'Kentsel dönüşüm projesi asimilasyon politikasının bir parçası'
- 09:31 30 Aralık 2020
- Ekoloji
Sema Çağlak
DİYARBAKIR - Kentsel dönüşüm projelerine ilişkin konuşan Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Eşbaşkanı Selma Aslan, “Kentsel dönüşüm projelerinin, uygulama biçimine bakıldığında tüm yaşam biçimini değiştiren alan kullanıcılarını çeşitli bölgelere dağıtan bir çalışmadır. Bu da kentsel dönüşüm projesi kapsamındaki insanların sosyo-kültürel yaşam biçimini değiştirdiğinden aynı zamanda bir asimilasyon politikasının biçimi de denebilir” dedi.
AKP’nin 18 yıllık iktidarı boyunca yürüttüğü politikalardan biri de “kentsel dönüşüm” adı altında rant ve toplumsal hafızayı yok etmek. Bu politikaların uygulandığı kentlerden biri de Diyarbakır. Son yıllarda kentsel dönüşüm adı altında birçok projenin hayata geçirileceğinin tartışıldığı Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel yapısı da tehlike altında.
En son Diyarbakır’ın merkez ilçesinden Bağlar’a bağlı Kaynartepe Mahallesi’ndeki 53 bin metrekarelik alan, 25 Eylül’de “riskli alan” ilan edilmesinin ardından “kentsel dönüşüm projesi” kapsamına alındı.
Konuyla ilişkin Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Eşbaşkanı Selma Aslan sorularımızı yanıtladı.
“Riskli alanlar ilan edilerek, parçacı planlama yaklaşımları ile kent dokusu, kent mimarisi, sosyolojik, ekonomik, demografik vs. gibi birçok etken göz ardı edilmiş olduğu görülmektedir.”
* Kentsel dönüşüm kapsamında özellikle Diyarbakır hedef alındı. Neden Diyarbakır? Buradaki amaç nedir?
Dünya ekonomik sistemi 2008 yılı ile başlayan yeni bir küresel krizle karşı karşıya kaldı. Bu küresel krizi Türkiye; inşaat alanına yatırım yaparak aşmaya çalıştı. Doğayı, doğal yaşam alanlarını, kentleri, kültürel ve tarihi miras alanlarını toplum gerçekliğinin dışında tutarak, sırf ekonomik ve politik rant amaçlı yaklaşımlarla bu krizi aşabileceğini düşündü. Türkiye’nin büyük bir bölümü şantiye alanına dönüştü. Bir taraftan kamu alanları inşaat alanına açılırken diğer taraftan kentsel dönüşüm alanları ilan edilerek alan genişletildi.
Sur ve Bağlar ayrı iki örnekleme olarak karşımıza çıkıyor. Bildiğiniz üzere Sur da çatışmalı bir süreç yaşandı ve bunun akabinde güvenlik gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararı ile riskli alan ilan edilen 6 mahallenin neredeyse tamamına yakınını acele kamulaştırma kararı ile kamulaştırıldı ve bölgede yaşayanlar göç etmek zorunda kaldı. Kentin tarihi dokusu bozulmuş oldu. Tescilli ya da tescile değer sivil mimari yapılar yıkıldı. Bölge yeni kullanıcıları ile elit zengin kesimin kullanımına sunulacak. Diyarbakır’ın başka alanlarında yeni gecekonduların oluşması, yerini evini terk eden bu insanlar başka gecekondularda yaşamaya devam etmiş olacaklar. Çünkü Sur’u terk etmek zorunda kalanlara tekrar yeni yapılar inşa edildikten sonra eski kullanıcılara sunulmayacaktır.
Bağlar Kaynartepe’de ise 6306 sayılı afet riski atındaki alanların dönüştürülmesine dair kanunun kapsamında “riskli alan” ilan edildiği açıklanmıştır.
Kentsel dönüşüm kavramı aslında fiziksel, ekonomik ve sosyal olarak çöküntü haline gelmiş alanlarının yenilenmesi ya da rehabilite edilmesidir. Kentin ve de dönüşme tabi olacak alanların kendi özgün koşulları dikkate alınarak uygulamalar geliştirilmemektedir. Kaynartepe’ye baktığımızda kentsel dönüşüm kavramını karşılayan çöküntü alanı değildir. Evet, sağlıksız yapılar olabilir ya da çevresel faktörden kaynaklı koşullar yetersiz olabilir. Ancak bölgesel dokunuşlar ve sorunlu alanlara dair sağlıklı projeler geliştirilerek yerel halkın barınması sağlanabilir, göçlere engel olunabilirdi. Riskli alanlar ilan edilerek, parçacı planlama yaklaşımları ile kent dokusu, kent mimarisi, sosyolojik, ekonomik, demografik vs. gibi birçok etken göz ardı edilmiş olduğu görülmektedir.
