Sebahat Tuncel: Sayın Abdullah Öcalan’a dönük tecrit suçtur
- 16:26 4 Eylül 2023
- Hukuk
ANKARA - Kobanê Davası’nda konuşan Sebahat Tuncel, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük mutlak tecridin suç olduğunu belirtti. Duruşmaya, Zazaca yazılı savunma gönderen Sibel Akdeniz heyete, “IŞİD’i yenilgiye uğratan ruhu ve iradeyi yargılıyorsunuz” dedi.
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırısı sonrasında Kurdistan ve Türkiye’nin pek çok kentinde 6-8 Ekim 2014’te yaşanan halk protestoları nedeniyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobanê Davası’nın 31’inci duruşmasının birinci oturumu, Sincan Kapalı Cezaevi Kampüsünde bulunan duruşma salonunda görülmeye başladı.
Duruşmaya, Sincan Cezaevi’nde bulunan siyasetçiler duruşmada hazır bulunurken, farklı cezaevinde bulunan siyasetçiler ise Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile tutuldukları cezaevinden duruşmaya katıldı. Duruşmayı ayrıca, Amed, Mêrdîn, Şirnex ve Agirî baro başkanları, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) milletvekilleri Ferit Şenyaşar, Sevilay Çelenk ve Ömer Faruk Hülakü takip etti.
Duruşma öncesi Sincan Cezaevi’nden duruşma salonunda hazır bulunan tutsak siyasetçiler, Gültan Kışanak’a başsağlığı diledi. Başsağlığı dileyen Ayla Akat Ata, “Bu bir zulümdür iyi misin dahi soramıyoruz” sözlerini kullandı.
Duruşma, dosyaya gelen giden evrakların okunmasıyla başladı. Ardından avukat Nuray Özdoğan söz aldı.
‘Kamu kurumları yargılama hevesine girdi’
Türkiye’de böyle bir dosya örneğinin olmadığını söyleyen Nuray, dosyaya katılma talebinde bulunan kurumların hangi saikle katılma talebinde bulunduklarının gerekçelerinin dosyaya eklenmesini talep etti. Nuray, “Bu süreçte iktidarın kuruluşları haline geldiği için katılma talebi oldu. Kamu kurumları ne zamandan beri yargı makamıyla birlikte yargılama hevesine girdiler. Katılma talepleri büyük suçtur. Failler ve müştekiler burada dinlenmedi, dinlenmediği için savunmalarımız elbet bitemez. Faillerin burada mutlaka ifadelerinin alınması gerekiyor” dedi.
Mahkeme başkanından mikrofon kapatma tehdidi
Geçtiğimiz günlerde 193 aydın ve sanatçının Kobanê Davası’na ilişkin açıklama yayınlandığını hatırlatan Nuray, aydın ve sanatçıların açıklamasını delil olarak gösterdi. Nuray’ın aydın ve yazarların paylaştığı açıklamayı okuması sırasında heyet, Nuray’a, “Kimin ne açıkladığı bizi ilgilendirmiyor, eğer dosyaya ilişkin bitmişse sözleriniz mikrofonunu kapatırım. Bu açıklama yapan şahıslar dosyayı mı okumuşlar siz daha dosyayı bitirmedim diyorsunuz. Bu şahısların açıklamaları bizi bağlamıyor?” diyen heyete Nuray, aydın ve yazarların açıklamasını okudu. Heyet, yeniden Nuray’ın sözünü keserek, “Bunlar AİHM kararını okumuşlar mı?” sorusu dikkat çekti.
Mahkeme’den avukatların işbirliğine ‘örgütsel tutum’ iddiası
Nuray sözlerine şöyle devam etti: “Ben delilimi sunarım kabul edip etmeme size kalmış. Siz AİHM kararını kabul etmiyorsunuz bunu mu kabul edeceksiniz. Burada 3 yıldır meslektaşlarımızla birlikteyiz tanıyoruz birbirimizi. Ama bunu ‘örgütsel bir tutum’ sergiliyormuşuz gibi ara kararlar vermekten vazgeçin. Adaletin sağlanması, hukukun sağlanması için meslektaşlarımızla işbirliği içerisindeyiz” ifadelerini kullandı.
