İlk sırada psikolojik şiddet başvurusu var! 2025-11-27 09:02:07   Şehriban Aslan    AMED - Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi’ne kadınlar en çok psikolojik şiddet sorunu ile başvuruda bulunurken ikinci sırada ekonomik şiddet yer alıyor.   Ülkede kadına dönük şiddet ve katliam artarken devlet buna dair bir çözüm getirmediği gibi bu yılı “Aile yılı” olarak ilan etti. “Aile yılı” olarak ilan edilmesi kadınların sorunlarının ne kadar görmezden geldiğinin de somut bir göstergesi oluyor. Şiddetin bir diğer somut halini Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi’ne kadınların yaptığı başvurulardan görmek mümkün… Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi Temsilcisi İrem İlhan, kendilerine gelen başvuruları veriler halinde sunarken kadınların yaşadığı sorunların da nasıl aşılacağına dair JINNEWS’in sorularını yanıtladı.   “Bu dönemde en çok başvuru aldığımız şiddet türlerinden birkaçını özetleyecek olursak şöyle ilk sırayı 989 başvuru ile psikolojik şiddet almış.”   * İlk olarak Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi’ne gelen şiddet başvuruları hangi aşamada? En çok hangi konularda başvurular geliyor?   2025 yılının başından bu yana merkezimize gelen başvuruları değerlendirdik ve bu tabloya baktığımızda çok net bir şey görüyoruz; kadına yönelik şiddet hala çok boyutlu ve sistematik bir şekilde devam ediyor. Bu dönemde en çok başvuru aldığımız şiddet türlerinden birkaçını özetleyecek olursak şöyle ilk sırayı 989 başvuru ile psikolojik şiddet almış. Psikolojik şiddet en çok karşılaştığımız şiddet türü ama birçok kadın bunun farkında değil. Yani aslında şöyle fiziksel şiddet dışındaki diğer şiddet türleri bir kadının ya da toplumdaki bireyin anlamlandırması daha zor olan şiddet türleridir. Biz buna dair ne kadar eğitim de versek ne kadar bilinçlensek de ne kadar paylaşım da yapsak aslında ortada somut bir şey olmadığı için anlaşılması daha zordur. Fiziksel şiddette bir güçten bahsediyoruz. Somut olarak bir güçten bahsettiğimiz için ayırt etmesi daha kolay. Bizim normalde önceki yıllarda en çok başvuru aldığımız türlerden biri fiziksel şiddet türüydü. Ama yaptığımız eğitimlerle hem bizim hem diğer sivil toplum kurumlarının yaptığı eğitimlerle şunu fark ediyoruz. Psikolojik şiddet türü, cinsel şiddet türü, ekonomik şiddet türü, dijital şiddet türü daha çok anlamlı hale geldi.   Kadınlar artık anlamaya başladı   Artık kadınlar şiddet türünü daha çok iyi ayırt edebiliyor ve bunun akabinde de bizim aldığımız başvuru türleri de oranları da buna göre değişiyor. Dediğim gibi ilk sırada psikolojik şiddet var. Kadınların birçoğu tehdit, baskı altında, özgürlüğünü kısıtlama ve kontrol etme girişimleri nedeniyle psikolojik şiddet türleriyle başvuruyorlar. Artık çünkü neyin psikolojik şiddet olduğunu anlamaya başladılar.   İkinci sırada ekonomik şiddet var   İkinci sırada ise 852 başvuruyla ekonomik şiddet takip ediyor bu sırayı. Yani kadınların ekonomik bağımsızlığının engellenmesi, çalışmasının engellenmesi, bunlar da ekonomik şiddete maruz bırakılıyor. Yani aslında mesela ekonomik şiddette de mesela biz şeyi de fark ettik. Örneğin yine somutlaştırmak gerekirse bir kadının eşinin maaş kartını alması eşi tarafından ekonomik şiddete maruz bırakıldığını gösteriyor. Mesela birçok kadın bunun bir ekonomik şiddet türü olduğunu hatta bunun bir şiddet türü olduğunun farkında bile değil. Bu yüzden aldığımız başvurular daha fazla arttı. Bunun akabinde fiziksel şiddet bunu takip ediyor. Yine devamında çok az bilinen mobbing 335 başvuru ile takip ediyor. Bu da aslında iş yerlerindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin getirdiği bir ayrımcılık, baskı ve cinsel tacizle kesişen mobbing vakalarında da ciddi artış görüyoruz.   