‘14 Aralık’ı unutmayacağız, unutturmayacağız!’ 2024-12-14 10:35:02   ANKARA - DEM Parti milletvekilleri Cizîr ilçesinde ilan edilen yasak sürecinde  yaşanan katliamların 9'uncu yıldönümü dolayısıyla Meclis’te düzenledikleri toplantıda, katledilenleri ve Kürt halkına yaşatılan zulmü unutturmayacaklarını ve failler yargılanana kadar mücadele edeceklerini söyledi.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti ) milletvekilleri,  Şirnex'ın Cizîr ilçesinde 14 Aralık'ta ilan edilen sokağa çıkma yasağı sürecinde yaşanan katliamların yıldönümü dolayısıyla Meclis'te basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ilçede yaşanan katliamada dair fotoğraflar taşındı.    BM’nin tanımıyla kıyamet tablosu   Burada söz alan Newroz Uysal, 14 Aralık ve sonrasında yaşanan katliamları unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını belirterek faillerin yargılanana dek siyaseten ve hukuken hesabını sormaya devam edeceklerini belirtti.  Newroz Uysal, “Dünyanın gözlerin önünde yaşanan insanlık katliamlarından fazlasıyla nasibini almış Kürt halkının katliamları neredeyse görünmeyen, duyulmayan bir boyuttaydı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği’nin ‘kıyamet tablosu’ olarak nitelendirdiği kent ablukaları ve sokağa çıkma yasaklarında yaşananlar aslında inkar, imha ve asimilasyon şeklinde yüzyıllık Kürt sorununun Kürtlere yaşattıklarının bir özetidir” dedi.    Dolmabahçe mutabakatı ve 1 Haziran   “Dönüm noktasının 14 Aralık olduğunu” belirten Newroz Uysal, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz deklarasyonu ile başlattığı çözüm sürecine ve Kürt sorununun çözümü için hazırlanan 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Mutabakatı’na dikkat çekti. Newroz Uysal, bu sürecin halklarda büyük bir umut yarattığını ifade ederek şunları söyledi: “Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını ilan etmesi, barışa evirilecek çözüm masasını eski çözümsüzlük sürecine açılan yeni bir pencereye dönüştürdü. 7 Haziran 2015 seçim arifesinde Ağrı Diyadin provokasyonu ve HDP Diyarbakır mitingindeki bombalı saldırılarla, çözümsüzlükten yana ısrarcı bir politika izlendi.   Tüm bu baskıcı politikalara rağmen, HDP 7 Haziran seçimlerinden büyük bir zaferle çıktı. Ancak, tek başına iktidar olamayan AKP, 7 Haziran seçim sonuçlarını kabul etmedi ve halkın iradesini hiçe sayarak, özellikle yüksek oy oranıyla kazanılan bölgelerde ‘ya kaos ya istikrar’ ikilemiyle tehditkar bir söylemle 1 Kasım seçimlerine doğru şiddet ve çatışma zemini hazırladı.”   2014 MGK toplantısı ve çöktürme planı   HDP’nin 80 milletvekili kazanmasının ardından kentlerde abluka süreçlerinin başlatıldığını belirten Newroz Uysal, “Kürt halkına topyekûn bir savaş ilanı olan 16 Ağustos 2015’te Muş Varto’da, sokağa çıkma yasağı adı altında ilk kent ablukaları uygulandı. Hukuki ve insani tüm hakların askıya alındığı bu süreçte, Türkiye tarihinin en yakıcı ve en kanlı dönemlerinden biri yaşandı. Bu yıkım ve katliam planının, 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında alınan ‘Çöktürme Planı’nın bir uygulaması olduğunu, 2016’nın başında kamuoyuyla birlikte öğrendik. Bugün hâlâ bu planın uygulamaları hayata geçirilmeye devam ediyor.   