Kobane Davası’nda yargılanan kadın siyasetçilerin son savunmaları

  • 09:05 17 Mayıs 2024
  • Hukuk
 
Öznur Değer 
 
HABER MERKEZİ - Dün karar duruşması görülen Kobanê Davası’nda siyasetçilere ağır cezalar verilirken, yargılanan kadınlar son savunmalarında bedel ödenmeden özgürlüğe kavuşmanın mümkün olmadığına vurgu yapmıştı.
 
Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sincan Cezaevi Kampüsünde dün karar duruşması görülen Kobanê Davası’nda aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş’ın da olduğu çok sayıda siyasetçiye ağır cezalar verildi. Haklarında tahliye kararı verilen Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, Ayla Akat, Ayşe Yağcı ve Meryem Adıbelli ile birlikte 21 siyasetçi hakkında toplam 374 yıl 7 ay hapis cezası verildi.
 
Kobanê Davası yargılamasının başladığı 26 Nisan 2021’den bu yana HDP’li siyasetçilerin yaptığı savunmalar tarihe not düştü. Bu kapsamda davada tutuklu yargılanan ve ceza alan kadın siyasetçiler Ayla Akat Ata, Aynur Aşan, Zeynep Ölbeci, Zeynep Karaman, Meryem Adıbelli, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Ayşe Yağcı, Dilek Yağlı, Pervin Oduncu ve Sebahat Tuncel’in son savunmalarını derledik.
 
Figen Yüksekdağ: Bu davayı bir onur savunması olarak gördük
 
“Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçuna yardım etme” iddiasıyla 19 yıl, "tahrik" iddiasıyla da 4 yıl 6 ay, "kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma" gerekçesiyle 2 yıl, "örgüt propagandası"ndan 1 yıl 6 ay, Mehmet Tunç’un cenazesinde yaptığı bir başka konuşma sebebiyle 1 yıl 6 ay, "seçim yasaklarına aykırı hareket" etmekten 3 ay, Wan'da yaptığı bir konuşmadan 1 yıl 6 ay olmak üzere 7 ayrı suçtan toplamda 30 yıl 3 ay hapis cezası alan HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 19 Mart’ta yaptığı son savunmasında şöyle demişiti:
 
Yaşamda maratonlar bitmez 
 
“Uzun ve zorlu bir maratonun sonuna geldik. Takdir edersiniz ki yaşamda maratonlar bitmez. Hele bizim gibi uzun ve zorlu yürüyüşleri olanların hiç bitmemiştir. Bu dava süresince de yargılanan bütün siyasetçiler olarak elimizden geleni yapmaya çalıştık. Her şeyden önce halkımıza karşı, kadınlara karşı, ezilen bütün halklara ve inançlara karşı politik sorumluluğumuz gereği elimizden geleni yapmaya çalıştık. Hiçbir zaman karşınızda sızlanan, yanan, yakılan insanlar olmadık. Yine hiçbir zaman pişmanlık duyan, nedamet getiren insanlar olmadık. Bugüne kadar meydanlarda, kürsülerde ne konuşmuşsak, neyi söylemişsek, bu mahkeme kürsüsünde de aynı şeyleri söyledik. Öncesinde söylediğimiz sözleri savunduk. Her şeyden önce bu davayı bir onur savunması olarak, bir kadın savunması olarak ve bir halkın savunması olarak gördük. 
 
‘Bir irade ortaya koyduk’
 
Bu değerleri, bu mücadeleyi bizler sadece vicdanımızı rahatlatmak için vermedik. Halkımızın ve kadınların mücadele değerlerini ve kazanma iddiasını savunmak için söz söyledik ve bir irade ortaya koyduk. Bu davada sizin için bugün son sözler söyleniyor olabilir. Ama o sizin gerçeğiniz, o sizin düşünceniz. Bizim gerçeğimiz bu memleketteki ezilen halkların, kadınların, bütün inançların toplumun hakikati ise sözün yeniden üretileceği hakikatidir. Uğruna nice bedeller verdiğimiz, uğruna ölümlerden döndüğümüz, yeri geldiğinde canımızdan vazgeçip ondan vazgeçmediğimiz söz kendi hakikati, kendi gücünü yenilebilmek için. O yüzden bugün sözün bittiği aşamadayız demiyorum.
 