Amed baro başkanı: heyetin bir ön yargısı var
Daha sonra Amed Baro Başkanı Nahit Eren söz aldı. Türkiye’de bu tür yargılamalara tanıklık ettiğini kaydetti. İddia makamının “Dernek adı altında hukuk örgütleri” ibaresi geçtiğine dikkat çeken Nahit, “Davanın ilk duruşmasına da gelip gözlemledik, bu tür siyasi yansıması olan politik davalarda yargılama heyetinin bizlere karşı bir ön yargısı var. Meslektaşlarımızın ve siyasetçilerin savunmalarına saygı duyulmasını talep ediyoruz. Bugün bu davayı bir şekilde sonuçlandırmak sizlerin görevi olmamalı” sözlerini kullandı.
Ayla Akat Ata: 5 bin sayfanın içerisinde 1 sayfa çözüm süreci yer alıyor
Gelen evraklara dair söz alan tutsak siyasetçi Ayla Akat Ata, tutuksuzların savunmaları bittiğinde kendilerinin savunmalarına başlayacağını belirtti. Ayla, “5 bin sayfalık bir mütalaa var bir sürü belge geldi ve çıktı. Bizim birleşen dosyalarımız da var. İddia makamı benimle ilgili birleşen dosyalarda hiç yargılanma yapılmamış gibi yapmış. Tutuklu yargılanıyoruz, ara kararlarınızda bir değişen karar verme gereği duymadınız. Biz de burada bu sürece denk düşen esasa ilişkin savunma hazırlığındayız. ‘Dalga geçer’ gibi bizimle konuşmayın, 38 kişinin katili olmak ne demek. Bu dosya demokratik çözümün intikam davasıdır ve biz de onu yürütenleriz. Bu yüzden buradayız. Biz başından beri bu dosyadaki kaygımız adil yargılanma yönünde. Siz burada dört arkadaşımızın adil savunma hakkını elinden aldınız. Hazırlanıyoruz, burada yargılanmamız içinde bulunduğumuz örgütlülüğümüzden dolayıdır. 5 bin sayfanın içerisinde 1 sayfa çözüm süreci var ama benim tüm faaliyetlerim çözüm sürecinde” şeklinde konuştu.
Duruşmaya, Mêrdîn Baro Başkanı İsmail Erik, Şirnex Baro Başkanı Rojhat Dilsiz ve Agirî Baro Başkanı Serdar Günakın’ın davaya ilişkin değerlendirmelerinin ardından ara verildi.
Verilen aranın ardından duruşma, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in söz almasıyla devam etti.
Kobanê Davası’nın başından bu yana hukuksuzluklarla dolu olduğunu söyleyen Sebahat, usule ilişkin tüm taleplerin reddedilmesinin ciddi bir sorun olduğunu kaydetti. Sebahat, “Burayı tarif edersek devletin Kürtlere karşı yürüttüğü bir dava. Siz de bir bağımsız muhakeme yapmak yerine devlet adına görev bilmişsiniz. Üzerinizdeki cübbe adil ve bağımsız bir yargılama yaptığınız anlamına gelmiyor. Beş arkadaşımın savunma hakkını elinden aldınız ve şimdi kılıf uyduruyorsunuz. Zaman ekonomisini bile yönetemiyorsunuz. 09.00’da cezaevinden çıkıyoruz, siz 11.00’da geliyorsunuz iki saat ara veriyorsunuz. Süreci uzatma bizimle alakalı değil sizinle alakalı. Bizim haklarımızı kullanmamızı engellediğiniz için. Ara kararlarınızda tüm taleplerimizi reddediyorsunuz” diye belirtti.
Kürtleri ve dostlarını yargılıyorsunuz
Sebahat sözlerine şunları ekledi: “CMK kurallarını kendinize göre düzenlediniz. Adil yargılanma talebimizi reddediyorsunuz. Maddi gerçeğin açığa çıkarılmasını istemiyorsunuz, isteseniz bu dava böyle sürmez. Savcı beye laf bulamıyorum, mütalaasında bir düşman hukuku var. Duygusunu katmış, savcı beyin duygusuyla karşılaşıyoruz. Bunların hepsi suyu bulandırmak için. Burada Kürtleri ve dostlarını yargılıyorsunuz tüm mesele bu. Yeni adli yılı için Erdoğan, adil yargılanma dedi. Barış anneleri sokağa çıkamıyor, insanlar çıkamıyor. Ama çeteler dışarıda, iktidarın çetelerle kurduğu ilişkin topluma mesaj veriyor. Yargı reformu dediğiniz şey nedir; AB uyum sürecinde iyi yasalarda çıktı, şimdi hepsini geri aldılar. İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettiler şimdi 6284 sayılı yasayı kafa takmışlar. Her gün iktidarın küçük ortakları kadınlara dair beyanlarda bulunuyor. Kadınlar sokaklara çıkamıyor, her gün kadın katliamı var. Bu Kürt sorunundan bağımsız değildir. İktidar toplumu çürütüyor.
