Mücadelenin karanfili ve kamerası…
- 09:01 3 Eylül 2023
- Medya Kritik
Marta Sömek
İSTANBUL - Korku ile yaşayanların yanıldıkları tek nokta, mücadele uğruna bedel ödeyenlerin karanfil ve kameralarının, medyaya iktidardan daha büyük bir korku salması… Özgür basın, hakikatle işlenmiş kalemi ve kamerasından korkanlara, “Biat eden iktidar medyası karşısında tek bir gazeteci dahi kalsa, ne o kalem ne de kamera kırılacak” mesajını veriyor.
Ülkenin kayıplar geçmişine gidecek olursak, 1915’te Hıristiyan halklara karşı gerçekleştirilen soykırımlar ve sonrasındaki kaybetme pratiği ile başlamak gerekir. 1980’li yıllarda ise soykırım pratiği ile bütünleştirilen kaybetme pratiği günümüze kadar süregelmiştir. Ancak bu kaybetme pratiklerinden biri, bir annenin kıvılcımıyla çeyrek asrı aşan bir mücadeleye dönüştü.
Bir kıvılcımla başlayan Cumartesi’ler…
Cumartesi Anneleri / İnsanları, bundan tam 28 yıl önce gözaltında, işkencede veya çeşitli devlet yöntemleriyle hak ihlallerine maruz bırakılarak kaybettirilen yakınlarının acılarını paylaşmak ve adalet arayışlarını sürdürmek amacıyla İstanbul İstiklal Caddesi’nde bulunan Galatasaray Meydanı’nda oturmaya başladı. Bu eylemin ilhamı, Arjantin’de çocukları ve yakınları askeri cunta tarafından kaybedilen Plaza de Mayo Anneleri’nin 1977’de başlattığı eylemdi. Ancak 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü saat 12.00’de gerçekleştirilen ilk oturma eylemi, Emine Ocak’ın oğlu Hasan Ocak’ın 21 Mart 1995’te gözaltına alınması ve 58 gün sonra işkence ile katledilen bedeninin Kimsesizler Mezarlığı’nda bulunmasıyla başlatıldı. Gazeteci Nadire Mater'in de aralarında bulunduğu “Arkadaşıma Dokunma” kampanyasını yürüten bir grup, Hasan Ocak'ın cenazesinin bulunmasıyla “Her Cumartesi aynı saatte Galatasaray Meydanı’nda sessizce oturalım” fikrini ortaya koydu.
Medyanın ‘dokunuşu’
Oturma eyleminde, her hafta bir gözaltında kaybın öyküsü anlatılacaktı. Fakat daha sonra medya meydanda oturan insanlara, “Cumartesi Anneleri” demeye başladı. Böylesine köklü bir eylemselliğe isim veren medya, sonrasında ilk günkü eylemlerinden itibaren tüm baskı, işkence ve gözaltı politikalarına rağmen Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri’nin maruz kaldığı çokça şiddete de tanıklık edecekti. Talepleri arasında “gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanması, failler ve sorumluların yargılanması, cezasızlığın son bulması ve Türkiye'nin BM Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'yi imzalanması” yer alan Cumartesi Anneleri yalnızca İstanbulluların değil, uluslararası kamuoyunun da dikkatini çekmişti. Ve kısa süre içerisinde Kurdistan ve Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce kayıp yakınını aynı talep ve umut ile eylemde bir araya getirmişti.
Gazetecilikten ‘iktidarlaşmaya!’
Haftalar akıp giderken Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi yıllara yayıldı. Çeyrek asrı aşkın süre boyunca hiçbir gelişme yaşanmamasına rağmen yüreklerindeki acı ve dinmeyen gözyaşlarıyla yaz kış demeden meydanı bir kez olsun terk etmeyen Cumartesi Anneleri’nin eylemleri, zamanla medyanın görmezden gelmeye başladığı haberlerden biri oldu. Çünkü sistematik şiddet, saldırı ve sindirme politikasına karşı annelerin ısrarlı mücadelesi, devletin daima korktuğu ve kaçtığı noktalardan biriydi. Medya, iktidar ve polis her saldırdığında haberlerinde Cumartesi Anneleri’nin mücadelesini görmek yerine, “hak ve adalet arayan, mücadele yürütenler gözaltına alınır, şiddet görür” mesajını veriyordu. Gazeteciliği “iktidarlaşmaya” evrilten bu “bakış açısı”, mücadeleyle birlikte sistematik bir şekilde devam etti.