‘Son sözü söyleyenler direnenler olacaktır’
 
Figen savunmasına devamında şöyle demişti: “Mahkeme salonlarında olabiliriz ama hala dimdik ve gururla söylediklerimizin doğru çıktığını görme haklılığı ile karşınızdayız ve bu siyasi iktidarın karşısındayız. Yıkamadılar, ortadan kaldıramadılar. Tabi bunu görmeyi çok istediler ama dediğim gibi başaramadılar. Göreceksiniz ki bizim temsil ettiğimiz, inandığımız, içinde var olduğumuz bu siyasi irade yine büyüyüp kazanacak. Ve kazandıklarından vazgeçmeyecek. Hayal etmekten vazgeçmeyeceğim. Büyük düşünmekten vazgeçmeyeceğim. Kazanmayı istemekten korkmadık, kazanma cesaretini ve iddiasını bundan sonraki süreçte de sürdüreceğiz. En başta da belirttiğim gibi söz bitmez, sonuna kadar savunulur ama bugün eğer söz söylenecekse bu davada da hayatta da kısa ve nettir. Bizim sözümüz Newroz’dur, bizim sözümüz 8 Mart’tır, bizim sözümüz Newroz’un ruhudur. O nedenle esas olan hayatın içerisinde mücadelenin içerisinde sözünüzü söyleme iradesini yükseltmektir. Ben o nedenle Nevroz'un ruhuyla, Newroz'un sözüyle seslenmek istiyorum herkese, bütün Türkiye halklarına ‘Rabe, Dema, Azadîyê, Serkeftinê ye’ diyoruz. ‘Kalkın ve sözünüzü söyleyin’ diyoruz. Tarihin en güzellerinde, en güzel zamanında son sözü daima direnen gösteriyor. Bütün mücadele meydanlarında da son sözü söyleyenler direnenler olacaktır.”
 
Sebahat Tuncel: Bedel ödemeden özgürlüğe kavuşmak mümkün değil
 
"Örgüt üyeliği" iddiasıyla hakkında 12 yıl hapis cezası verilerek cezaevinde geçirdiği süre göz önünde bulundurularak tahliye edilen Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Sebahat Tuncel, 5 Mart’ta yaptığı savunmada, bedel ödemeden özgürlüğe kavuşmanın mümkün olmadığına işaret etmişti. Sebahat, "Zorlu bir süreç yürütüyoruz ama sonuçta bedel ödemeden özgürlüğe kavuşmak mümkün olmuyor. Burada yargılanan tüm kadın arkadaşlarımız; aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesi verdikleri için yargılanıyor. Çünkü bizler demokratik özgür kadın hareketi içinde çalıştık, kadına yönelik şiddete ‘hayır’ dedik. 8 Mart’larda alana çıktık, barış talebinde bulunduk. Bunların yargılanma konusu olması Türkiye’nin ayıbı. Bizler hep kadın mücadelesi verdik, vermeye de devam edeceğiz. Bizler bu 5 bin yıldır örülen erkek egemen zihniyetini, kadını köleleştiren ve insan olarak görmeyen bu zemini hep birlikte değiştirmek istiyoruz. Mücadelemiz de bunun için. O yüzden de devrimseldir. Sadece kadınların özgürleşme sorunu yok. Erkeklerin de özgürleşme sorunu var. Baskıcı devlet, maço bir tecavüzcüdür. O yüzden bu devletin değişmesi lazım. Yargı sisteminin değişmesi lazım. Polislerin anlayışı, askerin anlayışının değişmesi lazım. Bu değişmediği sürece gerçekten de kadınların hayatları değişmeyecek” ifadelerini kullanmıştı.
 