‘6-8 Ekim olaylarının failleri iktidardır’
1 Eylül’de insanlar sokağa çıkarak barış istediler. Kürt sorunu çözülmeden yargı bağımsızlığı olamaz. Anayasa, yasa, parlamento askıda, işlemiyor. El kaldır indir durumda. Seçimde gördük, tüm bakanlar yasak olduğu halde, arabaları ile seçime katıldılar. Bunlar suç ama kimse onları yargılamıyor. 1 Eylül’de insanlar toplumsal barış olsun derken, demokratik düzenin yolunu da gösterdiler. 38 kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyoruz ve barış diyoruz. Buna inanıyoruz, Kürt halkının statüsünü talep etmesi cezalandırılamaz. Tek adam demokratikleşme diyor ama hiç de öyle değil, ikinci cumhuriyeti kurmak istiyorlar ve bir kez daha Kürtsüz yapmak istiyorlar. Kürt kadınları önlerinde engel olarak görüyorlar, çünkü biz itiraz ediyoruz. Bu onların işine gelmiyor, bu dava da tam da bunun için açıldı. Maddi deliller ortaya çıkarıldığında 6-8 Ekim olaylarının faillerinin biz değil iktidar olduğunu çok iyi göreceksiniz. Davutoğlu sağda solda konuşuyor, neden bu süreci konuşmuyor? Hakan Fidan bölge bölge geziyor ama bu davanın sorumlularından biri de odur.”
‘Sayın Abdullah Öcalan’a dönük tecrit suçtur’
“ Siyaset yapma hakkımızı hangi mahkeme, iktidar alır?” diyen Sebahat, “Savcı dosyada iftira atıyor, Kobanê’ye gidip faaliyetler yapmışım. Temel hak ve özgürlüklerimizi kullandığımız için suç olarak kullanmış. Tecride karşı açlık grevine girdiğim için suç demiş. Tecrit insanlık suçudur, Sayın Öcalan ile yapılan diyalog süreci tüm Türkiye’ye nefes aldırdı, şimdi İmralı kapısını kapattılar Türkiye tecrit altında. Ailesi ve avukatları ile görüştürülmüyor. Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecrit suçtur, mutlak izolasyon suçtur. Bunlara itiraz ettiğimiz için suç olarak ele almış savcı. Neden barış istiyorum, neden Kürt halkının statüsünün tanınması gerektiğini düşündüğümü savunmamda açıklayacağım. Düşüncemi beğenmiyor olabilirsiniz ama Kürtler bunu söyleyince ‘terörle mücadele kanunu’ devreye girer. Kerkük’te Kürtler ve Arapları kışkırtıyorlar, farklı oyunlar dönüyor. Bunlar için mücadele edeceğim” sözlerini kullandı.
‘O Kürdü dövdürtmeyecektiniz’
Örgütlenme hakkı, konuşma özgürlüğünün elinden alındığını dile getiren Sebahat, önce Kürt belediyelerine kayyımların atandığını ama şimdi İstanbul’a aynı tehditte bulunulduğunu kaydetti. Sebahat, “Siz o Kürdü dövdürtmeyecektiniz. Kürde bu yapıldığında ses çıkarılacaktı. AİHM bir karar vermiş, hukuksuzluk demiş. Keşke bu hukuksuzluğu herkes görse, biz konuşamıyoruz ama başkaları bizi krimalize ederek konuşuyor. 2015’ten bu yana bu ülkede zulüm politikası var. Aydınların bunu bilmemesi mümkün mü? Gezi davasında yargılananlar cezaevinde, kadınlar cezaevinde, Yeni yaşam gazetesi ile insanlar dayanıştı diye cezaevinde. Bu ülke yaşanılamaz hale geldi. İnsanlar öldürülüyor, kadınlar ölüyor, taciz, tecavüz artıyor. Bu güvenlikçi politikalar sonucu” şeklinde konuştu.
