Lozan’a alternatif konfederal sistem

  • 09:01 14 Ağustos 2023
  • Siyaset
 
Öznur Değer
 
DERSIM - Lozan Anlaşması’nın ikinci yüzyılı ile tecrit politikalarını değerlendiren Yeşil Sol Parti Milletvekili Ayten Kordu, “Lozan’ın inkar ve imha politikalarını tanımıyoruz. Kimliği, dili, varlığı tanınan bir halk olmak istiyorsak bunu ulusal birlikle yapabiliriz” diyerek alternatifin Mezopotamya’da konfederal sistem olduğunun altını çizdi. 
 
Lozan Antlaşması ile Kurdistan’ın dört parçaya bölünerek Kürtlerin parçalanması ve 4 devlet arasında asimilasyon başta olmak üzere çeşitli yok etme politikalarına maruz kalması ikinci yüzyılına girdi. İkinci yüzyılda da Kürtlerin kazanımlarını ve kimliklerini tanımayan devletler Kürtlerin önder olarak kabul ettiği PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı yaklaşık çeyrek asırdır izolasyona tabi tutuyor. Abdullah Öcalan şahsında halkın, paradigmanın tecrit altına alınması, Lozan Antlaşması doğrultusunda Kürtlere yönelik ikinci yüzyıl politikasını gözler önüne sererken, bu anlamda Kürtler başta olmak üzere halkları parçalayan ve izole eden anlayışa karşı mücadele de sürüyor.
 
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Dersim Milletvekili Ayten Kordu ikinci yüzyılda Lozan ve tecride dair değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Lozan ile Kurdistan bölünüyor’
 
1921 Anayasası’yla birlikte Kürtlerin kendilerini Meclis’te kendi dilleri ve kültürleriyle ifade ettiğini hatırlatan Ayten, bu hakların anayasada yer bulduğunu belirtti. 1921 Anayasası’nın daha demokratik bir anayasa olduğunu kaydeden Ayten, “Fakat İttihat ve Terakki ile başlayan bir süreç var. 1921 Anayasası’ndan sonra 1923’te Lozan’da gerçekleşen görüşmelerde Türkiye’de her halkın kendini, kendi dili ve kültürüyle ifade edebileceğine yönelik maddeler var. Dolayısıyla İsmet İnönü zaten bu konferanslara Kürt mebuslarla birlikte katılıyor. Belgeler bunu söylüyor. Oradaki Lozan yaklaşımında ‘Kürtler kardeşimizdir, Türkiye Cumhuriyeti devletini birlikte inşa ettik, dilleri, kültürleri Anayasa’da güvence altındadır. Bizim ayrı bir sorun ve muamelemiz, ayrımcılık yoktur’ diyor ve Lozan’ı bu fikriyatla gösteriyor. Ama 1923’te İttihat ve Terakki öncülüğünde bu hakların tamamı inkar ediliyor. 1921 Anayasası’nda yer alan bu maddelerin tamamı makbul görülerek Lozan Antlaşması imzalanıyor ve Kurdistan 4 parçaya bölünüyor. Yüzüncü yılı geride bırakıp ikinci yüzyıla girdiğimizde de her 4 parçada Kürtler hala bu haklarını talep ediyor ve bu anlamda mücadele ediyorlar” şeklinde konuştu.
 
‘Demokratik ulus perspektifi ile hareket ettik’
 
İnkar ve imha politikaları üzerinden çok katliam yapıldığına dikkat çeken Ayten, Ermenilere, Alevilere ve Kürtlere yönelik çok sayıda katliam gerçekleştirildiğini hatırlattı. Ayten, cumhuriyetin kendi tarihini inkar ve imha üzerinden inşa ettiğinin altını çizerken, “Tek ulus, tek din, tek millet üzerinden kendini inşa ettiği süreçten beri bu topraklarda inkar ve imha süreci gerçekleşmeye devam etti. Elbette ki her parça kendi özgünlükleri çerçevesinde mücadelelerine devam ediyor. Bizim mücadelemiz toplumsal dinamikler üzerinden ilerleyen bir mücadeledir. Dolayısıyla her halk kendi dilini, kültürünü, inancını özgürce yaşayabilmelidir dedik ve bu ulus devlet yerine demokratik ulus ve demokratik cumhuriyet perspektifi dediğimiz üçüncü yol çizgisiyle hareket ettik” sözlerine yer verdi.
 