‘Çürümenin temel kaynağı Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür’
 
Sebahat’in son savunmasının bazı kısımları şöyle: “Savaş süreçlerinde, çatışma süreçlerinde kadın bedeni bir savaş alanı olarak değerlendiriliyor. Kadınlara tecavüz; erkek egemen sistemin, egemen devletin bir toplumu cezalandırma yöntemi olarak değerlendiriyor. Türkiye’de benzer şeyler yapılıyor. Türkiye’de de Kürt sorununu çatışma zemininde çözmek isteyenler, Kürt kadınlarına yönelik tecavüzü bir işkence yöntemi olarak kullandı. Hala da kullanılıyor. Bakın bunların hesabı henüz verilmiş değil. Özyönetim süreçlerinde yaptığımız konuşmalar nedeniyle bizi yargılıyorsunuz. Biz hükümeti eleştirmişiz, demişiz ki 'Sen kendi sınırların içerisinde insanları öldürüyorsun, bomba yağdırıyorsun. Bu kabul edilemez. Bu halkın bir sorunu var. Gelin bunu diyalogla müzakereyle çözün. Bu insanlar itiraz ediyor.’ İşte Tayyip Erdoğan diyor ya ‘savaşın bile bir ahlakı vardır’, doğru, savaşın bile bir ahlakı vardır. 'Bu suça kimse ortak olmasın, AKP bu savaş politikasından, Kürt düşmanı politikasından vazgeçsin' dediğimiz için şimdi yargılanıyoruz. Bir halkın hak ve özgürlük talebinin yargılanması kabul edilemez. Zaten ben de bunu kabul etmiyorum.  O açıdan, Kürtlere karşı suç işleniyor. Bu suç, insanlığa karşı işlenen suçtur. Kürtlerin hala anadilleri yasak, en fazla evlerinde konuşuyorlar. Bugün Türkiye’de yaşanan sorunların temel kaynağı, Türkiye’deki çürümenin, yozlaşmanın, eşitsizliğin altında yatan temel kaynak, Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür.
 
Artık bu sürdürülemez duruma karşı barış için adım atalım
 
Bütün bunlara itiraz ettiğiniz için, barış ve demokrasi mücadelesi verdiğimiz için yargılanıyoruz. Ortada bir gerçek var o da Kürt sorunu. 200 yıllık süreci belirleyen, insan kayıplarına yol açan, doğanın tahribatına neden olan, ekonomik olarak Türkiye’yi çökerten bir gerçeklikten bahsediyoruz. Artık bunu konuşmak gerekir. Gelinen noktada sorun Türkiye için hem sürdürülmesi hem de yönetilmesi zor bir mesele haline gelmiştir. Çözüm süreci tartışmaları da rafa kaldırılmış olabilir, masa devrilmiş de olabilir ama bu sorunun çözümünü kendisini dayattığı gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Sorunun adını ne koyarsak koyalım, bu sorunu doğru düzgün çözmek zorundayız. Türk Kürt ilişkilerini yeniden kurmak açısından bu yedinci kavşak diye ifade ettiğimiz kavşak, yani Kürtler ile Türklerin eşit ve özgür birlikteliğini sağlayabilecek çözümde Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın rolü çok büyük. Barış olsun, sorun çözülsün. Bunun başka yolu yok. Sorun muhatabı ile çözülür. Bütün dünyada Sayın Öcalan’ın görüşleri tartışılıyor.  Öcalan’ın felsefesi tartışılıyor. Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu projesi halkların bir arada yaşaması anlamına geliyor. Çözüm sürecinin başarıya ulaşması için liderlik pozisyonunda olan Sayın Öcalan’ın özgür olması, kendi militanları ile konuşması, kendi halkı ile konuşabilmesi lazım. Biz sadece Tayyip Erdoğan’ın sesini duyuyoruz. Başka kimsenin sesini duymuyoruz. Dili değiştirmek, zihniyeti değiştirmek, barışı toplumsallaştırmak gerekir. O yüzden bir pozitif sürece ihtiyaç var. Şimdi ben bir kez daha Türkiye’deki iktidara, muhalefete, sivil toplum örgütüne çağrı yapıyorum. Gelin artık bu sürdürülemez duruma karşı barış için adım atalım. Barış toplumun işidir. Çünkü barıştan en çok toplum ve halk kazanır.”
 