Birçok kente yayılan bu ablukalar, 24 saat süresiz ve tüm kenti kapsayacak şekilde uygulandı. Diyarbakır’da 159, Mardin’de 48, Hakkari’de 23, Şırnak’ta 13, Bitlis’te 14, Muş’ta 7, Bingöl’de 7, Dersim’de 6, Batman’da 6 ve Siirt’te 4 kez ilan edilen bu yasaklardan yaklaşık 2 milyon insan doğrudan etkilendi” şeklinde konuştu.   Yasaklı silahlar sivil halka karşı kullanıldı   Devamında ise Newroz Uysal şöyle konuştu :“16 Ağustos 2015 tarihinde, resmi olarak tespit edilebilen 49 ilçede toplam 289 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu süreçte, şehirlerde yaşayan herkesin tüm temel ihtiyaçları askıya alındı ve hayat tamamen durduruldu. Sokağa çıkma yasaklarının bir yöntem olarak uygulandığı bu şehirlerde, uluslararası literatürde kullanımı sıkı prosedürlere tabi olan konvansiyonel silahlar, şehir merkezlerinde sivil halka karşı kullanıldı. Ulusal ve uluslararası raporlara göre, yaşamını yitiren yüzlerce kişinin büyük bir kısmı, keskin nişancılar tarafından hedef alınarak öldürüldü.    Katledilen kadınlar   Hatırlatmak gerekirse, 16 Ağustos 2015’te Muş Varto’da yaralı halde bulunan Kevser Ertürk (Ekin Van), ağır işkenceye maruz kaldı ve bedeninin çıplak şekilde sokak ortasında teşhir edilerek basına servis edilmesi sağlandı. Valiliğin açıklamasına rağmen bu olaya ilişkin herhangi bir soruşturma açılmadı. Bu olay, özellikle bölgedeki kadınlar olmak üzere tüm kadınlara yönelik bir gözdağı verme amacı taşıyordu.   Bu tür savaş yöntemlerini, Filistin’de uluslararası ceza mahkemelerinin yargıladığı örneklerden de tanıyoruz. Bu uygulama, 11 Şubat’ta Cizre’de ve 21 Nisan’da Yüksekova’da benzer biçimlerde devam etti. Cinsiyetçi küfürler ve yazılamalar, Taybet Ana’nın bedeninin 7 gün sokakta bekletilmesi, Silopi’de Sêvê Demir’in 11 kurşunla, Pakize Nayır’ın 5 kurşunla ve Fatma Uyar’ın 3 kurşunla öldürülmesi, Derya Koç ve Asya Yüksel’in Cizre’de “bodrum” olarak bilinen adreste yanarak can vermeleri, militarizmin ve kadın özgürlüğüne yönelik saldırıların hafızalardan silinmeyen örneklerinden yalnızca birkaçıdır.   Nusaybin ablukası   Hakkari Yüksekova’da 13 Mart’tan 30 Mayıs 2016’ya kadar süren yaklaşık 80 günlük ablukada benzer bir yıkım ve katliam yaşandı. TRT haberlerinde 'tünel' olarak ifade edilen adreslerde 20’ye yakın kişi yaşamını yitirirken, bu alanlarda öldürücü silahlarla saldırılar düzenlendi. Sokağa çıkma yasaklarında Yüksekova’da 78 kişi hayatını kaybetti ve kurbanların çoğunun beden bütünlüğü yoktu. Yasaklar devam ederken evler yıkılmakla kalmadı, birçok ev bilinçli bir şekilde yakılarak zarar gördü.   Siyasi iktidar, özgürlük mücadelesinin direniş sembollerinden biri olan Nusaybin’de de benzer bir tablo sergiledi. Tüm güçlerini bu bölgeye yığarak, kendi ülkesinin sınırları içinde yaşayan halka karşı açıkça savaş ilan edildi. Nusaybin ve Dargeçit’te 22 mahallede yasak ilan edildi; 9 mahallede süren yasakta, evinin merdivenlerinden inerken keskin nişancıların hedefi olan Selamet Yeşilmen, iki çocuk ve yedi kadın dahil olmak üzere toplam 25 sivil hayatını kaybetti. TOKİ binalarının altında aylar sonra naaşlara ait kemikler bulundu. Benzer şekilde, Cizre’de yıkılan binaların molozlarının döküldüğü Dicle Nehri’nde ve Sur’da hafriyat kamyonlarında insanlara ait beden parçaları ortaya çıktı.   