EMEP Milletvekili Sevda Karaca: Kayyım bir özel savaş aygıtı
- 09:02 21 Haziran 2024
- Siyaset
Melek Avcı
ANKARA – Kürt halkının seçme ve seçilme hakkına yönelik iktidarın uyguladığı politikalara dikkat çeken EMEP Milletvekili Sevda Karaca, “Kayyım siyasetinin Kürt kadınların haklarına, kazanımlarına özel bir savaş açan, özel bir aygıt olduğunu yeniden hatırlamamız gerek” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Colemêrg Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış’ın görevden alınarak yerine kayyım atanmasına yönelik eylem ve tepkiler artarken, halk kayyımı kabul etmeyeceğini ve bunda kararlı olduğuna ilişkin mesajlar vermeye devam ediyor.
Emek Partisi (EMEP) Dîlok (Antep) Milletvekili Sevda Karaca, Kürt halkının iradesine dönük saldırıyı ve kayyım ile işletilmek istenilen sürece dair konuştu.
“Meseleyi sadece hak, hukuk, adaletsizlik çerçevesine, anayasayı tanımamazlığa sıkıştırmamak lazım çünkü AKP iktidarı özellikle tek adam rejimini inşa ederken önümüzdeki dönemi bir hukuksuzluk süreci olarak işleteceğinin ilanını çoktan yapmıştı.”
*DEM Parti’nin seçilmiş Colemêrg Belediye Eşbaşkanına kayyım atandı ve bu irade gaspına halkın geniş bir kesimi tepki gösterdi. Siz Kürtlere dönük bu kayyım uygulamasını nasıl görüyorsunuz?
İktidarın bu kayyımlar silsilesini işletmesi bir süredir ana muhalefetin tartışmaya açmaya çalıştığı normalleşme, onun yarattığı beklentiler, yaratmasını bekledikleri açısından da bir cevap niteliği taşıyor. Sonuçta kayyım kararı bir süredir AKP iktidarından demokratik adımlar bekleyen kesimlere yanıt oldu ama bununla da kalmadı, aynı zamanda AKP’nin bu yeni dönemde halklara, işçi sınıfına yönelik de saldırıların işaret fişeği oldu. Meseleyi sadece hak, hukuk, adaletsizlik çerçevesine, anayasayı tanımamazlığa sıkıştırmamak lazım, çünkü AKP iktidarı özellikle tek adam rejimini inşa ederken önümüzdeki dönemi bir hukuksuzluk süreci olarak işleteceğinin ilanını çoktan yapmıştı. Şimdi bu hukuksuzluk sürecine geniş halk kesimlerini dahil ederek, artık öfkesi burnunda olan işçilere, emekçilere, aynı zamanda demokratik hak beklentileri olanlara da bir şekilde sopa sallıyor kayyım politikalarıyla. Bunu yaparken de Kürt sorunun demokratik çözümü noktasındaki bütün kapıları kapatarak, Kürt sorununu geniş halk kesimlerinin milliyetçi şoven duygularını okşayan bir “beka” sorunu haline getirerek de yapıyor.
Bu kayyım süreci aynı zamanda ülkede yoksulluğun en yüksek oranlara vardığı, geniş halk kesimlerinin açlıkla, sefaletle karşı karşıya olduğu, memleketin dört yanında irili ufaklı işçi kesimlerinin hak mücadelesinin yükseldiği bir döneme de denk geldi. Orta vadeli Şimşek programı, bütün bunlarla beraber geniş halk kesimlerine “sizin boynunuza kemenle vuracağım” açıklamasına karşı yükselen tepkileri, çözümsüz bırakılan Kürt sorununu bir beka sorunu olarak ortaya atarak üstünü kapatmaya çalıştılar. O yüzden kayyımlar Kürt halkının iradesine yönelik bir gasp olmakla birlikte aynı zamanda bu ülkenin demokratikleşmesini, asgari hukuk normlarını işleten bir hukuk devleti olmasını isteyenlere bir mesaj. Kürt halkı ile mücadelesini birleştirmiş olan, kaderini birleştirmiş olan, eşit yurttaşlık hakkının sağlanmasını talep eden emek demokrasi güçlerine de bir mesaj. Aynı zamanda bu ülkenin yeniden kurulmasının temel dayanağı olan Kürt halkının eşit, özgür yaşamı; emekçilerin refah içinde yaşamanı birlikte bir mücadelenin ancak getirebileceğini ortaya koyan sosyalisteler de bir mesaj olarak değerlendirmek gerekiyor. Dolayısıyla kayyım siyaseti AKP’nin yeni dönemine ilişkin işaretler verirken bu işaretler aynı zamanda önümüzdeki dönem sesini çıkaran, gerçek bir muhalefet gücü oluşturan bütün kesimleri bastırmaya yönelik. Sadece Kürt halkının iradesinin gaspına yönelik olmadığının altını çizerek bu eksende, bu genişlikte mücadele örmeye ihtiyaç var.