‘Hakikatin açığa çıkma gibi bir özelliği var’
 
Sebahat 19 Mart’taki son konuşmasında ise “Biz bu kürsüyü direniş kürsüsü haline getirdik. Bu salon bizim açımızdan bir direniş salonu oldu. Dava arkadaşlarıma, bu dirençleri dolayısıyla da teşekkür ediyorum. Size de teşekkür etmek isterdik aslında. ‘Çünkü adil bir yargılama yaptınız! Gerçekten hakikati ortaya çıkardınız! Dolayısı ile kumpasa ortak olmadınız!’ Maalesef bunları diyemiyoruz. Çünkü siz her defasında hakikati katlettiniz. Hakikat mutlaka bir gün açığa çıkacak. Hakikatin böyle bir özeliği var. Her zaman açığa çıkacaktır. Ben buradan bir kez daha Rojava devriminin Kobanê direnişini selamlıyorum. İyi ki o devrim gerçekleşti. Bütün dünya halklarına başka bir yaşamın mümkün olduğunu ifade etti. Bu mücadelede de yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Sizler bu kumpasla dayanışmayı öldüremediniz, bu mümkün değil. Biz her zaman daha da güçlenerek mücadele edeceğiz” demişti.
 
Gültan Kışanak: Birer Simurg yolcusu olarak özgürlüğünüzü arıyorsunuz
 
“Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla hakkında 12 yıl hapis cezası verilerek cezaevinde kaldığı süre göz önüne alınarak tahliye edilen Kürt siyasi hareketinin öncü isimlerinden Gültan Kışanak, 18 Mart tarihli son savunmasında şunlara işaret etmişti: “2013 Newrozu bu ülkede yepyeni bir sürecin başlamasının meşalesini yaktı. Amed halkı, Kürt halkı, Kürt halkının iradesi 2013 Newrozunda sözünü söyledi. Hala da o sözün arkasındayız. Hala da bu ülkede barış için, demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek için cezaevlerinde, mahkeme salonlarında, meydanlarda direniyoruz. Hep denir ya, ‘son sözü direnenler söyler’ diye, Amed halkının bir kez daha sözünü söyleyeceğine inanıyorum. Newroz pîroz be. Bu mücadele bizim mücadelemizdir. Benim değil, hepimizin. Sizler birer Simurg yolcusu olarak özgürlüğünüzü arıyorsunuz. Ve başardığınızda göreceksiniz ki o özgürlük sizsiniz, biziz, hepimiz. Türkler, Alevler, Sünniler, Ezilenler, ötekiler, kadınlar, herkes… Herkes bu mücadelenin öznesidir, bu mücadelenin gerçek sahibidir. Bu yolculuğu hep beraber yapacağız, bu badireleri hep beraber aşacağız. O yüzden ben sizlerin Zümrüt Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğan bütün zulmü, karanlığı, kötülükleri geride bırakan güçlü bir çıkış yapacağınıza inanıyorum. 
 
Bedeller ödedik ama özgürlük talebimizden vazgeçmedik   
 
Siz barış ve çözüm politikaları konusunda, demokrasi, kadın hakları konusunda net bir tutum sergilemediğiniz sürece hiçbirinizle anlaşmayacağız. Biz demokrasi kulvarını genişletmek için mücadele edeceğiz. Siyasetin öznesi biziz. Bu ülkenin sahibi bu halklardır. Bu ülkenin sahibi ceplerini dolduran, iktidarlarını sağlamlaştırmak için de her türlü dalavereyi çevirenler değildir. Halk olarak büyük acılar yaşadık, büyük zorluklar çektik, büyük bedeller ödedik. Ama direndik, mücadele ettik ve özgürlük talebimizden vazgeçmedik. Demokrasi talebimizden vazgeçmedik. Bugünlere geldik. İşte biz buradayız, Ankara’dayız, gerekirse mahkeme salonundayız, gerekirse seçim meydanındayız, gerekirse Meclis kürsüsündeyiz. Bizi görmek zorundalar. Kimse bu hakikati tersine çeviremez. Emekçiler olarak, ezilen halklar olarak, yoksullar olarak, kadınlar olarak, Aleviler olarak, Kürtler olarak, bu ülkenin hakikati olarak varız, var olmaya devam edeceğiz. Biz ‘Diyarbakır'dan Ankara'ya, Ankara'dan Türkiye’nin dört bir yanına barış köprülerini kuracağız’ derken bu hakikate işaret ediyorduk. Kadınlar barış siyasetine de öncülük yapacak, bu ülkenin sorunlarının çözümü konusunda büyük bir güç açığa çıkaracaktır. Biz barış konusunda bir yol açacağız. Kimse bize o yolu bahşetmeyecek. O yolu biz açacağız. O yolu, o köprüleri biz inşa edeceğiz. Yolunuz açık olsun, yolunuz açık olsun. Başaracağız.”
 