Sebahat’tan heyete: Özgürlüğümü elimden alıyorsunuz
Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren hasta tutsak Şakir Turan’a dikkat çeken Sebahat, “Ailesine cenazesi gönderildi. Yetmiyor insanın DNA testleri zamanında verilmiyor, insanların cenazelerini kutuda veriliyor. Bu iktidarın çürüdüğü noktadır. İnsanların çocuklarının cenazelerini kutularla veriliyor. Bu ülkenin eski içişleri bakanı şimdikinin de faaliyetleri farklı değil sarı torbalarla övünüyor” dedi. Sebahat’ın sözünü kesen heyet, “Anlamıyorum ne dediğinizi maksadınız ne” diye sordu. “Yaptığınız hukuksuzlukları konuşuyorum” diyen Sebahat’ın sözlerini mahkeme heyeti ısrarla kesti. Sebahat heyete, “Benim özgürlüğümü elimden aldınız, bırakın da konuşayım. Beni cezaevinde tutmaya çalışıyorsunuz, ben de burada erkek-devlet şiddetini açıklıyorum” ifadelerini kullandı.
‘Derdimizi size değil Türkiye halklarına anlatıyoruz’
Yeniden sözlerini devam eden Sebahat, “Bu ülkede insanlar cezaevinde cezaları bitmesine rağmen tahliye edilmiyor” dediği sırada bir kez daha heyet sözlerini kesi. Sebahat, “İki yıldır sizinle bu durumu yaşıyoruz, bize özel bir yaklaşımınız var. İki buçuk yıldır bu kürsüye her geldiğimde sizinle kavga etmek zorunda mıyım? 8 yıldır özgürlüğümü elimden aldınız, gül cemalinizi görmek için gelmiyorum. Bizimle kişisel bir husumetiniz mi var? Ben değil siz tavrınızı düzeltin. Lehimize olan taleplerimizi soruşturdunuz mu? Reddettiğim bir heyet karşısında konuşuyorum farkında mısınız. Derdimiz var, Türkiye halklarına anlatıyoruz, size değil onlara anlatıyoruz. Ben bir siyasetçiyim, nerede olursa olsun siyasetimi yapacağım” sözleri karşısında heyet, “Burası siyaset yapma yeri değil” sözlerine karşılık Sebahat, “Buna çok gülerim” cümlesini kullandı.
Ardından söz alan Avukat Kenan Maçoğlu, Bu davada hukuk adına bir unsurun olmadığını, yargılananların siyaset nedeniyle yargılandığını belirterek Sebahat Tuncel’in savunmasının kesilmesine tepki gösterdi. Kenan, iktidarın Kobanê davasına ilişkin söylemlerini anımsatarak, “Bu söylemlere itiraz ettiniz mi? “ diye sordu.
Duruşma, Sibel Akdeniz’in Zazaca gönderdiği savunma metninin okunmasıyla devam etti.
Sibel’in savunması şöyle;
“Mütalaayı kısaca değerlendireceğim ve açıkçası savunmanın mahkeme nezdinde bunca önemsiz görüldüğü heyetleri ilk defa görmüyorum. Yargılandığım tüm süreçlerde istisnasız olarak savunmam hiç bir şekilde esas alınmamıştır. Lehte hiçbir delil ve değerlendirme göz önünde bulundurulmamıştır. Biz sizi gayet iyi anlıyoruz ve bence sizlerde bizi gayet iyi anlıyorsunuz yani bu anlama işinin içinde olağanüstü bir durum yoksa her kes çok açık konuşuyor tavır ve davranış sergiliyor. Bizim işimiz şöyle zor; anlatıyoruz bizi dinleyenler yani sizler sağır ve dilsiz kesiliyorsunuz, bizi adeta görmüyorsunuz. Sizin işiniz zor mu bilemiyorum. Evet, eliniz kolunuz bağlı dedik defalarca ama bağlı olmasaydı özgürce düşünüp tamamen tarafsız hareket eder miydiniz, böylesi anlamlı bir bakış açısına sahip misiniz? Bana hiç öyle gelmiyor artık.
Kürt olmamız iktidarın hedefinde olmamız yeterli
Bu yüzden demokratik bir sistemde yaşamıyoruz, demokratik bir zihniyetle şekillenmiş bir mekanizma tarafından yargılanmıyoruz. Tam teresi yasaların bugün alenen çiğnendiği, bunu size bizim durmaksızın hatırladığımız bir süreci yaşadık yaşıyoruz. Sizin bize ithamlarınızın hiç biri somut değil. Delile dayalı değil. Aksine siyasal geçiş süreçlerindeki yaklaşımlarınıza bakılırsa ne yazık ki niyetsel. Aslında tamamen niyetselsiniz. Niyetsel olmanız içinde Kürt olmamız, iktidarın hedefinde olmamız yeterli galiba. Mesela benim davranışımdan dolayı arkadaşımı yargılayabiliyorsunuz. Biri yurt dışına gitti diye herkesi bundan sorumlu tutup tutukluluk gerekçesine dönüştürebiliyorsunuz. Ancak ben buradayım bir yere gitmedim, buna niyetim de yok. Bunu lehte değerlendirecek misiniz? Her şeyi bıraktık, kimlik tespiti yapmadan şu aşamaya gelmiş olmanızı kendiniz nasıl değerlendiriyorsunuz? Irkçı, ayrımcı, bir halkı, onun temsilcilerini hor gören insanların kalplerini merak ediyorum. Orada ne var neden, neden kapkaraymış gibi geliyor bana. Evet, rengi kara olmalı. Yargısız infaz edebilecek kadar insanların gözü nasıl döner, aklı nasıl tutulur, kalbi nasıl taşlaşır? Bu nasıl olur? Bilmiyorum.
