Kobanê Davası: Tanığın verdiği 7 satırlık ifade savcılıkta 2 sayfaya çıkarttırıldı

  • 18:36 14 Kasım 2023
  • Hukuk
ANKARA- Kobanê Davası'nda konuşan avukat Kazım Bayraktar, gizli tanık Merdan Rüştü Ovalıoğlu’nun mahkemede verdiği7 satırlık ifadesinin savcılıkta 2 sayfaya çıkartılarak genişletildiğine dikkat çekerek, “Yapılan bu uygulama delile müdahaledir” dedi.
 
Kobanê Davası’nın 41’incı duruşmasının ikinci oturumu, Sincan Cezaevi Kampüsü'nde devam ediyor. Ankara 22'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde süren davada, tutuklu siyasetçi Günay Kubilay’ın avukatı Kazım Bayraktar savunma yaptı. 
 
3 başlıkta savunma
 
Kazım Bayraktar, savunmasını "tarihsel korku", "gizli amaç" ve "adli taciz" başlıkları altında yapacağını söyledi. Kazım, antik çağdan bu yana siyasi davaların iktidarların tarihsel korkularına ayna tuttuğunu söyledi. Kazım, "Gizli amaç’ ve ‘adli taciz’ kavramları ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) aittir. Türkiye’nin (AKP-MHP iktidarının) mahkum edildiği iki kararda kullanılan bu kavramlar, aşağıda açıklayacağım gibi Türk burjuvazisinin ve siyasi temsilcilerinin, bu iki davaya konu olan Kobanê direnişlerinde güncellenen tarihsel korkularının hukuk dilinde ifade edilme biçimleridir” dedi.
 
‘Yargı diktatörün aracı haline getirildi’
 
Kazım, sermaye güçlerinin çoğaldığını ve buna karşı devasa kitlelerin giderek yoksullaştığını belirterek, "Bu aynı zamanda azami sermaye birikimini, azami kar hırsını, azami diktatörlüğü beraberinde getiriyor. Kar paylaşımı ve dünya kaynaklarının paylaşımı gittikçe daha kanlı savaşlara doğru ilerliyor. Bu paylaşım savaşlarının arka planında, devletlerin siyasal yetkileri tek merkezde toplamaya doğru adım adım ilerlediğini görüyoruz. Yargı, yasama ve yürütme tek adamın elinde toplanıyor. Bu da ister istemez yargıyı da diktatörün aracı haline getiriyor. Orta Çağ’da topraklar imparatorluğun elinde merkezileştikçe Orta Çağ’ın sonlarında engizisyon mahkemeleri boşuna kurulmadı. Engizisyon mahkemelerinde işkence bizzat mahkeme yargıçları tarafından yapılarak sorgu alınırdı” diye belirtti. 
 
Nazi mahkemeleri benzetmesi
 
Kazım, benzer sürecin Almanya'da Nazi mahkemelerinde de görüldüğünü söyledi. Kazım, “Giderek tüm yetkilerin Hitlerin elinde toplandığını görüyoruz. Bu süreçte dikkat çekilmesi gereken en önemli şey, o dönemin yargılamalarında milli irade ve millilik argümanları kavramlarıdır. Üstün ırkın öne çıkartılması ve milliliğin öne çıkartılması, yargılamalardaki hukuksal ilkelerin adım adım tasfiyesi ile gerçekleşir. Bu süreçte, Nazi mahkemelerinin yargılamalarının arkasındaki gerçeğe baktığımızda, Almanya’nın daha önceki birinci paylaşım savaşında kaybettiği sömürgeleri geri alma, yeniden ele geçirme stratejisi yatıyordu. Bu yetkilerin tek elde toplanması için topluma empoze edilmesi gereken siyasal argüman millilik ve milli iradeydi” ifadelerini kullandı. 
 
‘Mili irade neyi amaçlıyor?’
 