Sur ‘da ve Bağlarda hedeflenen nedir diye sorduğunuz sorunun yanıtı insanların daha sağlıklı koşullarda tüm kamusal alanlara ve hizmetlere eşit mesafede erişimi sağlamak, istihdam alanları yaratmak olmalıdır. Ancak Türkiye’deki örnekler ve Sur da oluşan durum bunu karşılamıyor. Sermayenin alanını ve sermayedarın yaşam biçimini şekillendiren rant esaslı çalışmalar olduğunu düşünmekteyiz.
Sanat Sokağı’nda yapılan bir yeniden düzenleme çalışmasının olduğunu görüyoruz. Bu pandemi koşullarında aciliyeti olan bir çalışmaydı diye soracak olursanız bence hayır. Sokak esnafı da bunu ifade etmektedir. “Zaten pandemiden kaynaklı satış yapamıyorduk şimdi hiç müşteri yok” diyorlar. Yakın zamanda yapılan bir çalışma vardı ve yıpranan, bozulan ya da mekân kullanışı açısından nasıl bir sorun yaşanıyordu, neden ihtiyaç duyuldu bu çalışmaya bilemiyorum.
* Öte yandan beton duvar yapımı projesiyle ne amaçlanıyor? Neden semtleri birbirinden ayırmaya çalışıyorlar?
Devlet Demir Yolları (DDY) 5. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılmış olan bir ihaledir. Kent merkezinden geçen tren raylarını sağlı sollu olmak üzere 24 kilometre uzunluğunda 180 santimetre yüksekliğinde panel çit ve 50 santimetre yüksekliğinde jiletli tel yapılması suretiyle, kenti ikiye bölen bir proje hayata geçiriliyor. DDY yetkilileri ile yapmış olduğumuz görüşmelerde yaya ve araç güvenliği için yapılan bir çalışma olduğunu ifade ettiler. Şehri ikiye bölen, görsel kirliliği olan, sorun çözmekten öte sorun yaratan bir proje olduğunu düşünüyoruz ve bunu birkaç kez de çeşitli yollarla ifade ettik.
Evet, sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz gibi semtleri ikiye bölen, ticareti ikiye bölen yaşam ilişkilerini ikiye bölen bir projedir. Son yıllarda hayatımıza güvenlik temelinde giren duvarların bir yenisini de burada görmekteyiz.
“Kentsel dönüşüm projeleri ile de mülksüzleştirme ve soylulaştırma ile birlikte yeni sosyolojik sorunları beraberinde doğurmaktadır.”
*Bu tür projelerde neden özellikle Sur, Bağlar, Benû Sen gibi yoksul kesimin yaşadığı yerler tercih ediliyor?
Evet, sadece Sur, Bağlar, Benû Sen değil elbette ki. Türkiye’de kentsel dönüşümün uygulandığı alanlara baktığınızda yoksul kesimin yaşadığı çarpık kentleşmenin ve gecekondu alanlarının yoğun olduğu, alt gelir grubu ya da yoksulların barındığı alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Kentsel dönüşüm projeleri ile de mülksüzleştirme ve soylulaştırma ile birlikte yeni sosyolojik sorunları beraberinde doğurmaktadır. Sonuç olarak da çevre ve doğa tahribatını arttıran kimliksiz sorunlu şehirler yaratmaktadır.
*Kentsel dönüşüm projeleriyle yerlerinden edilen halka ne olacak?
Bu projelerle yerinden edilen vatandaşları maalesef ki kötü süreçler beklemektedir. Riskli alan ilan edilen bölgede alan çalışması esas alındığı için alanın tamamı boşaltılmakta. Bağlar örneğinden gidecek olursak yaklaşık olarak 10 bin insanın yaşadığı bir alan ve bu alandaki yapıların tamamı yıkılarak alanın eski dokusu yapıların yerleşim biçimi, sokakların genişliği mekânların büyüklüğü tamamen değişmekte. Bu da beraberinde yeni “modern” planlama ile karşımıza çıktığında tüm yaşam yeniden kurgulanmış oluyor. Dolayısıyla artık yeni alanda sadece en iyi ihtimalle 4 bin bilemediniz 5 bin insanın ikame edeceği alana dönüşecektir. Bu da en iyi ihtimalle 700 ya da 800 haneye tekabül eder. Geriye kalan vatandaşları şehrin ücra bölgelerinde TOKİ marifeti ile yapılmış yapılar satılmakta, vatandaş borçlandırılmaktadır. Bu 5 bin kişi de yeni yapılacak olan alana da ikame edebilmeleri için ise daha yüklü borçlarla yeni ev sahibi olabileceklerdir.