Hayalini kurduğum yaşam modeli suç mu?
Ben hayatımın tek bir anında dahi milliyetçi ve ırkçı bir yaklaşım içine girmedim. Kimseyi diliyle, rengiyle, inancıyla, kimliğiyle değerlendirmedim, ön yargılı yaklaşmadım. Her insanın düşünceleri, kalbi ve aklı vardır. Kişilikleri, onurları vardır, yaşam tarzları ve bir duruşları vardır. Tüm bunların yanında her biri farklıdır ve toplulukları, toplumu oluştururlar. Bunu tüm farklılıklarımızı kapsayarak yaptığımızı bir defalığına düşünebilir misiniz? Öylesi bir gerçeklikte her şey ne kadar güzel olacak. Ayrımcılık yok, ötekileştirme yok, sınıflar yok, ezen yok, ezilen yok. Türkiye Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Hristiyanı, Yahudisi, Lazı, Arabı,…siyahı, beyazıyla, meleziyle herkesin birbirine saygı gösterdiği bir toplumsal zihniyetle şekillenmiş olsa. O zaman çok yaratıcı ve üretken topluluklar ve toplum olurduk. Kendi kendimizi yönetir, toplumun olduğu kadar doğanın bir parçası olduğumuzu düşünür ve mütevazice yaşardık. İşte benim nerede yaşarsam yaşayayım istediğim hayalini kurduğum yaşam bu. Bu suç mu teşkil ediyor, çok mu tehlikeli, hayır, bu en doğal olan yaşama tarzıdır.
IŞİD’i yenilgiye uğratan ruhu ve iradeyi yargılıyorsunuz
Bakın bizi bölücülükle, parçalamakla suçluyorsunuz bu akıl almaz. Ben yurtsever bir insanım. Ama savunduğum yurtseverliğin kesinlikle milliyetçilik gibi algılanmasını istemem. Ülkemi yaşadığım toprakları seviyorum. Kadını, erkek eşitliğini, savunuyorum, tüm dini ve etnik yapıların halkların kardeşçe ve özgürce yaşamalarını savunuyorum. Kürdüm Kürdistan kültürünü seviyorum, vardık, varız, özgürce var olacağız. Kürt halkı olarak muazzam bir tarihimiz, inançlarımız, kültürümüz ve tüm baskı ve yasaklara rağmen lehçeleriyle çok zengin bir dilimiz var. Dilimizi, kültürümüzü, adımızı seviyorum. Suç mu? Bu yaklaşım ve bakış açısı neye göre bölücülük oluyormuş. Biz insanlar, eninde sonunda kocaman evrende bir toz parçasıyız. Nedir bu öfke, bu kin, nedir bu başkasını yönetme, ezme, baskı altına alma isteği? Bu erik akıl önlenemez hataları da beraberinde getiriyor. Bakın bu ülkenin yöneticileri ve onlara kul köle olmuş olan sizler IŞİD terör örgütünü yenilgiye uğratan ruhu ve iradeyi yargılıyorsunuz. Böyle vahşi bir çeteye karşı tepki gösteren halkı ve onu temsilcilerine en ağır cezaları vermek istiyorsunuz.
Ceza verdiğinizde neyi kazanacaksınız?