Dijital şiddet de artışta   Yine geçen sene çok fazla gördüğümüz dijital şiddet bunları takip ediyor. Dijital şiddetin çok farklı çok fazla bir boyutta olduğunu çok arttığını fark etmiştik. Bunun nedeni aslında sosyal medyanın çok kullanılması ve dijital şiddet türünü de anlamamızla beraber arttı. Yani dijital şiddet diye bahsettiğimiz birçok kişi dijital takip yoluyla takip ediliyor. Ya da mesela bir kadının fotoğrafı kullanılarak yeni bir hesap açılıyor. Veya bunun dışında birçok kadın sosyal medya üzerinden özel görüntülerini yaymakla, tehdit ediliyor. Bu da tabii dijital şiddet türünün artmasına sebebiyet verdi.   “Bir reform hareketinden bahsedecek olursak 6284 sayılı kıymetli bir kanunun yerinde uygulanmasıyla bir reforma başlayabiliriz.”   * Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede kapsamlı bir reform yapılacak olsa nereden başlamak gerekir?   Kadına yönelik şiddet tek bir boyutta değil, çok yönlüdür. Bunlar sosyal, psikolojik ve dijital katmanlarla özdeşleşmiş halde, bütünleşmiş bir baskı rejimi ortaya çıkmış. Kadınların çoğu da aslında bir şiddet türüne değil de birden fazla şiddet türüne aynı anda maruz bırakılıyor. Birkaç başlık altında izah etmek istiyorum ama öncelikle şunu söylemek istiyorum. Kadına yönelik şiddetin politik bir mesele olduğu gerçeğini hepimizin kabul etmesi gerekiyor. Bu bireysel bir olgu değil. Şiddet toplumsal ve yapısal bir sorundur. Bu nedenle bir reform oluşturulmak istiyorsa başlangıç noktası en önemli noktası şu olmalıdır. İstanbul Sözleşmesi var, bizim için çok önemli olan ama uluslararası alanda geri adım attığımız bir sözleşmedir. Bizim için çok kıymetli ve bunun yanında da her gün her yerde bahsettiğimiz 6284 sayılı bir yasa var.   Anadil açısından yetersiz ama önemli bir kanun   Yeterli bir yasa var mı? Yani evet, yeterli bir yasa var. Bu da 6284 sayılı kanun. Mesela ana dil boyutunda bizim için eksik. Çünkü Kürdistan illerinde ana dil sıkıntısı hala var ve 6284 sayılı kanununun bu yönden eksikliğine değinebiliriz. Çok yönlü şiddete uğrayan ve önemli belirtmek istiyorum. Şiddete uğrama tehlikesi altında bulunan kadınlara, çocuklara, aile bireylerine ve ısrar takip mağdurlarına çok yönlü bir yol gösteren bir kanun. Ama bizim sıkıntımız uygulanabilirlik açısından ortaya çıkıyor. 6284 sayılı kanun da diğer aslında yasalar gibi uygulanabilirlik açısından bir sıkıntı yaşıyor. Yani bir reform hareketinden bahsedecek olursak 6284 sayılı kıymetli bir kanunun yerinde uygulanmasıyla bir reforma başlayabiliriz. Bunun yanında da başta belirttiğim gibi zaten 6284 ile de özdeşleşen İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönülmesi…   Sözleşmeye geri dönülmelidir   İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti de şiddetin karşısında duran ve kadının yaşama hakkını temelinde barındıran buna yönelik bir çerçeve çizilen bir