Medyanın mücadelede ile imtihanı
“Çocuklarımız, yakınlarımız öldüyse kemiklerini verin, yalnızca bir mezarımız olsun. Yaşıyorlarsa da evlatlarımızı bize verin” diyen annelerin her defasında karşılaştığı polis şiddeti ve gözaltıları da toplumda korku uyandıran ve sokak eylemselliğinden uzaklaştıran bir dil ile yansıtan medya, kuşkusuz eylemlerden daima “görmek istediğini” gördü. 2018 yılında 700’üncü haftalarında düzenledikleri eylemleri Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklanan ve “699 haftadır bu meydandayız” diyen Cumartesi Anneleri, 25 Ağustos 2018'de Galatasaray Meydanı’nda eylemlerini gerçekleştirmek istediklerinde darp edilerek gözaltına alındı. Gözaltılardan iki yıl sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianame ile 46 kişiye İstanbul 21’inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Bu sürecin ardından 5 yıl boyunca Galatasaray Meydanı’nda toplanmalarına izin verilmeyen Cumartesi Anneleri, ne yasak tanıdı ne de mücadelelerinden vazgeçti. Cumartesi Anneleri her hafta eylemlerini farklı alanlarda sürdürmeye devam etti.
Havuz medyanın ‘yalanları’
Bunun ardından ana akım ve havuz medya zaman zaman, mücadelenin kültleşen isimlerinden Berfo Ana ile görüşerek, kayıpları için sürdürdükleri mücadelelerine “destek” olacağını söyleyen AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile annelere “paçoz” diyen eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun söylemlerini gördü. Geri kalan zamanlarda da Cumartesi Anneleri’ni, meydana çıktıkları için gözaltına alınmalarını, polislerin de şiddet uygulamasını meşrulaştırmayı ve Süleyman Soylu’nun kullandığı “paçoz” kelimesinin “yalan” olduğunu manşetlerinde görmeye devam etti. Ardından ise Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 700’üncü haftalarında maruz kaldıkları polis şiddetine dair iki kez verdiği “hak ihlali” kararına rağmen gözaltı ve şiddet durmadı. Ancak annelerin mücadelesi de 28 yıldır olduğu gibi durmadı. 22 haftadır Galatasaray Meydanı’nda kayıplarını aramak için sürdürdükleri mücadelelerini yeniden meydana taşıyan anneler, sistematik bir şekilde yargı, gözaltı ve şiddet kıskacında tutulmaya çalışılıyor.
Karanfilden kaleme mücadele…
Ancak havuz akım medyanın annelerin mücadelesi kadar korktuğu bir diğer nokta da özgür basın. Hakikati topluma ulaştırmak için bedel ödemekten bir kez olsun korkmayan ve sinmeyen özgür basının tüm zorluklara rağmen haberlerinde işlediği mücadele, iktidar ve havuz medyanın tüm uğraşlarına rağmen topluma ulaşıyor. 22 haftadır Galatasaray Meydanı’na bir karanfil bırakabilmek için sürdürülen mücadele, özgür basın dışında hiçbir medyanın gündeminde dahi değil. Korku ile yaşayanların yanıldıkları tek nokta ise mücadele uğruna bedel ödeyenlerin karanfil ve kameralarının, medyaya iktidardan daha büyük bir korku salması… Özgür basın, hakikatle işlenmiş kalemi ve kamerasından korkanlara, “Biat eden iktidar medyası karşısında tek bir gazeteci dahi kalsa, ne o kalem ne de kamera kırılacak” mesajını vermeyi sürdürüyor.