“Yerel seçimlerden sonra kimi değerlendirmeler yapacağı sinyalleri verse de iki temel şeyi kırmızı çizgisi olarak ortaya koydu: Bir tanesi Kürt sorununu çözümsüzlüğü, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü bir ‘beka sorunu’ haline getirerek halk kesimlerinin milliyetçi şoven duygularla kendine yedeklemek. Buna bu dönem çok daha ihtiyaç duyuyorlar.”
*Sizde bahsettiniz iktidarın bu “normalleşme” söylemi neye tekabül ediyor, zira bir taraftan kayyım atamayacağız diyen bir grup başkan vekili, diğer yandan bir hafta sonra kayyım atayan ve bunun devam edeceği sinyalini veren Erdoğan. Süreci nasıl okuyorsunuz?
AKP’nin seçimlerde aldığı halk darbesi, seçimlerde halkın ortaya koyduğu tablo aslında AKP içinde de kimi tartışmalar yarattı. Yerel seçimlerde memleket genelinde ortaya çıkan tablo AKP iktidarının bu zamana kadar ortaya koyduğu politikaların halk nezdinde artık meşru olmadığını gösteren bir sonuçtu. Dolayasıyla AKP içinde bir meşruiyet zemini arayışı var ancak bu meşruiyet arayışını “gerçekten halk ne istedi bizden, neye tepki gösteriyor, hangi politikalarımız halkın boğazını sıktığı için ‘benim boğazımı sıkma artık kardeşim’ diye mesaj gönderdi” demek yerine ülkenin içinden geçtiği koşullar dolayısıyla özellikle ekonomi alanında yaşanan gelişmelerle daha sıkboğaz etmeye doğru yöneliyor AKP. Nitekim yerel seçimlerden sonra kimi değerlendirmeler yapacağı sinyalleri verse de iki temel şeyi kırmızı çizgisi olarak ortaya koydu: Bir tanesi Kürt sorununu çözümsüzlüğü, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü bir “beka sorunu” haline getirerek halk kesimlerinin milliyetçi şoven duygularla kendine yedeklemek. Buna bu dönem çok daha ihtiyaç duyuyorlar çünkü orta vadeli program 12’nci kalkınma planıyla önümüzdeki dönem sermaye ihya ederken emekçilerden sabır isteme politikasını devam ettirmek zorunda. Bunun içinde halkın geniş kesimlerinin ortaya bir mücadele ekseni koymasının önüne de geçmek durumunda.
Nitekim bir taraftan bütün demokratik adımların atılmasının önüne geçen böyle süreçler yaşanırken diğer taraftan bir bastırma politikasını, hukuksuzluğu bir yönetme biçimi olarak da kullanmaya devam etmek zorunda şu an AKP. Dolayısıyla, ‘içeride kimi çelişkiler varmış, kimi değerlendirmeler yapılıyormuş, bir takım yumuşama hamleleri gelecekmiş, bu zamana kadar bir sürü hukuk garabeti işte bir hukuk zeminine oturtularak çözülmesi yönünde atımlar atılacakmış’ gibi söylemlerin aslına bakarsanız bu keskin kırmızı çizgilerle ortaya konulan sermaye programının hatlarını yumuşatmak olarak düşünüyorum.
Süreci iki eksenli ele almak gerekir
O nedenle ‘bir tartışma var, içerde bir çelişki var, daha demokratikleşmeyi isteyen bir AKP kliği var ama MHP onu tutuyor’ gibi değerlendirmeler AKP’yi tanımamak, AKP’nin temsil ettiği sermaye kesimlerinin bugün ihtiyaç duyduğu memleket koşullarını anlamamak aynı zamanda da bu tür tartışmalarla muhalefeti ve halkı bir beklentiye sokarak aslında mücadelesini geri çekmek olduğunu düşünüyorum. “Yumuşama, normalleşme” tartışmaları olduğunda halihazırda bunların halkın çok temel sorunlarına işaret eden, onları yalnızca ortaya koymakla kalmayıp bu sorunlar etrafında halkı örgütleyip bir mücadele ekseni ortaya koyan muhalefetin de tablodan dışarıya çıkarılıp majestelerinin muhalefetinin daha ön plana çıkarılacağı bir sürecin işletileceğini ifade etmiştik. Nitekim geldiğimiz süreçte Kobanê Davası’ndan tutalım, Gezi Davası’na, 1 Mayıs sürecinin hemen arkasından yaşanan gözaltı ve tutuklamalardan, Filistin için büyük sermaye kuruluşları önünde eylem yapan gençlerin tutuklanmasına kadar yaşadığımız bütün süreçler normalleşmeden kimin neyi anladığını, neyin normal olarak gösterilip neyin anormal olarak gösterilmek istenildiğinin de bir tablosunu ortaya koyuyor.