Ayla Akat Ata: Tıpkı, Meloslara seslenen Atinalı elçiler gibi…
 
“Örgüt üyeliği” iddiasıyla 9 yıl 9 ay hapis cezası alan ve tutsak edildiği süre göz önünde bulundurularak tahliye edilen Kürt siyasetçi ve TJA aktivisti Ayla Akat Ata 19 Mart’taki duruşmada son olarak şunları söylemişti: “Yargılama süreci içerisinde 2014'te yaşananları ve o günün toplumsal gerçekliğini, şimdiki ana boğma ısrarınız karşısında yaşananların tarihle olan bağını ortaya koyarak diğer dosya arkadaşlarım gibi iddianameye konu olan yalanların, çarpıtılan gerçekliğin ve maskelenen sorumlulukların altını çizmeye çalışmıştım. Yazık ki bizi duymayı tercih etmediniz. Hatta ara kararlarınızla susturmaya bile çalıştınız. Tıpkı, Meloslara seslenen Atinalı elçiler gibi… ‘Güçlü ne isterse onu yapar, zayıf ise kendisinden istediklerini kabul etmek zorundadır’ dediniz. Varsın olsun. Ne diyordu Nazım? ‘Sen yanmazsan, ben yazmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.’ Ben, bu yolun sonundaki ışığı görebilecek kadar mesafe kat etmiş biriyim. Hakkımda açılan onlarca soruşturmaya konu olmuş, bugün yargılandığım bu iddianın en büyük savunucusu ve öncekilerde olduğu gibi olası bir çözüm sürecinin de baş müzakerecisi olduğuna inandığım Sayın Öcalan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne sunmuş olduğu savunmasında ifade ettiği birkaç cümleyi kararınızda etkili olacağı düşüncesiyle ifade etmek istiyorum. Kürt ilişkileri kavimsel ve devletsel bağlamda ele alınırken Anadolu ve Mezopotamya'nın jeopolitik ve jeostratejik bağları dikkate alınmadan doğru çözümlere varılamayacaktır. İki toplumun yoğunlaştığı coğrafyalar arasında tarih boyunca sıkı jeopolitik ve jeostratejik yaklaşımları da belirleyen şimdiyi de belirleyen bu ilişkiler; ancak bütünsel bir yaklaşım ile doğru çözümlenebilir. Türk Kürt ilişkilerindeki tarihsel gerçeklik ortaklıkların gönüllük temelinde olması günümüzde Kürt sorununun çözümü açısından tüm derinliğiyle anlaşılmak durumundadır.
 
Yaşasın kadınların özgün, özerk, örgütlü mücadelesi
 
Kürtler tarihte Türklerle karşılaştıklarında hep ortaklığa yakın bir müttefiklik statüsünde yaşamayı tercih ettiler. Bu yaşamı fethettikleri ya da zorla boyun eğdirildikleri için değil, çıkarlarına uygun buldukları için benimsediler. Malazgirt, Çaldıran ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın neredeyse beş yüzyıllık aralıklarla aynı stratejik gerekçeler temelinde ortaklaşa girişilmiş ve kazanılmış savaşlar olması bu gerçekliği doğrular. Türk Kürt ilişkileri tarih boyunca karşılıklı rızaya dayanan ve güçlü stratejik, dinsel, siyasal, ekonomik, kültürel temelleri bulunan ilişkilerdir. Uluslar Kürt sonunda yaşanan demokratik birlikteliği tekrar cumhuriyetin temeli yaparak yürümek Türkiye'ye kazandıracak tek yoludur. Cumhuriyeti cumhuriyet yapan 1919-1922 yılları arasındaki Ulusal Demokratik Savaş İttifakı'dır. Ve er ya da geç bu ülkede barışı isteyenler, savunanlar, örgütleyenler, bunun için bedel ödemeye hazır olanlar amacına ulaşacaktır.  Buradan son sözüm; ezilen tüm halkların özgürlük mücadelesine duymuş olduğum saygının gereği olacaktır. Ve onlar için de bu mücadelenin ezilen tüm dünya halkları için verilen bir mücadelenin parçası olduğu hissi ile ifade edeceğim. Yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın ezilen halkların özgürlük mücadelesi diyorum. Yaşasın kadınların özgün, özerk, örgütlü mücadelesi diyorum. En son olarak da Jin Jiyan Azadî…” 
 