Sur ablukası   Dünya tarihinin en uzun yasaklarından biri, Sur ilçesinde yaşandı. 'Tarihe sahip çıkalım, çatışmaları tarihi yerlerden uzak tutalım' çağrılarının yapıldığı bir dönemde, dört ayaklı minarenin önünde Tahir Elçi’nin vurulmasıyla sokağa çıkma yasakları başladı. Kürt düşmanı politikalar bir yandan can alırken, halk zorla göçe tabi tutuldu. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Sur’da, 'kentsel dönüşüm' adı altında hafıza ve tarih yok edildi. Yüksek yıkımın yaşandığı Sur, Şırnak merkez, Nusaybin gibi kentlerde cenazeler aylarca DNA testi gerekçesiyle morglarda bekletildi. Sur’da katledilen Rozerin Çukur’un ailesi gibi birçok aile, çocuklarının cenazesini alabilmek için açlık grevine başvurmak zorunda kaldı.   Cizre ablukası   En ağır insanlık suçlarının işlendiği yerlerden biri Cizre’ydi. Aralarında kadınlar, 12 yaşındaki çocuklar, yaşlılar ve gazetecilerin bulunduğu 177 kişi, üç ayrı adreste 'vahşet bodrumlarında' katledildi. 18 Ocak-7 Şubat tarihleri arasında tüm çağrılara, hukuksal başvurulara ve devletin ilgili birimleriyle yapılan görüşmelere rağmen bu adreslerdeki 76 kişi yanarak can verdi. Silopi’de ise 29 sivil hayatını kaybetti.   Kimse 'Milli Güvenlik' diye yutturamaz   Hiçbir vicdan sahibi, onlarca cenazenin DNA testi gerekçesiyle morglarda bekletilmesini, Cizre’de cenazesi buzdolabında saklanan 13 yaşındaki Cemile’yi, Hacı Lokman Birlik’in zırhlı araç arkasında sürüklenmesini unutamaz. Bu insanlık dışı uygulamaları, Nusaybin, Sur, Silopi, İdil, Silvan ve Dargeçit’te 'sokağa çıkma yasakları' adı altında sürdürülen devlet terörünü 'güvenlik' söylemiyle kimseye kabul ettiremezler. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin 10 Mart 2017 tarihli raporunda da belirtildiği gibi, 18 ay süren operasyonlarda 2 bine yakın kişi yaşamını yitirmiş, ciddi insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.   AKP’nin işgalci politikaları   Cumhuriyet tarihi boyunca süreklilik arz eden paramiliter ve resmi güçlerin katliamları, 1990’larda JİTEM, Özel Tim, Korucular, Hizbullah adlarıyla ortaya çıkarken, günümüzde JÖH, PÖH ve Esedullah Timleri gibi isimlerle karşımıza çıktı. Bu grupların duvarlara yazdığı cinsiyetçi ve ırkçı ifadeler, katliamların sembolü haline geldi. Tüm bu suçlar cezasızlık politikası ile örtbas edilirken, 2015 ve 2016 yıllarında Kürt kentlerinde yaşanan yıkımın ardından AKP, işgalci politikalarını Efrin’de devam ettirdi. Günümüzde ise aynı yöntemlerle Kuzey ve Doğu Suriye’de Rojava’ya yönelik saldırılar sürdürülmektedir.   Türkiye bir dönemeçte   Bir zamanlar Kürt kentlerinde yüzleri kapalı bir şekilde dolaşan ve 'Allahuekber, Bismillah' diyerek saldıran güçler, bugün Kuzey ve Doğu Suriye’de aynı şekilde Kürtlere karşı harekete geçmektedir. Suriye Milli Ordusu adı altında eğitilen ve donatılan bu gruplar, halkların demokratik bir yaşam kurduğu Rojava’yı hedef almaktadır. Gerçek bir millilik ve kardeşlik savunulacaksa, Türkiye’nin yüz yıllık güvenlikçi yaklaşımlardan, Kürt düşmanlığı ve paranoyasından kurtulması gerekiyor.”