Bu süreci iki eksenli anlamak gerekir, ilki bu ülkenin çok kadim bir sorunu olan Kürt sorunun demokratik çözümünün geniş halk kesimlerini talebi olarak örgütlenmesinin önüne geçilmek istenilen bir tutum, AKP iktidarı yeni yöntemlerle sürekli karşımıza çıkarıyor. İkincisi ise hem dünyada hem Türkiye’de tarihin en hızlı yoksullaşmasının ve sefalet içinde yaşam koşullarının derinleştiği memlekette yükselen ve emek demokrasi güçleri ile barış mücadelesiyle birleşme potansiyeli taşıyan bu ekmek mücadelesinin buluşmasını ortadan kaldıran bir normalleşme ve yumuşama tartışması yapılıyor.
“Bir bütün olarak Meclis’in artık halkı temsil etme kapasitesinin giderek geriletilmesi, itibarının ortadan kaldırılması süreçleri işletildi. Nitekim sadece kayyım uygulamalarıyla değil pek çok baskı yöntemiyle bu zamana kadar temelde ne kadar kullanıldığı çok tartışmalı olan seçme ve seçilme hakkını kâğıt üstünde bırakan bir süreci işlettiler.”
*Şimdi muhalefet partilerinin ve DEM Parti’nin erken seçim gündemini konuştuğunu gördük. Seçimle gelen belediye başkanlarına kayyım atanırken seçimler Kürt halkının iradesi ve haklarını kullanması için bir çözüm müdür? Ne düşünüyorsunuz?
Bir bütün olarak özellikle 2016’dan sonra AKP iktidarı yerleştirdiği tek adam rejimiyle birlikte demokratik bütün hakları fiiliyatta kullanılamaz hale getirirken bunun hukuki altyapısını da adım adım örgütledi. Dolayısıyla arada pek çok anayasa değişikliği söz konusu oldu, bugün geniş halk kesimlerinin ayağına dolanan çeşitli hukuk süreçlerini de halk için sorun olma kapasitesini koruyarak ama kendi politikalarını uygulamak için bir sorun olmaktan çıkaracak düzeyde değiştirdi, dönüştürdü. Bunların içerisinde bir bütün olarak Meclis’in artık halkı temsil etme kapasitesinin giderek geriletilmesi, itibarının ortadan kaldırılması süreçleri işletildi. Nitekim yerel yönetimler bakımından da attıkları birçok adım, sadece kayyım uygulamalarıyla değil pek çok baskı yöntemiyle bu zamana kadar temelde ne kadar kullanıldığı çok tartışmalı olan seçme ve seçilme hakkını kâğıt üstünde bırakan bir süreci işletti. Bu tek adam rejiminin fıtratında olan bir şeydi. Seçme ve seçilme hakkının bir bütün olarak anlamını yitirmesi, içinin boşaltılması durumuyla beraber ama yine de kendi ihtiyaç duyduğu meşruiyet zeminini ispat etmek durumunda olduğunda da seçimleri ve sonuçlarını buna bir gösterge olarak sundu.
Zaten bu ülkede çok uzun yıllardır Kürt halkı, işçiler, kadınlar, emekçiler gerçek bir seçme seçilme hakkına sahip değiller. Bunun en temel örneklerinden biri özellikle seçilmiş Kürt siyasetçilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla beraber yüzyıllara varan cezalarla sırf siyaset yaptıkları için siyaset yapma alanı ve araçları önlerine konularak cezalandırıldı. Bu dönem yerel yönetimlerin böyle bir eksene oturtulmasının AKP için özel bir anlamı da vardı. Çünkü biliyorsunuz tarihin en büyük yoksullaşma sürecinin yaşandığı bu dönem aynı zamanda Türkiye’de yerli ve uluslararası sermayenin de ülkenin yerüstü ve yeraltı kaynaklarını en vahşi biçimde talan ettiği bir dönem ve bu talan siyasetinde yerel yönetimlerin, araçlarının özel bir yeri var. Dolayısıyla yerel yönetimlere bu anlamda da sahip olmak AKP açısından yerli ve uluslararası sermayeye hala güven tesis etmek için önemli araçlardan bir tanesi.