Sonunda hepimize ceza verdiğinizde neyi kazanacaksınız? Kimi yenmiş olacaksınız? Hiçbir şey kazanmış olmayacak, çok şey kaybetmiş olacaksınız; insanlığınızı mesela. Kimseyi yenmiş olmayacaksınız boyun eğmiş olacaksınız sadece. Ve alelacele bu davada karar aldırtan AKP ve MHP iktidarı da hiçbir şey kazanmayacak. Tarihin kara sayfalarındaki yerini tam pekiştirmiş olacaklar, halklar onların ağızlarından akan kanları görecek. Olan ve olacak bu. Bakın ben mütalaayı bütünen okuyamadım. İddianameyi ve eklenen evrakları okumak ise olanaksız, en azından benim gücüm yetmedi. Olağanüstü bir efor istiyor. İçeride de dışarıda da zor. Yani dışarıda tek işimiz bu dava ile ilgilenmek olmuyor ne yazık ki yaşamak için çok çalışması gerekenlerdeniz bizler. Kimsenin, özellikle sizlerin de bu okumaları tamamıyla yaptığınıza bir türlü inanamadım açıkçası. Bakın sizin dışarıda ki yaşamdan haberiniz var mı? İnsanlar nasıl yaşıyor, toplum nasıl sınıflara bölünmüş, ayrımcılıklara maruz bırakılmış. Açlıktan, yoksulluktan, evsizlikten, kiralardan, çalışılan uzun iş saatlerinden haberiniz var mı? Koşullardan zorluklardan haberiniz var mı? Vardır belki de. Sorma ihtiyacını şundan duyuyorum; neden yaşamın normal akışına aykırı periyotları dayatıyorsunuz? Biz buradayız kaçmadık bir yere. Burada yaşamak istediğimizi de defalarca belirttik.
Onlarca Kürt çocuğu zırhlı araçların çarpması sonucu yaşamını yitirdi
Yani ülkede yaşananlardan bihaber gibisiniz. Biz dişimizle tırnağımızla söke söke kazanıyoruz yaşamı. Alın terimizle, kazanıyoruz. Sonrada emeğimizin karşılığını alabilmek için, emeğimizi özgürleştirmek, yaratıcı kılma ve layıkıyla yaşayabilmek için yaşamımız pahasına mücadele diyoruz. Onca yoksulluk, sefalet, zorluk, sömürü ve zulüm içinde yine de parlıyor gözlerimizin içi. Çünkü biz bir arada özgürce yaşayacağımıza inanarak çalışıyor ve yaşıyoruz. Sadece bu dava boyunca yaşadıklarımızı bir değerlendirmeye kalkarsak kelimeler yetmez. Tek tek ne yaşadık onu demek istemiyorum. Halklar olarak en büyük acıları yaşadık ve biz tüm bunlarla birlikte en ağır cezalarla yargılanmaktayız ve en zor koşullarda. Onlarca Kürt çocuğu zırhlı araçların çarpması sonucu yaşamını yitirdiler. Türk ırkını yücelten bir türküyü söylemedi diye kalbinden bıçaklanarak öldürüldü bir müzisyen, kadınlar katledildi, küçük kız çocukları zorla evlendirilmeye devam etti, taciz tecavüz giderek arttı, bu ülkenin partili cumhurbaşkanının dediği gibi asrın felaketi olan büyük bir depremi yaşadık, yüzlerce iş cinayeti yaşandı, yani kalbi delinen Kürt gençlerinin, ekmek kavgasında iş cinayetine kurban giden işçilerin, katledilen kadınların, yakılan Cudinin, kesilen Akbelen ağaçlarının, Deniz Poyraz’ın, Dedeoğulları ailesinin acılarını yüreklerimizde yaşadık.
İktidarın idam söylemleri bölücülük değil mi?
Bakın bizler deprem bölgelerinde gönüllü çalışırken asrın felaketi tanımlamaları tapanlar vergilerini ödeyen yurttaşlara yardım etmedikleri gibi halkın yardımlarına da kayyım atadılar. Kendilerinin yapamadıklarını halk başarmıştı çünkü kendi yaralarını kendi sarıyordu çünkü. Ne oldu hop kayyım atandı ve yardımlar adeta engellendi. Enkazlardan param parça olmuş kollar bacaklar sarkarken ilk işleri yönetenlerin yeni ihalelere kapı aralamak oldu. İçeride tutuklu yargılanan kaç arkadaşımızın kaç yakını en yakın akrabaları yaşamlarını yitirdiler. Mazeretlerini bile dinlemediniz bazen. Nedir bu öfke ve kininiz. Ve arkadaşlarımız AİHM’in tahliye kararlarına rağmen ceza almadan rehin tutuluyorlar. Bakın ilk defa ikinci tura kalan bir seçim yaşadı ülke. Bu ülkenin yöneticileri halkta adeta travmalar yarattılar ve halkı ikiye bölmek için her şeyi yaptılar. Üstelik sizde bir tarafı oldunuz seçim sürecinin. Kobanê kumpas davasının bu süreç de iktidar tarafından kullanılmasına izin verdiniz. Alelacele henüz savunma yapmayan arkadaşlarımız olmasına rağmen iktidarın baskısı ve söylemlerine uygun olarak mütalaayı okudunuz. Neden iktidarın idam söylemleri davayı toplumu kutuplaştırmak için sürece göre kullanması bölücülük değil mi? Bence bölücülük aranacaksa halkta bu kutuplaşmayı yaratanlarda aranmalıdır.