Dilek Yağlı: Bu varlık ve yokluk meselesini neye dayandıracaksınız?
 
“Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçuna yardım etme” iddiasıyla 16 yıl, "suç işlemeye tahrik" iddiasıyla ise 4 yıl ay olmak üzere toplam 20 yıl 6 ay hapis cezası alan siyasetçi Dilek Yağlı, 19 Mart’ta yaptığı son savunmasında, “Bugüne kadar bizi tutuklu yargıladınız. Artık bir hükme varacaksınız. Bu varlık ve yokluk meselesini neye dayandıracaksınız? Bugüne kadar hukuki olmayan delillere dayandırdınız. Yani bizleri ilk günden beri talimatla hareket edecek insanlar olarak görmenizi kişisel olarak da kabul etmiyorum. Etmeyeceğim. Hayatımın hiçbir döneminde herhangi birinin yönlendirmesiyle iradem dışında hiçbir şeyi kabul etmedim. Bundan sonra da etmeyeceğim. İster ceza verin ister vermeyin ama iradem dışında bana hiçbir şeyin dayatılamayacağını bildirmek istiyorum. Ben kendimi hiç yalnız hissetmedim. Söylediğimi de ilk günden bu yana, hatta 2014'te o çağrıyı nasıl benimsediysem, bugün de benimsiyorum. Hatta çağrının yetersiz olduğunu düşünenler arasındayım” ifadelerini kullanmıştı.
 
 Meryem Adıbelli: Dava siyasidir 
 
“Örgüt üyesi olma” iddiasıyla hakkında 9 yıl hapis cezası verilerek cezaevinde kaldığı süre göz önünde bulundurularak tahliye edilen siyasetçi Meryem Adıbelli 19 Mart’taki duruşmada yaptığı savunmada, “Bu davanın siyasi amaçlı olduğunu sürekli dile getirdik. Avukatlarımız da suçun maddi unsurunu oluşturan hiçbir delil olmadığına dair önünüze belgeler, dosyalar koydu. Ancak siz eski dosyalarımızı toplayıp getirdiniz. Üç yıldır bu dosyalardan dolayı tutukluyuz. Ben suçlandığım tüm iddiaları reddediyorum. Şuna inanmak istiyorum. Sizin hukuk esaslarına göre, vicdana göre ve önünüzdeki delillere göre karar vermenize inanmak istiyorum” demişti.
 
Pervin Oduncu: Çözülmeyen Kürt sorunu bu ülkenin handikabıdır
 
“Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçuna yardım etme” iddiasıyla 18 yıl hapis cezası verilen siyasetçi Pervin Oduncu, 19 Mart’ta yaptığı son savunmasında, “Çözülmeyen Kürt sorunu bu ülkenin handikabıdır, bu ülkenin yarasıdır ve bu yara kapanmadığı sürece bizler burada hep yargılanan konumda olacağız. Egemenler de hep bizi yargılayan konumda olacaklar. Ama biz haklılığımızı, doğruluğumuzu kendi düşüncelerimizden alıyoruz. Bundan da vazgeçmenin niyetinde değiliz. Ağır ceza tehditliyle karşı karşıyayız. Ben ilk savunmamda da söyledim; cezanız cebinizde geldiniz. Şimdi o cezayı çıkarıp çıkarmamanız siyasi erkin tercihlerine bağlı olacak. Bunu da adımız gibi biliyoruz. Siyasi irade ‘cezayı bas geç’ derse vereceksiniz. Ya da ‘bir kısmını çıkar, bir kısmını tut’ derse öyle de yapacaksınız. Ya da ne bileyim ‘hepsini bırak’ derse de hepsini bırakacaksınız. Çünkü bu davanın hukukla açıklanabilecek bir tarafı yok” ifadelerini kullanmıştı.
 
