Bir kadın en çok neresinden yaralanır?
- 09:05 29 Eylül 2023
- Jıneolojî Tartışmaları
“Bu konuda Abdullah Öcalan; ‘Öncelikle kadını tanımlamak ve toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek, doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı, kadının biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak da olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezî bir konumdadır’.”
Nagihan Akarsel
İktidarın ilk kurumlaştığı alanlardan biri olan kadın varlığı, iktidarın en çok yaraladığı kimliktir aynı zamanda. Egemen erkekliğin iktidar alanı haline gelen kadın varlığının tanımı bu nedenle çok önemlidir. Burada kadın doğasını tanımlama ihtiyacı doğmaktadır. Bu konuda bilimin önemi ortaya çıkmaktadır. Özellikle bir kadın biliminin neden gerekli olduğu yönünde sorulan sorulara cevap vermek önemlidir. Bu konuda Matematiğin 3 bin 500 dalını, insan vücudunun her organını hatta onun detaylarını inceleyen bilim dallarının neden kadınları incelemediği sorusu akla gelmektedir.
İktidarın kadını hedef aldığı alanlar
İktidar kadını en çok da dört alanda yaralamıştır. Birincisi; baskı, tecavüz, hakaret ve katliamlar ile kadını bir üreme aracı haline getirmiştir. Kadını ilk ev kölesi haline getiren iktidar, kadını bu statü içinde tutarak mutlak bir mülk haline getirmiştir. İkincisi; kadının günümüzde cinsel dürtünün ve iktidarın aracı haline getirilmiş olmasıdır. Üçüncüsü; ücretsiz, karşılıksız bir emekçi haline getirilmesidir. Dördüncüsü; kadının kapitalizm ile beraber metalaştırılması gerçeği olmuştur. Kadın bedeni, kadın emeği, kadın bilinci ve ruhu katliamlardan geçirilmiştir. Kadın kimliği yaralanmıştır.
Yaşam ve kadın
Bu anlamda, bir kadının varoluşunu nasıl tanımladığı, anlamak ve anlaşılır kılınmak istenenin ne olduğuna dair sorulara verilecek yanıtlar önemli olmaktadır. Yaşam ve kadın sözcüklerini birbirini tamamlayan bir yerden ele aldığımızda anlam ile özdeşleşen özünü iyi tarif etmek gerekmektedir. Anlamlı yaşamın kadınla olan bağını iyi, güzel ve doğru bir şekilde yapmak için jineolojînin önemli olduğunu vurgulamak önemlidir.
Kadının tanımı
Varlık olarak kadın tanımı önemlidir. Spinoza varlığın özü nedir sorusuna, “Arzu duyarak çaba (conatus) harcamak”, Nietzsche, “güç istemi”, Marx, “emek gücü” demiş. Heidegger ise böyle bir ayrımın gerekli olmadığını savunmuştur. İbn-i Sina ise varlığı iki temel ilke ile açıklamaya çalışmış bunlara; illiyet yani sebep sonuç ilişkisini esas alan teori ile şudur yani çıkış teorisi demiştir. Her bir teori, varlığın özünü tartışmaktadır.
Yeni an’larda parçacık olma potansiyeli ile varlık tanımını yapan Kuantum fiziği ise koşullara ve gözlemciye bağlı olarak bu potansiyelin harekete geçtiğinde varlık kazandığını belirtmektedir. Atom altı parçacıklarının hem dalga hem de parçacık olma durumu üzerinden gelişen belirsizlik teorisi ile gözlemcinin de dahiliyetinde bir etki üzerinden gözlemlendiği an’da dalga ya da parçacık olduğunu deneyimlemektedir.
‘Yaşamın doğası kadınla bağlantılıdır’
Bu konuda Abdullah Öcalan; “Öncelikle kadını tanımlamak ve toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek, doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı, kadının biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak da olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezî bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun, kadının statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası, daha çok kadınla bağlantılıdır. Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dışlanması bu gerçeği yanlışlamaz, tersine doğrular. Erkek zorbaca ve yok edici gücüyle kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşama düşmanlığı ve yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçeklikle yakından bağlantılıdır” demektedir.
Varlık olarak kadının ifadeye kavuşması
Kadının varlığı, erkek merkezli paradigmalar içinde her zaman erkeğe göre tanımlanmıştır. Yani kadın “erkek olmayan”dır. Bu tanımlama kadını ifade etmediği gibi çarpıtıyor. Yapılan diğer bir tanımlama da kadını canlılar dünyasındaki diğer “dişiler” gibi sadece biyolojik özelliklerine dayalı dişil cins olarak tanımlamadır. Elbette biyolojik etkenler vardır ama asıl olan kadın şahsında gerçekleşen toplumsal kültürün incelenmesi, kadının da bunun içinde ele alınmasıdır. Varlık eğer kendi doğası, dili, kültürü ile bütünlüklü bir yapılanmayı ifade ediyorsa kadının kendi doğasını açığa vurmasının önü alınmıştır. İdeolojik yönelimlerle bu yapılmıştır. Bir varlık olarak kadının ifadeye kavuşması erkeğin de tanımlanmasını mümkün kılacaktır. Kadına atfedilen duygusal zeka ile erkeğe atfedilen rasyonel zeka arasındaki sınırın yıkılması da kadın varlığının tanımlanması ile gerçekleşir. Kadının kendi varlığına anlam biçerken yabancılaştığı, yitirdiği öz değerlerini yeniden kazanması, kadının geliştireceği kendine dönüşüyle mümkün ve etkili olacaktır. Kadın kendini tanımladıkça doğayı, evreni, insanlığı tanımlayacaktır. Zira kadın evrensel, toplumsal, tarihsel ve kaynağını doğadan alan bütünsel bir varlıktır.
Kendini yaratma
Kadının kendi varlığını tanımlaması bilme halini gerekli kılan bir durumdur. Kendini bilmek aynı zamanda farkındalığını geliştirmektir. İnsanı “evrenin bir özeti” olarak ele almak, tarihsellik içinde tanımlamak, sosyolojik bir varlık ve kültürel bir canlılık olarak ele almak önemlidir. Kendini birinci doğa yani evren içinde gerçekleştirip ikinci doğasında toplumsallaştıran insanın, irade ve düşünce gücü kazanmış bir varlık gücü olması söz konusudur. Toplumsallık kendini yaratma eylemini ve zamanını ifade etmektedir. Kadın direnişini ya da kadın varoluş yöntemlerini anlamak gerekmektedir.
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Jineolojî Seçki?” dosya konulu 12. sayısından kısaltılarak alınmıştır.
*Yazının devamı “Kadın Direnişi ya da Varoluşunun Yöntemleri” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.