Kimsenin ülkeyi böldüğü, parçaladığı yok
Ben bölücü ve parçalayan değilim. Birlik içinde farklılığı savunuyorum. Homojen bir toplumda yaşanamayacağını düşünüyorum. Şimdi ikinci bir seçim yerel seçim süreci yaklaşıyor bu defada alelacele karar almaya mı çalışıyorsunuz. Daha doğrusu karar aldırtıyorlar. Yıllardır bu ülkede Tüm siyasi iktidarlar Kürdü Türke kırdırma politikalarıyla, milliyetçi söylemlerle, vatan elden gidiyor, ülkeyi bölüyor, parçalıyorlar diye diye kutuplaştırma politikalarıyla halkı yanlış algılarla yönetip yönlendirdiler. Toprak elden gidiyor diye kandırdılar. Ben bu safsataya inanmıyorum. Hala da bunu yapıyorlar. İşte davamızın misyonu bu. Hâlbuki ki tüm arkadaşlarımız savunmalarında şunu istediler, bende istiyorum; gerçek suçlular ortaya çıkarılsın. Sizin bu davada bunun için küçük bir çabanız dahi olmadığı gibi peşin yargılarla bizi ta başından suçlu ilan ettiniz. Kimsenin böldüğü parçaladığı yok. Esas beşli çeteler, mafyalar, iktidarın kendisi satıyor ülkeyi. Bu kutuplaştırma politikaları bölüyor, parçalıyor, karşılaştırıyor. Sizde seçim sürecinde alelacele mütalaayı okuyarak idam sloganları attırılan bir ortamda kutuplaştırmanın karşıtlaştırmanın bir parçası oldunuz.
Haklı Kobanê direnişini kimler provoke etti?
Bir önceki seçimde mütalaayı okuttular şimdi ise yerel seçimlerden önce yeni bir kutuplaştırma dalgası için yine Kobanê davası hızlıca karara bağlanılarak bir haliyle gündeme sokulacak. Özcesi bu dava boyunca ben kendimde çok şey anladım. En çokta iktidar için davamızın misyonunu anladım. Gerçekten haklı Kobanê direnişini kimler provoke etti? Kim bu derin güçler, bir anda nasıl oluyor da onca insan öldürülüyor? Bu ortaya çıkarılsın bende biz de başından beri bu davada bunu dile getirdik. Niye bunun için çabalamıyorsunuz. Yasin Börü kim diğer yaşamını yitirenler kim. Neden diğer yaşamını yitirenlerin adı hiç geçmiyor. İçlerinde HDP li olanı var mı? Ne oluyor? Burada yaptığınız çalışma hukuki bir araştırmadan ziyade ideolojik yaklaşımınız yön veriyor davanın seyrine. Buradan da doğru sonuçlar çıkarılarak esas suçluların bulunacağını hiç sanmıyorum.
DAİŞ’in Kürt halkı ile karşılaşmaları halklar için şans onlar için talihsizlik
DAİŞ nasıl bir terör çetesidir? Arkadaşlar defalarca anlattılar ama yine de bende değineceğim; Farklılıkların düşmanı, El Kaide gibi yaratılmış bir örgüt, yani halkların bağrından çıkmamış, bu yüzden halklara düşman, özgün değil, bir kültürü yok. Korku salarak hüküm sürmek istedi Musul'a böyle girdi, hiçbir direnişle karşılaşmadı. Tecavüzcü, küçük yaştaki kızları kaçırıp sattılar. Haremler kurdular, kadın pazarları kurdular. Kafa kesiyorlar, insanları diri diri yakıyorlar, iki Türk askerinin de kafasını kestikleri görüntüleri paylaştılar örneğin. Kendi içlerinde dahi erkekler birbirlerine tecavüz edip videolarıyla şantaj yapıyorlar. Kobanê’yi yerle yeksan etmek, Kürtleri soykırımdan geçirmek istediler. Türkiye DAİŞ’i engellemek için hiçbir şey yapmadı, aksine yardım ettiğine dair nice haber bulunabiliyor. Dini istismar ettiler, İslamiyet adı altında yakıp yıktılar, kestiler, tecavüz ettiler. Tarihe düşmanlar, onların büyük güçlerin kendi çıkarları için Ortadoğu’ya sürdükleri vahşi çetelerdir. Kürt halkıyla karşılaşmaları dünya halkları için bir şans ancak DAİŞ için tam bir talihsizlik olmuştur. Çünkü bu direnişle karşılaşmaları anlamına geldi.