‘Lozan’ın inkar ve imha politikalarını tanımıyoruz’
 
Kürtlerin her parçada kendi özgünlükleri çerçevesinde mücadelesini ilerlettiğini kaydeden Ayten, “Bu inkar ve imha politikalarına ilişkin geldiğimiz çağda artık asimilasyon politikalarının kabul edilmediği görülüyor ve halklar anayasal çerçevede bu haklarının korunması için mücadele ediyor. Biz de Türkiye ve Kurdistan’da bu konuda mücadelemizi sürdürüyoruz. Bütün bu inkar ve imha politikaları üzerinden siyasal gelişmeler yaşandı. Bir hareket doğdu ve mücadelesine devam ediyor. Bizim bir paradigmamız, bir felsefemiz var. Kürt kadınları olarak mücadelemiz kazanımlarla dolu bir mücadeledir. Dolayısıyla biz Lozan’ı tanımıyoruz. Lozan’ın inkar ve imha politikalarını tanımıyoruz. Bu tekçi zihniyeti Kürt halkı başta olmak üzere hiçbir halk kabul etmiyor. Alevi halkı olarak da bu inkar ve asimilasyon politikalarını tanımıyoruz. Buna ilişkin de kendi mücadele dinamiklerimizle tepki ve yaklaşımlarımızı ortaya koyuyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘Paradigmaya yönelik bir tecrit politikasıdır’
 
İnkar, imha ve asimilasyon politikalarının İmralı üzerinden de gerçekleştiğine vurgu yapan Ayten, “Sayın Öcalan’ın esareti sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu’da ve Mezopotamya’da bulunan tüm hakların özgürlüklerine yönelik bir yaklaşımdır. Kadınların özgürlüklerine yönelik bir yaklaşımdır. Dolayısıyla bu sadece fiziksel bir tecrit politikası değildir, bir düşünsel tecrit politikasıdır. Siyaseten bir tecrit politikasıdır, paradigmaya yönelik bir tecrit politikasıdır. İkinci yüzyılda bizler toplumsal dinamiklerimizle, ezilen tüm halklarla birlikte Kürtler, Araplar, Ermenilerle bir mücadele geliştiriyoruz. Rojava bunun bir örneği olarak ortaya çıktı. Rojava’ya bugün bu kadar askeri operasyonların yapılması ve NATO ile Avrupa üzerinden bu kadar politika üretmesi paradigmanın ve felsefenin onlar üzerinde yarattığı korkuyu gösteriyor. Biz her halkın halklarla beraber mücadelemizi, tecrit politikasına dair mücadelemizi, felsefeyi hayata geçirerek aşmaya çalışıyoruz” dedi.
 
‘Korku paradigmadan ve halkların mücadelesindendir’
 