Bunlar en iyi ihtimal olduğu söylenebilir. Çünkü şu anda bölge kullanıcılarının düzenli ekonomik gelirlerinin olması gerekiyor. Site koşullarında yaşamanın ekonomik bedeli de bugün neresinden bakarsanız kapıcı doğalgaz ortak gider derken üzerine bir de geri ödemeyi düşünürseniz bir asgari ücreti de aşacak giderler olacaktır. Kısacası beki de artık barınabileceği derme çatma bir çatısı olmayacaktır. Ve bizim mülksüzleştirme dediğimiz de budur. Benim burada ifade etmeye çalıştığım ve verdiğim rakamlar anlaşılır olması açısından örneklemedir ve bu rakamlar en iyi ihtimaldir diyebiliriz.
Uygulama biçimine bakıldığında tüm yaşam biçimini değiştiren alan kullanıcılarını çeşitli bölgelere dağıtan bir çalışmadır. Bu da senin sosyo-kültürel yaşam biçimini değiştirdiğinden evet aynı zamanda bir asimilasyondur da denebilir.
“Bakın “riskli alan” ilan edilen bir bölge var ve halen buna dair projeler yok, planlamalar yok. Aslında var da yok diyebiliriz. Çünkü riskli alan ilan ettiyseniz elinizde veriler ve planlamalar olmalı ama paylaşılmıyor. Ne meslek örgütleri ile ne alan kullanıcıları ile ne de Diyarbakır halkıyla.”
*Nasıl bir şehir tasarlamak isteniyor? Bütün bu yapılanlara karşı alternatif ne olmalı?
Nasıl bir şehir tasarlanmak isteniyor. Bu biraz görece bir cevap olabilir mi bilmiyorum. Benim görebildiğim kadarıyla; Mekân insan ilişkisi aynı zamanda insanın yaşam biçimini de oluşturmaktadır. TOKİ yapıları tek tip yapılar ve mekânlar bildiğimiz gibi. Tek tip insan, komşuluk ilişkileri olmayan yaşamdan kopuk ve bir de güvenlik amacıyla etrafı 200 metre duvarlarla örülü sitelerde yaşamaya mahkûm edilen insanlar. Gerçi konumuz dışında olacak belki ama bugün Diyarbakır’da yeni gelişen site anlayışı da budur aslında anti parantez diyerek ifade etmek isterim.
Bu yapılara karşı alternatiflerimiz var tabii. Öncelikle kentsel dönüşüm yapılmak istenen alanda siz tüm bu yaşananları halkla ortaklaştıracaksınız ve yaşanacak bu süreçlere dair insanların nasıl bir alanda hangi koşullarda yaşamak istediklerini soracaksınız. Bilimsel verilerle çalışma yürüteceksiniz. Bakın “riskli alan” ilan edilen bir bölge var ve halen buna dair projeler yok, planlamalar yok. Aslında var da yok diyebiliriz. Çünkü riskli alan ilan ettiyseniz elinizde veriler ve planlamalar olmalı ama paylaşılmıyor. Ne meslek örgütleri ile ne alan kullanıcıları ile ne de Diyarbakır halkıyla.
Diğer bir alternatif riskli alan ilan etmeyin. Alanda riskli yapı tespiti yapın ve yapılarda da alanda da iyileştirmeler sağlanabilir.
Her şeyden önce yapılmak istenen çalışma şeffaf olarak kent gündemine getirilir ve en iyi çözüm buradan kentliyle beraber alan kullanıcıları ve meslek örgütleri ile beraber ortaklaştırılarak oluşmalıdır.
Sonuç olarak doğa ile barışık, doğal kaynakları koruyan, sürdürülebilir ulaşım modelleri ile kadın, çocuk, engelli olmak üzere her kesimin kendini ifade edebileceği ve yaşayabileceği bir kent hedeflenmelidir. Barınma sorunlarının çözüldüğü, estetik ve işlevsel kamusal mekânlar sunan yerel ekonomisini destekleyen, temiz bir çevre, güvenli bir yaşam sunan kentler diyebiliriz.