Benzer uygulamaların günümüzde Türkiye'de hayata geçirildiğine dikkati çeken Kazım, “Millilik öne çıktığında hukukun tasfiyesi zorunlu hale gelir. Millilik ya da milli irade ne istiyor, milli irade neyi amaçlıyor? Bunu en çok iktidar temsilcileri bilir. Onlar neyin milli iradeye uygun olduğuna karar verirler. Nazi Almanya’sında bu süreç böyle ilerledi. Buna karar veren tek kişi Hitlerdir. Nazi Almanya’sının yargı makamlarına yükselerek tepeye gelen kişiler, özellikle Hitler ya da ekibi tarafında gelen yargıçlardır. Bu yargıçlar bu millilik çerçevesinde öylesine ortaklaşır ve birleşir ki sonuç şu noktaya gelir; Hitler Almanya’dır, Almanya Hitler'dir. O literatürde yasa öncelikli değil, öncelikli olan liderin koyduğu ilkelerdir. Bunlar hukuktan önce gelir. Bu mekanizma içinde görev alan Alfred Rosenberg, ‘hukuk ve siyaset lidere bağlanmıştır. Irksal değerler gerekçesi ile bağlanmıştır. Alman üstün ırkının alman milletinin en yüksek çıkarlarını lider tayin eder. Tek adam tayin eder. Tek adam neyi düşünürse onun emrindeki devlet bürokrasi de ona göre kararlar vermek zorundadır’ demişti” diye kaydetti. 
 
‘AİHM kararları bağlanmamaya başlandı’
 
Orta Çağ'da kutsallığın, milliliğin ve milli iradenin din olduğunu söyleyen Kazım, şöyle devam etti: "Papa ya da imparator ya da kral... Tanrının yer yüzendeki temsilcisidir onlar. Onların kuralları hukukun yerini alır ya da hukuk onların kurallarında ibarettir. Kapitalizm sürecinde de devletin tepesindeki bir kişi ya da birkaç kişi ne derse, o hukukun yerini almaya başlar. Bunların ışığında, bugün güncelde yaşanan bir kavga söz konusu. Bakın yargıtay AYM kararlarını uygulamama kararı verdi. Bunu yapmakla kalmadı, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunun çok önemli anlamı var. Biraz daha geriye gidelim. Demirtaş ve Kavala kararı yayınladığında bu devletin en tepedeki tek temsilcisi dedi ki ‘AİHM bizi bağlamaz.’ Bu sadece kendi tabanına yöneltilmiş siyasi bir söylem değildir. Bunun karşılı vardı. Çünkü bu sistem tek adam rejimine 15 Temmuz darbelemesinden sonra dönüşmeye başlamıştı. Kararnamelerle ve yasalarla bu rejim adım adım uygulandı. Bu süreçte tek adamın devlet içerisindeki yetki ve gücünün nasıl arttığını gördük. Böyle bir kişi ‘AİHM kararı bizi bağlamaz’ dediğinde yargı organlarında bir dizayn oluştu. Tek adamın hassasiyetlerini ifade eden davalarda AİHM kararları bağlanmamaya başlandı." 
 
‘AYM üyelerinin dahi hukuki güvencesi yok’
 
Kazım, AYM’nin Enis Berberoğlu kararı verdiğinde de Tayyip Erdoğan’ın “AYM kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum" dediğini anımsattı. Kazım, şöyle devam etti: "Yargıtay ve AYM üyeleri atamaları sırası geldiğinde, Cumhurbaşkanı tarafından özel kişiler olarak yeniden yapılandırıldı. Yargıtayın yeniden yapılandırılması belli ölçülerde başarılı olsa da AYM’deki yapılanma tek adamın dediği şekilde karar verebilecek, yekpare yapı henüz oluşmadı. Öte yandan AİHM'in milletvekilleri hakkında verdiği kararlar çerçevesinde, AYM de AİHM kararlarına uymamaya başladı. Fakat AYM, her uyan kararı verdiğinde iktidar ile çatıştı. Geldiğimiz noktada; Can Atalay başvurusunda AYM tutukluluğun haksız olduğunu kararını verdi. Yerel mahkemenin bu kararı uygulaması gerekirdi. Ama özel tayin edilmiş o yerel mahkeme topu Yargıtay'a attı. Attı ki yüksek yargı içerisinde bu kriz belirgin hale gelsin. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi krizi başlatacak kararı verdi. Yetkisini ve görevini aşarak bunu yaptı.” 
 
