile bastırma çabası var” dedi.    ‘İkili hukuk sisteminin en önemli nedeni de bu kanundur’   1961 Anayasası’nın, 1924 Anayasası’na göre ilerici denebileceğini ancak bunun 1960’larda dünyada yaşanan gelişmelerle ilgili olduğunu dile getiren Ayşe Acinikli, bunun Kürtlere de yansıması olduğunu belirtti. 1961 Anayasası’nda Türklük vurgusunun yoğun olduğunu ancak Kürtlerin üniversitelere erişim, sendikal hareketlerin etkisi gibi durumlarda gözlem ve deneyimlerinin arttığını ifade eden Ayşe Acinikli, “Ama sonrasında 1971 ve 1982 darbelerinde kısıntılar oluyor. ‘Türk’ kavramı yoğun tartışılıyor. Asimilasyonun tamamlandığı da kabul edildiği için Kürtlerin çok da hesaba katıldığı söz konusu değil. 1940’ların yargılamaları var. Kürt adının telaffuz edilmesinin bile ciddi bir suç olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Sonrasında, 1982 darbesiyle askeri yargılamalardan birinde bir savcının hazırladığı iddianamede geçen ifade şudur: ‘Kürtler aslında dağlı Türklerdir ve karda yürürken kart-kurt sesi çıkmıştır, Kürt sözcüğü buradan gelmiştir.’ Ama daha önemli olan, 1992’de çıkarılan Terörle Mücadele Yasası’dır. Hâlâ biz bu kanunun sancısını çekiyoruz. İkili hukuk sisteminin en önemli nedeni de bu kanundur. Çünkü bu kanuna göre her şekilde terörist ilan edilebilirsiniz” sözlerini kullandı.     ‘Yeni Anayasadan önce yasaların ugulanabilirliğinin garantisi verilmeli’   Mevcut yasaların uygulanmasıyla ilgili sorunlar olduğunu belirten Ayşe Acinikli, buna örnek olarak “halkı kin ve düşmanlığa sürükleme” ile ilgili maddenin İslamofobi kapsamında uygulanırken, Kürt düşmanlığı ve homofobik saldırılarda uygulanmamasını gösterdi. Anayasanın değiştirilmesinden önce, yasaların uygulanabilirliğinin güvencesinin sağlanması gerektiğini dile getiren Ayşe Acinikli, “Çözüm tartışmaları oluyor ama kimseye inandırıcı gelmiyor. Çünkü bir taraftan kayyım atıyorsunuz, Kürt sorununun varlığını kabul etmiyorsunuz, sonra da çözüm üreteceğinizi iddia ediyorsunuz. Hukuk, tek kişinin insafına bırakılacak bir şey olmamalı. Bir sorunun çözümü için ‘bunun garantörü benim’ diyemezsiniz, garantörü hukuk olması gerekir. Aksi hâlde oligarşik veya tek adamlık bir durum söz konusudur. Kürtlerin aidiyet hissi yıpratılmış durumda. Vatandaşlarınızı vatandaş gibi hissettirememe temel sorun. Demokratik anayasa yapılsa, bu anayasa ne kadar uygulanacak? Polis devleti güçlendi. İddianameleri, gerekçeli kararları mahkemeler, savcılar yazmıyor, polis yazıyor. Yeni anayasaya evet, ama önce vatandaşlara düşmanlığın değil, vatandaşlığın hissettirilmesi çok daha büyük bir sorun. Aidiyet sorununun sadece Kürtler açısından böyle olduğunu düşünmüyorum, ancak Kürtlerde çok daha derin. Anayasa konuşuyoruz ama Kobane’de bombalar yağdırılıyorken ‘Kürtlerle barışalım’ deniyor. Sanki bütün bunlardan bağımsızmış gibi” diye kaydetti.    ‘Ademi merkeziyetçilik, vatandaş tanımı, dil hakkı ve kuvvetler ayrılığı’   Belçika, İsviçre gibi üç dilli ülkelerin varlığına dikkat çeken Ayşe Acinikli, böyle bir sisteme geçilmesinin ülkeyi rahatlatacak bir model olacağını ifade etti. Türkiye’nin temel gündeminin Kürtlerle savaş olduğunu ve bu gündemin aşılamamasının diğer sorunların da tartışılamamasına neden olduğunu kaydeden Ayşe Acinikli, “Eğitim, istihdam, yolsuzluk sorunları Osmanlı’nın çözülme dönemini hatırlatıyor. Dillerin ve ırkların tanındığı bir anayasanın yapılması, ademi merkeziyetçiliğin artırılması gerekiyor. Vatandaşlık tanımının Türklükten çıkarılması gerekiyor. Türk kimliği ile olmak zorunda değilim ama anayasa, beni Türk olmak zorundaymışım gibi gösteriyor ve benimle uyuşmayan bir tanım geliştiriliyor. Dil bağlamında özgürlük için, etnisitelerin kendilerini gerçekleştirebilmesi için ademi merkeziyetçilik çok önemli. Çünkü 1990’larda OHAL valilikleri vardı ve yerellerin söz söyleme hakkı yoktu; şimdi de kayyımlar var. Aslında biz çok uzun zamandır kendimizi yönetemiyoruz. Temelde vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, ademi merkeziyetçiliğe ağırlık verilmesi, etnisite ve dil anlamında özgürlük sağlanması gerekiyor. Bu sadece Kürtler için değil, farklı azınlıklar için de geçerli; onların da haklarının tanınması gerekiyor. Ama uygulama her şeydir. Son dönemde çok fazla değişiklik yapıldı, kuvvetler ayrılığı çok önemliydi. Başkanlık rejimi ile kuvvetler ayrılığı da tamamen ortadan kalktı” diye belirtti.