Tele 1 Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin varlığına dikkat çektiği için tutuklanmasına değinen Ayten, “Merdan Yanardağ’ın bu hukuksuzluğa dair açıklaması tutuklamayla karşılık buldu. Bu durum, bir hukuksuzluğu ifade etmede yaşanan tahammülsüzlüğü gösteriyor. Bu tek başına bir tahammülsüzlük değildir. Aslında o fikriyattan korkmadır. Kendisine ilişkin hukuksuz bir şekilde ailesiyle, avukatlarıyla ve toplumla görüştürülmemesi ve tecrit altında tutulmasının temel sebeplerinden bir tanesi aslında bir halkın felsefesine ve özgürlüğüne yöneliktir. Halkların, toplumun özgürlük taleplerine ilişkin en ufak bir demokratik hakkı bile yasaklayan, gözaltı yapan, tutuklayan, işkence eden ve sürgüne gönderen bir yaklaşımla tüm toplum tecrit altında. Tecrit hepimize yönelik bir tecrit olarak hayat bulmuş durumda. Önümüzde bir felsefe, hayata bakış açımız var. Bu hayata bakış açısına göre demokratik alanda örgütlenmemizi sürdürüyoruz. O nedenle tecrit bir politika olamaz. Bu tecrit de bu halkın ve bizlerin özgürlüğü önünde bir engel olamayacaktır. Dolayısıyla korku paradigmadan ve halkların mücadelesindendir, halkların örgütlenme modelindendir. Saldırı da bu modele, fikriyata dönüktür. Bu nedenle de bu antidemokratik uygulamalara karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Bunları teşhir etmeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
 
‘Lozan artık bir şey ifade etmiyor’
 
İkinci yüzyılda Lozan’ın artık bir şey ifade etmediğine dikkat çeken Ayten, inkar ve imha politikalarının halkların talepleri önünde duramadığını dile getirdi. Ayten, “Bundan sonraki mücadelemiz her parçada kendi özgünlüğü içinde ilerlerken, bunun haklarımızın demokratik Anayasa’da güvence altına alınması ve eşit bir biçimde sağlanmasıyla mümkün olacağını düşünüyoruz” dedi.
 
‘Mezopotamya’da konfederal sistem diyoruz’
 
Değerlendirmelerinde savaş politikalarına işaret ederken, bunun kapsamlı olduğunun altını çizen Ayten, sağlıkta, kadında, basında, emek ve daha birçok alanda tecrit uygulandığını belirtti. İktidarın yasaklama politikasıyla kalmayıp yerine kendi zihniyetini yerleştirmeye çalıştığına vurgu yapan Ayten, “Dolayısıyla biz son 20 yılda AKP-MHP faşizm inşasında, İslam adı altında, din adı altında ve bütün devlet kurumlarıyla bu fikriyata saldırıyor. Sorun sadece saldırı politikaları değil. Her taraftan sızıyor. Uyuşturucu politikalarıyla, doğayı talan ederek sızıyor. Bu konuda kapitalizmin barbarca bir politikası var. Yaşam alanlarını boğarak tecrit uyguluyor. Madenlerle, suyla, havayla, toprakla doğayı mahvediyor. İnanç üzerinden asimilasyon politikası yürütüyor. Dil üzerinden asimilasyon geliştiriyor. Bizim bunlara karşı nasıl bir düşünsel mücadelemiz varsa sistem de örgütlenmeleri üzerinden tecrit uyguluyor. Düşüncelerimize sızarak, değiştirmeye çalışıyor. Örneğin ‘örgüt’ kavramından, tecrit kavramından korkuyor. Bu kavramlar üzerinden korku duvarı yaratıyor. Bütün bunları yaşamımızın her alanına sirayet ettirmeye çalışıyor. Örgütlenme biçimimiz de bunun alternatifidir. Bu cumhuriyet artık toplumların talebini karşılayan bir cumhuriyet değildir. O nedenle biz demokratik cumhuriyet, demokratik ulus diyoruz. Tüm Mezopotamya’da halkların kendi özgün alanlarını yaratabileceği bir konfederal sistem diyoruz. O nedenle Rojava’dan o kadar korku var ve fikriyatına o kadar saldırı var. O nedenle Sayın Öcalan şahsında halka uygulanan bir tecrit söz konusu” şeklinde konuştu.
 