Duruşmaya öğle arası verildi. 
 
Verilen aranın ardından savunmasına devam eden Avukat Kazım Bayraktar, davanın hukuki ve siyasi illiyet bağını ifade eden soruşturma sürecine değineceğini belirtti. Kazım, “Davanın soruşturma sürecinde, o kadar çok hukuk ihlali yapıldı ki, hepsinin izini takip ettiğimizde; bunun iktidardan kaynaklandığını görüyoruz” dedi.   
 
‘Delile müdahale edildi’
 
Kazım, her şeyin HDP’nin attığı üç satırlık bir tweetten yola çıkılarak başladığını söyleyerek “Öncelikle bu tweet ile meydana gelen şiddet olayları arasında hiçbir şekilde illiyet bağı kurulamaz. Diğer bir durum ise gizli tanıklar ile ilgili. Gizli tanıkların dinlenme süreci bu davanın senaryosunu yazan savcıların ya da siyasi güçlerin kötü niyetin nasıl ayaklarına dolandığını gösteriyor. Özellikle önce gizli tanık sıfatı ile sonrasında ise açık tanık sıfatı ile dinlenen gizli tanık ABC123-Merdan Rüştü Ovalıoğlu’nun ifadesi. Bakın sayın heyet, Merdan Rüştü Ovalıoğlu sizin huzurunuzda taraflar olmadan dinlendiğinde; yedi satırlık bir ifade verdi. Ancak daha sonra savcılık tarafından çağrılıp ifadesi tekrar alındı. Burada delile müdahale var. Çünkü Ovalıoğlu size verdiği ifadede sadece yedi satırlık bir ifade vermişken daha sonra savcılığa verdiği ifadesinde ifadesi iki sayfa genişletildi. Bu gizli tanık aynı zamanda PKK davasında itirafçı bir sanık. İfadesinde de etkin pişmanlıktan faydalanmak için tanıklık yaptığını söylemiştir. Yani hukuki menfaat sağlamak için her türlü senaryonda kullanılması elverişli bir tanık” diye konuştu.
 
‘Niye gizli tanıktan açık tanıklığa geçildi?
 
Kazım, Merdan Rüştü Ovalıoğlu’nun önce gizli sonra da açık tanık sıfatı ile dinlendiğini belirtti.  Kazım, “Ovalıoğlu niye gizli tanıklıktan açık tanıklığa geçildi? diye sordu. Bayraktar devamla, “Eğer Merdan Rüştü Ovalıoğlu gizli tanık olarak kalsaydı bu gizli tanık ifadesi tek başına hükme esas alınamayacaktı. Hükme esas alınabilmesi için açık tanık olarak yeniden dinlenilmesi gerekiyordu. Bir diğer dikkat çekici nokta ise, gizli tanık sıfatı ile size verdiği ifadesinin soyut olduğunun fark edilip, ifadesinin genişletilmesi oldu. Bakın korsan bir şekilde ifadesi genişletildi. Gizli tanıklardan Mahir, baya bir gizli tanık. Kimliği hiç önemli değil ama geçmişi konusunda da ifade vermekten çekindi. Aynı zamanda birçok soru karşında çelişkilere düştü. Kerem Gökalp ise bir siyasi danışman gibi Ortadoğu’daki yorumlarını anlattı ancak somut konuya geldiğinde bende bilgi yok dedi. Ulaş da aynı şekilde ifade verdi. Tanıklara sanıkların fotoğrafları doğrudan gösterildi.  Tanıklara tüm sanıkların isimlerini sordunuz. Müvekkilim Kubilay ile ilgili sorduğunuz tüm tanıklar; müvekkilim Kubilay’ın PKK ile ilişkisinin olmadığını söylediler. Eğer tanıkların ifadelerine güveniyorsanız; bu kısmı da dikkate almak zorundasınız. Tanığın şu ifadesini beğendim şunu beğenmedim diyemezsiniz. Ha bizim için doğru olan bu tanıkların hiçbirinin iddialarının hükme esas alınmayacağıdır” ifadelerini kullandı.
 