DAİŞ’e karşı durmak bölücülük anlamına gelmez
Nitekim öylede oldu mu muazzam bir direnişle yenilgiye uğradı DAİŞ. Duruşma boyunca şu duyguya kapıldım Türkiye devletini yöneten iktidar ve ortakları, bu mahkemeyi yöneten sizler DAİŞ’in yenilgiye uğramasından rahatsız mısınız? Bunu bir türlü kavrayamıyorum. Kısacası DAİŞ’e karşı durmak bölücülük, vatanın birliğini ve bütünlüğünü bozmak anlamına gelmez. Aksine paha biçilmez bir yurtseverlik, insan, tarih ve doğa severliğini ifade ediyor.
İkinci kez mükerrer olarak yargılanacağım
Mütalaaya ilişkin olarak; Hiçbir iddiayı kabul etmiyorum, kısaca bir kaç duruma değineceğim. Benimle ilgili kısmı bulup okudum. Sadece o tarihlerde Diyarbakır’da yaşadığımı söylediğim için olaylara karıştığımı ve üstelik Diyarbakır’da gerçekleşen tüm olaylardan sorumlu tutuluyorum. Bunu kabul etmiyorum. Yine zaten yargılandığım ve cezalandırıldığım bir davayı gerekçe göstermişsiniz. Beni ikinci defa mükerrer olarak yargılayamazsınız. Kanunlar bizim için işlemiyor mu? Nitekim hiçbir aşamada örgüt üyeliğini kabul etmedim, DAİŞ’e karşı olduğumu ise her aşamada vurguladım. Herhangi bir faaliyette bulunduğuma dair tek bir delil yoktur. Yine açlık grevlerine girmem de gerekçelerinden biri olarak değerlendirilmiş, demokratik haklarımız için kendi irademle katıldığım bir grevden dolayı hem de yıllar sonra beni yargılayamazsınız. Bu eylemim kimseye zarar vermemiştir aksine yasaların uygulanmadığını demokratik hakların uygulanması gerektiğini hatırlatmak için yapılan bir eylemdir. Bunu örgüt üyeliğinin bir gerekçesi yapamazsınız, nitekim hiçbir örgütün eylemi değildir.
Siyaset yapmamın neresi suç?
BDP kongresinde bir konuşma yapmış olmamı bile değerlendirmişsiniz, bu bana delil bulamadığınız için başvurduğunuz son çare gibi görünüyor. Türkiye de her yurttaş yasal olan her partide istediği sürece siyaset yapabilme hakkına sahiptir. Bende bu ülkenin bir vatandaşıyım ve söz hakkım olsun istiyorum. Bunun neresi suç? Yine cezalandırıldığım davadan 8 yıl cezalandırıldım. Bunun yatarı 6 yıl olmalıdır. Ancak yargının süreçleri zamanında işletmemelerinden kaynaklı ya da insan yaşamını ve özgürlüğünü umursamamalarından kaynaklı 7 yıl cezaevinde kaldım. Yani cezam onaylandığında ceza süresini zaten bir yıl önce bitirmiştim. Peki, sizler neden bu davayı değerlendirince uğradığımız haksızlıkları da dile getirmiyorsunuz? Neden lehte olan hiçbir durumu görmüyorsunuz?
Davaya son verme talebi
Beni yargılayan hatta ceza veren hâkim ve savcılar bu olaylarla ilişkilendirecek bir delil bulmadı. Nitekim dört tane heyet tarafından yargılandım dava boyunca. Bir delil bulamadığınız için zaten yargı süreçleri tamamlanmış bir davayı yeniden karşıma çıkarıyorsunuz. Buna hakkınız yok ve iddialarınızı hiç birini kabul etmiyorum. Kesintisiz bir şekilde devam ettirmeye çalıştığınız bu davaya bir an önce son vermenizi, tüm arkadaşlarımızı berat etmenizi istiyorum. Periyotlar boyunca özellikle tutuklu olan arkadaşlarımıza yaşattığınız işkenceye artık son vermenizi istiyorum.”
Sibel’in savunmasının ardından mahkeme heyeti, duruşmayı 7 Eylül’e erteledi.