3’üncü Yol…
 
Toplumsal alanda ve yaşamda Aleviler ve Alevi kadınlar olarak herkesin kendi özgün örgütlenmelerini yaratabilmeleri gerektiğini söyleyen Ayten, “Bunu sadece devletten talep eden veya söyleyen değil, demokratik alanda bunu inşa eden olmalıyız. Bunun pratik ayaklarını geliştirebilmeliyiz. Örneğin ekonomide komünler kurma çalışmaları yürütülmelidir. Elbette ki hukuksal mücadelemizi yürüteceğiz ama aynı zamanda toplumsal dinamiklerle tedbirimizi almak zorundayız. Kadının özsavunması diyoruz. Kadının örgütlenmesi, kendi sorunlarına örgütlenmeyle çözüm gücü olabilmesidir. Dolayısıyla zihniyetimize, yaşamımıza saldıran faşizan, tekçi anlayışa karşı bizim sözünü kuran, örgütleme geliştiren bir yerden mücadele hattımızı kurmamız gerekiyor. Onun için 3’üncü Yol diyoruz. Ne ulusalcı, inkarcı sistem ne de İslam üzerinden yürütülen sistem diyoruz. Bu anlayış halkların taleplerini karşılayamıyor. Bunun üzerinden örgütlenme ayaklarımızı geliştirmemiz lazım. Lozan’a da bu şekilde cevap olabiliriz. Lozan’daki farklı halklar da baskı altındalar. Onlar da kendi mücadelesini yürütecektir. Biz bununla gelişirsek halklar olarak özgür sözünü kurabilir. Biz de bunun üzerinden mücadelemizi geliştireceğiz, toplantılarımızı bunun üzerinden kurup kongreye gideceğiz. Bunun üzerinden siyasal alanda halklarımızla beraber mücadelemize devam edeceğiz” değerlendirmelerinde bulundu.
 
‘Ulusal birlik Lozan’da da açığa çıkan önemli sonuçlardan’
 
Her yerelde ve parçada özgün sorunlar yaşandığını sözlerine ekleyen Ayten, bu sorunların birbirinden bağımsız politikalar olmadığının altını çizdi. Savaş politikalarının insanların hem yaşamından, hem zihniyetinden hem de ekonomisinden çaldığını belirten Ayten, sözlerini şu şekilde sonlandırdı: “Ormanları güvenlik gerekçesiyle yakıyor ve özel güvenlik alanı diyerek insanların girmesini yasaklıyor. Madenleri diğer şirketlere peşkeş çekerek enerji kaynaklarını sömürüyor. Hiçbir kaynak halka, kadınlara dönük değildir. Savaşa ayrılan bir bütçe var. Sonrasında da sosyal yardım adı altında küçük küçük yardımlar yaparak açlık terbiyesi yapıyor. Sürgün politikası yürütüyor. Gençlerimizin çoğunu Avrupa’ya göç ettiriyor. Bu aynı zamanda demografik yapıyla oynamadır. O nedenle savaş politikası çok yönlü bir politikadır. Bu savaş politikasına dair mücadelemizi yükseltmemiz gerekiyor. Faşizm çok hızlı ve örgütlenerek geliyor. HÜDA PAR bugün Meclis’te, siyasal zeminde yer alıyor. Yine KDP eliyle yapılan durumlar var. Dolayısıyla bizim ulusal birlik üzerine çalışmamız lazım. Ulusal birlik bizim için çok önemli. Kürt kadınlar olarak buna dair çok sayıda girişimimiz oldu, Ortadoğu’da, Türkiye’de toplantılarımız oldu. Kadın öncülüğünde ulusal birliği geliştirmemiz gerekiyor. Din, inanç ve kimliklerimiz ulusal birlikle sağlanabilir. Kimliği, dili, varlığı tanınan bir halk olmak istiyorsak bunu ulusal birlikle yapabiliriz. Ulusal birlik Lozan’da da açığa çıkan önemli sonuçlardan biri. Bu konuda çok güçlü bir diploması çalışması yürütülmeli ve halklar arasında toplumsal çalışmalar yürütülmeli.”