‘Tahrikten söz edemezsiniz’
 
Kazım, “Tahrikten söz edemezsiniz. Onu iddia ederseniz tweetin içeriğinde tahrik cümlelerinin olması lazım. Azmettirici diyemezsiniz; çünkü azmettirici ile azmettirilen arasında fiili bir ilişkiye olması lazım. Buna dair bir belge bilgi yoktur. Şimdi, 6-8 Ekim aralığında hiçbir şiddet olmaksızın yapılan gösteriler de vardı. Bu gösteriler HDP çağrıları ile yapılan gösteri eylemleridir. Demek ki tweettin içeriğinde hareketle protesto eylemine girenler; şiddet eylemine girmediler” değerlendirmesinde bulundu.
 
‘HDP sözcüsü olarak yaptığı açıklamalar suçlama yapıldı’
 
Müvekkili Günay Kubilay ile ilgili örgüt üyeliği iddiasına dair savunma yapan Kazım, “Mütalaada Güney Kubilay’ın adresinde bulunan yasal bir parti olan Sosyalist Demokrasi Partisi’nin (SDP) programı bulunmuş. Bir de Kurtuluş Dergisine yazdığı yazı ve en vahimi de HDP sözcüsü olarak HDP adına yaptığı basın açıklamalarındaki ifadeleri suçlama konusu yapılmış ve örgüt üyeliğine delil olarak sunulmaya çalışılmış. Bundan başka bir delil söz konusu değil. İddianameye ve mütalaaya da yazmışlar niye yazılmış o da ilginç SDP’nin programı bulundu demiş. E zaten SDP resmi bir parti ve programı da olabilir.  Ne var bunda. Ve HDP adına yaptığı açıklamalar. Dedim ya daha vahimi de bu. Yasal bir partinin güncel konularına dair yaptığı basın açıklamaları iddianameye ve mütalaaya konulmuş ve suçlama konusu olarak gösterilmiş” diyerek yapılan açıklamalarda şiddet çağrısı yapılmadığını belirtti.
 
' İddianame ve mütalaa da örgüt üyesi diyor ama…'
 
Mütalaada müvekkili Kubilay’ın örgüt üyesi olduğuna dair ifadelerin yer aldığını söyleyen Kazım, ancak iddia makamının örgüt üyeliği ifadesi dışında örgüt üyeliği kriterlerini karşılayan hiçbir şeye yer vermediğine dikkat çekerek, şunları belirtti: “Yine organik bağ açısından ele alacak olursak, bir kişinin örgüt üyesi kriterlerinden biri de örgüt ile organik bir bağ kurmasıdır.  Buna dair de mütalaada bir beyan söz konusu değildir.  Şiddete ve bir başkasına zarar vermeye teşvik. Günay Kubilay’ın açıklamalarının hiçbirinde mütalaada ya da iddianamede şiddete veya bir başkasına zarar vermeye teşvik ediliyor denmiyor.  AİHM kararında da açıklamaların şiddet içermediği söyleniyor. Bu yargılamadaki tutukluluk hali hak ihlalidir. Yargılamadaki gizli amaç; iktidarın hedef aldığı başta HDP olmak üzere siyasi muhalifleri devlet eliyle cebir ve şiddet uygulanarak siyasetten tasfiyesidir. Mahkemeniz aracılığı ile adli taciz uygulandığı yargı kararı ile ortaya çıktı. Bu adli tacize son verilmesi, müvekkillerim Alp Altınörs ile Günay Kubilay ve diğer sanıkların tahliyesini talep ediyorum.”
Duruşmaya 16 Kasım gününe kadar ara verildi.