sözleşmedir. Bu sözleşmeden devletin uluslararası alanda da çekilmesi cezasızlık politikasını körüklerken bir yandan da failler için caydırıcılıktan uzaklaşıyor. İlk reform hareketi olarak bundan bahsetmek istiyorum. Bunun yanında aslında hep bahsettiğimiz bir cezasızlık politikası var. Bu cezasızlık politikasını değiştirecek bir zemin uygulamalıyız. Yani fail odaklı bir cezasızlıkla mücadele politikası gütmeliyiz. Yani neyden bahsediyoruz? Cezasızlık politikasından bahsediyoruz ama cezasızlık politikasını cezasızlık ve mücadele politikası almalı. Yani cezasızlık politikasının yerini cezasızlık ve mücadele politikası almalı.   Eşitliği yok sayarak şiddetle mücadele edemeyiz   Cezasızlık politikası ortadan kalkmadan, her suçun karşılığı olan caydırıcı bir yaptırım uygulanmadan hiçbir kadın güvende olmaz. Şiddeti de önleyemeyiz. Başka bir reform hareketleri olarak sığınak, psikolojik destek ve hukuki yardım gibi mekanizmalar da güçlendirilmeli. Çünkü bizim şiddette en çok mücadele ettiğimiz alanlar bunlar. Yani her kadının ekonomik, hukuki ve fiziksel olarak devletin güvencesini mutlaka hissetmelidir. Bu sosyal devlet ilkesinin de bir getirisidir. Bunun dışında en son olarak aklıma gelen reform hareketi olarak da toplumsal cinsiyet eşitliğinde anayasal anlamda güvence altına alınması gerekir. Çünkü eşitliği yok sayarak şiddetle mücadele edemeyiz.   “Uluslararası sözleşmeler devlete bağlayıcı yükümlülükler getirir. Bunun yanında devletin keyfi uygulamalarını sınırlar. İç hukuk alanında da kadınların elini güçlendirir ve hak arama süreçlerindeki denetim mekanizmalarını sağlar ve kadına yönelik mücadeleyi de siyasi iktidar değişimlerinden ayrı bağımsız kılar.”   *Uluslararası sözleşmeler bağlamında Türkiye’nin yeniden taraf olması ya da yeni düzenlemeler yapması neden kritik?   Neden kritik olduğuna değinmek istiyorum. Uluslararası sözleşmeler devlete bağlayıcı yükümlülükler getirir. Bunun yanında devletin keyfi uygulamalarını sınırlar. İç hukuk alanında da kadınların elini güçlendirir ve hak arama süreçlerindeki denetim mekanizmalarını sağlar ve kadına yönelik mücadeleyi de siyasi iktidar değişimlerinden ayrı bağımsız kılar. Yani bu yüzden kritiktir. Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden de çekilmesi aslında sadece hukuki değil sembolik bir eşitlik karşılığının mesajını verdi. İstanbul Sözleşmesi'nin zemini tamamen kadındı, kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesiydi. Bu sözleşmeden devlet geri adım atarak kadına yönelik şiddetle mücadeleden de bir adım geri attı. Devletin kadına yönelik şiddeti önlemede uluslararası standartlara uyacağını ilan etmesi anlamına gelir. İstanbul Sözleşmesi'nde geri dönmek bizim için çok önemlidir. Kısacası sözleşmeler kadına yönelik şiddetle mücadelede çok önemli ve bütüncül bir rol oynar. Bu yüzden çok kıymetlidir.   “Medya yönünden şiddeti normalleştiren dili terk etmek gerekiyor. Hala günümüzde bununla karşı karşıya geldiğimiz çoğu olay oluyor. Yani fail yerine mağdurun davranışı eleştiriliyor. Bu artık son bulmalıdır. Yani fail yerine mağdurun davranışını sorgulayan haber dilinden bir an önce vazgeçmeliyiz.”   * Hukuki süreçlerde kadınların güçlendirilmesi için sosyal politika, eğitim, medya ve hukuk alanlarının birlikte çalışması nasıl sağlanabilir?   