Dünya yükü kadınlar
- 09:08 29 Nisan 2020
- Kadının Kaleminden
“Evet, çok yorgunsun, düştüğün yerden kalk, silkelen üstüne bulaşan kiri, pası at. Dik tut başını, gereksiz tüm yüklerden kurtul. Kurtul ki geleceğin seninle birlikte özgürleşsin.”
Çiğdem Göksoy
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde… Ya da uzun uzun yıllar önceydi diye başlar hikayeler, mitler. Hangi çağda hangi yüzyılda olursak olalım eril-dişil kavramları hiç değişmeden günümüze kadar zaman zaman tanrıça, zaman zaman cadı, zaman zaman da şeytan olarak adlandırıldık. Adem’den Lililth’e, Lililth’ten Havva’ya, Havva’dan Pandora’ya ve birçok kadın figürü. Bu mitlerden biri de Pandora oldu elbette birçok hikâyeye, mite ve filmlere konu olarak. Öyle ki toplum arasında “Pandora’nın kutusunu açmak” diye bir deyim dillerde pelesenk olmuştur. Peki, kimdi bu Pandora? Yaradılış destanının neresinde yer alıyordu? O kutu, ona neden ve kim tarafından verildi?
Hikâye bu ya; Pandora yunan mitolojisine göre yaratılan ilk kadındır. Zeus, oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos’tan ilk kadını yaratmasını ister. Mite göre Zeus’un kadının yaratılmasındaki nedeni; Prometheus’un kuralsızlıkları ile verdiği akıl yüzünden şımaran insanlara ceza vermek istemesiydi. Hephaistos babası Zeus’un isteği üzerine çamurla suyu yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı. Olympos’ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi eşi olan Aphrodite’in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu ve o zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları, bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Tüm tanrıçalar onu süsledi. Süslü elbiseler, parlak altın gerdanlıklar, güzel kemerler taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı, Hermes Pandora’nın kalbine hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus’ta ona esrarlı bir kutu armağan etti ve dedi ki;
“Sana verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir. Seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır.” Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirir ve Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a gelin olarak gönderir. Prometheus kardeşine Zeus’tan hiçbir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora’nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmaz ve onunla evlenir.
Pandora yaratılışından dolayı meraklı olduğu için dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı. Merakına yenilip bir gün kutuyu açar. Kutunun içinde hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa serbest kalır.
Ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek “ümit” de vardı. Fakat ümit, dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.
Güzel ve masum bir kadının aldığı ilk adaletsiz ceza değildi beklide bu. Günümüzde bile içimizde var olan bir şey üstelik bu, Pandora’nın hikâyesi aslında. İçinde pek çok rengi barındıran karmaşık bir seremoni gibidir ancak erkek tanrılar, bu seremoninin içindeki en koyu renkteki masumiyeti çalmamışlar mıydı? Kimi çamurdan kimi kaburgadan hep birinin tamamlayanı olmadık mı? Mitler, hikâyeler bize gerçekleri anlatıyorsa eğer, kötünün iyisini mi yaşıyoruz yoksa bilinçaltımızdaki olumsuzluklar mı? Bu sorunlar sarmalında kendin olabilmenin bir yolu yok muydu? Ruhumuzun derinliklerinde ki bu gidişata artık dur demek sıyrılıp çıkmak gerekmez miydi? Evrende her şey zıttı ile var ise; iyilik-kötülük insanın varoluşunda var ise kutudaki umuda tutunmanın vakti geldi de geçiyor. “Hadi artık o hep ertelediğin ve tarihin sana mirası olarak bıraktıklarının kıymetini bil. Kıymetini bilmezsen kimse senin kıymetini bilmez, sakın pes etme” demek gerekmez miydi? Evet, çok yorgunsun, düştüğün yerden kalk, silkelen üstüne bulaşan kiri, pası at. Dik tut başını, gereksiz tüm yüklerden kurtul. Kurtul ki geleceğin seninle birlikte özgürleşsin. Özgürleşen kadın hakikatin taşıydı ya hani, aşkı da hakikatte, özgürlüğü de hakikatte yaşa ve yaşat.
Hayatta en önemli erdemlerden biri ölçülülük değil mi? Neyi nerede hangi amaçla hareket edeceğin tercihlerini belirlediği gibi kaderinin de büyük ve önemli dönemeçlerini de belirlemiyor mu? Buna en güzel örnek “tuz” örneğidir bence. Yemeğe koyarsan tat, yaraya basarsan işkencedir.
Ölçülülük bu kadar önemliyken mitin hangi versiyonunu tercih edersek edelim, toplumsal yaşanmışlıklardı mitolojik olaylara damgasını vuran.
Zordur bedeninde ve ruhunda çok fazla duygusal yara, çok fazla acı hissi vardır. Çünkü bu gelgitler sonucunda ortaya iki sonuç çıkar; Ya tamamen kaçınma, ya tamamen toplumun faydasına hizmet etme. Kaçındığı yerde psikolojik olarak çöker, hizmet ettiği yerde ise duygusal olarak yıpranır. Çünkü dünya onun hayal ettiği kadar saf, sevgi ve iyi niyetle dolu değildi artık. Peki, önemli olan neydi? Önemli olan evrensel barış, eşitlik, herkesin iyi olması, özgürleşmesi. Tarihin akışı içinde var olan düzeni değiştirerek toplumların ruhsal yapısını bozan Pandora’nın merakı mıydı, yoksa iktidar savaşlarını sürdürmeye çalışan tanrılar mıydı?