Zeynep Karaman: Yaşamamak özgürlük, özgürlük direnmektir
 
"Devletin birliği ve bütünlüğünü bozma suçuna yardım" iddiasıyla 18 yıl, "suça tahrik" gerekçesiyle 4 yıl 6 ay olmak üzere toplam 22 yıl 6 ay hapis cezası alan siyasetçi Zeynep Karaman da 19 Mart’ta yaptığı son savunmada, “Savcı kendi gözlüğüne göre bazı şeyleri görüyor. Bazı şeyleri görmezden geliyor. Bizim kendi şahsi kişiliklerimiz üzerine bu yöntemi yürüttü. Ve yakın tarihe de bu şekilde yaklaştı. Biz daha çok bu zihniyetten dolayı yargılanıyoruz. Mahkeme heyeti ile savcılık birlikte çalışmış. Bu da bir hukuksuzluktur. Ancak şunu söylemek istiyorum; biz bugüne kadar boynumuzu bükmedik, bundan sonra da bükmeyiz. Boyun eğmedik, eğmeyiz. Bizim için asıl olan özgürlük, demokrasi ve halkların özgürlüğüdür. Cezaevindeki arkadaşlarım bizim için de halklarımızın Newroz’unu kutlayın dediler. Ben şimdi onlar için de ‘halklarımızın nevrozu kutlu olsun’ diyorum. Yaşamamak özgürlük, özgürlük direnmektir” diye belirtmişti.
 
Zeynep Ölbeci: Newroz’un hegemonik ilişkileri sonlandırmasını diliyorum
 
"Devletin birliği ve bütünlüğünü bozma suçuna yardım" ve “örgüt üyeliği” iddialarıyla toplam 12 yıl 9 ay hapis cezası alan siyasetçi Zeynep Ölbeci, 19 Mart’ta yaptığı son savunmasında, “Newroz’un Ortadoğu halkları üzerine kurulan hegemonik ilişkileri sonlandırmasını diliyorum. Ben bu Newroz'u dışarıda gerçekten halkımla beraber kutlamak istemiştim. Hakikati esas alan bir karar vermenizi temenni ediyorum” demişti.         
       
Ayşe Yağcı: Bu yargılama başka bir şeye dönüştü
 
“Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla 9 yıl hapis cezası verilip, cezaevindeki süresi göz önüne alınarak tahliye edilen siyasetçi Ayşe Yağcı 18 Mart’taki son savunmasında, “6-8 Ekim Kobanê olaylarına nereden, nasıl, hangi şekilde dâhil olduğuma, hangi tarihte dâhil olduğuma, ne yaptığıma ilişkin tek bir somut ifade yoktur. Ben ve arkadaşlarım dört yıldır aynı şeyi söylüyoruz. Bu yargılama başka bir şeye, siyasi bir şeye dönüştü. Bu dört yıl üzerinde bir yatırım söz konusu” demişti.
 
Aynur Aşan: Yükümüzü üç katına çıkarıyorsunuz
 
Hakkında “örgüt üyeliği” iddiasıyla 9 yıl hapis cezası verilen siyasetçi Aynur Aşan, 18 Mart’ta yaptığı son savunmasında, “Biz kadınların toplum içinde yükü iki katından daha fazla ağırdır. Ancak siz bu yargılamalarınızla, bu cezaevi süreçleriyle, zindanlarla yükümüzü üç katına çıkarıyorsunuz. Dolayısıyla biz bu şiddete karşı bir mücadele yürütüyoruz. ‘Bizi tahliye edin’ diyecek bir şeyimiz de kalmadı. Çünkü biz bunların tamamını söyledik. Gerçekten eğer sizin için bu sözün bir anlamı varsa, sözümüzün bir anlamı varsa ve böyle iyi bir niyetiniz varsa biz bunların tamamını zaten söyledik” diye belirtti.