Bu mücadele bir bütündür. Yani bunun sosyal politika, medya, hukuk ve öte yandan da toplumsal cinsiyet anlamında ele almak gerekir sizin de bahsettiğiniz gibi… Sosyal, politika olarak mesela kadınların ekonomik gücünün artırılması, kreş istihdamı, sonrasında bakım politikaları, kadınları daha da güçlendirecek zeminde oluşturmalı. Bunun yanında medya yönünden değerlendirecek olursak bunların hepsi bütüncül ve her alandan kişilerin feragat etmesi ve ortaklaşması, dayanışması gerekir. Medya yönünden de mesela şiddeti normalleştiren dili terk etmek gerekiyor. Hala günümüzde bununla karşı karşıya geldiğimiz çoğu olay oluyor. Yani fail yerine mağdurun davranışı eleştiriliyor. Bu artık son bulmalıdır. Yani fail yerine mağdurun davranışını sorgulayan haber dilinden bir an önce vazgeçmeliyiz. Öte yandan toplumsal cinsiyet eğitimi her kademede zorunlu olmalı, her birimde zorunlu olmalıdır. Çünkü eşitlik kavramı olmayan bir toplumda hukuk tek başına asla yeterli olmaz. Bu yüzden de hepsinin bütüncül olduğundan bahsediyoruz.   Hukuk açısından da hep bahsettiğimiz gibi 6284 etkin uygulanmalı, etkin soruşturma yürütülmeli, yani adliyeden kolluklara hepsinin aslında etkin biçimde bir çalışma sürdürmesi gerekiyor. Yani bu alanlar birdir, birbirinden de ayrılamaz. Çünkü şiddet de bir ekosistemin ürünüdür. Kadının güçlendirilmesi de çok aktörlü bir dayanışma ile ancak mümkün kılınabilir.   “Kadın hakları politikasının yerini aile politikalarının almasıyla birlikte kadının değil de aile kurumunun daha öne çıktığı aile kurumunun daha merkeze alındığı bir politika güdüldüğüne işaret eder. Aile özel alan olarak tanımlandığı için aile içinde yaşanan şiddeti de özel alan olarak tanımlayıp müdahaleyi engelleyecekler.”   * Ayrıca son olarak tüm yaşananlara baktığımızda devlet çözüm üretmek yerine bu yılı "Aile Yılı" olarak ilan etti. Bir hukukçu olarak devletin bu yılı “Aile Yılı” ilan etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Aile yılı söylemi, kadınların yıllardır sürdürdüğü eşitlik ve özgürlük mücadelesini görmezden gelen politik bir tercih. Çünkü aile yılıyla aslında kadınların yıllardır süren bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi var ve aile yılı söylemini dayatanlar bunu gölgelemeye çalışıyor. Çünkü kadını bir birey olarak değil de ailenin unsuru olarak tanımlayan yaklaşım eşitlik ilkesinin gerisine düşer. Biz aldığımız başvurulardan da gördüğümüz şiddetin büyük bir kısmı aile içinde gerçekleşiyor. Kadın hakları politikasının yerini aile politikalarının almasıyla birlikte kadının değil de aile kurumunun daha öne çıktığı aile kurumunun daha merkeze alındığı bir politika güdüldüğüne işaret eder. Aile özel alan olarak tanımlandığı için aile içinde yaşanan şiddeti de özel alan olarak tanımlayıp müdahaleyi engelleyecekler. Devletin görevi aileyi yüceltmek değil de kadına yönelik şiddete ilişkin politikalar üretmektir. Kadına yönelik şiddetin karşısında durmaktır. Şiddete uğrayan ve şiddete uğrama tehlikesi altında olan kadınların hayatını güvence altında almaktır. Bu bir devlet ilkesidir. Kadına yönelik şiddet bu kadar yakıcı bir boyutayken; mücadelesi bu kadar zorken, devletin politikasına kadını değil de kadına yönelik şiddeti değil de aile üzerine kurması şiddetin yapısal boyutunu görünmez hale getiren bir tercihtir tamamen.”