Sınır hatlarının iktidar için özel anlamı var
Biz seçim döneminde özellikle Şırnak, Hakkari gibi sınır hatlarındaki bölgelerde taşıma seçmenlerle, asker yığınaklarıyla, oradaki Kürt halkının oy kullanmasının önüne geçecek binbir türlü yöntemle buraların asla düşman olarak gördükleri halkın kendisine teslim etmek istemedikleri bir düzenek kurulduğunu gördük. Başka şehirlerde de bu yapıldı elbette ama bu hatların özel bir anlamı var; bugün içinden geçtiğimiz dönemde hem Ortadoğu siyasetindeki rolünü yeniden ispatlamak hem de Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava, Kuzey Irak hattında kendi çıkarları ama Amerikan emperyalizminin çıkarlarıyla eş güdümlü biçimde burada yeniden varlık gösterebilmek için yeni hamleler yapma ihtiyacında. Bir taraftan da uluslararası alanda kendi varlığını ve muhakkak bir tercih olma hakkını tırnak içinde saklı tutabilmek için kalkınma yolu, ticaret yolu planlarıyla birlikte bu bölgelerde önümüzdeki orta vadeli süreçte kalıcı hesaplarda yapıyor. O yüzden buralarda yerel yönetimlerin halk için işleyecek olan bütün bu talan politikalarına karşı çıkma gücüne sahip, halkın çıkarlarını savunan yönetimler olarak kalması AKP iktidarının en son isteyeceği şeydi. Zorla alamadı, taşıma seçmenle alamadı, asker yığınaklarıyla alamadı. Bu hatlardaki şehirleri kayyım ve baskı politikalarıyla almaya yönelik bir takım hamleler gerçekleştirmiş oldu.
“Kayyım siyasetini çok çeşitli boyutlarıyla değerlendiriyoruz ama özellikle bu zamana kadar ki kayyım deneyimlerinin Kürt kadınlarının haklarına, kazanımlarına özel bir savaş açan, özel bir aygıt olduğunu yeniden hatırlamamız gerek.”
*Son olarak kayyım ile Kürt halkının irade gaspına karşı halklara çağrınız nedir?
Şunu defaten vurgulamak zorundayız, bugün Kürt halkını iradesini gasp etmeye yönelik bu kayyım hamleleri aynı zamanda Karadeniz’de aylarca emek verip 17 liralık çay fiyatıyla karşı karşıya kalan emekçinin de gündemi olmalı, çünkü orada nasıl ki halkın iradesine, çıkarlarına kayyım atanmışsa Karadeniz’de de tepeden inen çay fiyatlarıyla Karadenizli emekçinin de emeğine kayyım atanmış durumda. Bugün ekmeğinin peşinde olan işinin peşinde olan, çocuğun karnını doyurma telaşında olan emekçinin senin gerçekten karnını doyabilmesi, insanca koşullarda yaşayabilmenin en temel koşullarından bir tanesi baskıyla, zulümle, sopayla iktidarını sürdürmeye çalışan bu iktidar karşısında baskıya zulme boyun eğmeyen Kürt halkının yanında durmaktırı anlatabilmek durumundayız. Burada emekçi halkların kaderi ortak. Bu kader birlikteliğini bütün o milliyetçi şovenist hamasetler karşısında koruyabilen ve yeniden inşa edebilen bir mücadele hattına ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
Kayyım siyasetini çok çeşitli boyutlarıyla değerlendiriyoruz, özellikle bu zamana kadar ki kayyım deneyimlerinin Kürt kadınlarının haklarına, kazanımlarına özel bir savaş açan, özel bir aygıt olduğunu yeniden hatırlamamız gerek. Biz çok uzun yıllarca Kürt kadın hareketinin büyük mücadelelerle elde ettiği kurumları, mücadele, dayanışma araçlarının, kadınların dayanışmasını genişletme araçlarının kayyım politikalarıyla birlikte bir anda yerle bir etmeye yönelik politikalara maruz kaldık. Kadınların dayanışma, şiddete karşı mücadele için kendi haklarını öğrenebilmeleri ve bu hakların gereğinin yerine getirilebilmesi için oluşturulan kurumlar bir bir kapatıldı. Yerine konan ise oldukça manidardı; bugün iktidarın gerçekten aileyi merkeze alan ve kadınları hiçleştiren, onları bir çocuk doğurma makinasına indirgeyen, aile içinde köle haline getiren yerel uygulama araçları haline geldi kayyım belediyeleri ve kadın dayanışma merkezlerinin bir anda evlilik okullarına dönüştürülmesi, kimi il kadın merkezlerinin dini kurumlara ve yandaş vakıflara devredilmesi bunun en önemli göstergelerinden bir tanesidir. Bugün çocuk istismarını ve şiddeti konuşurken biz kadınlar ülkenin dört bir yanına yayılan kayyım siyasetinin aynı zamanda mücadele araçlarımızı elimizden almaya yönelik bir siyaset olduğunu da hatırlamalıyız.