Çiğdem Kılıçgün Uçar: Güney Kurdistan’ın AKP’si olmayı tercih etmiş bir KDP var!
- 09:01 25 Temmuz 2024
- Siyaset
Dilan Babat - Semiha Alankuş
HABER MERKEZİ - DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, ulusal birliğin kişilerin ve ailelerin çıkarlarına heba edilmeyecek kadar önemli bir mesele olduğunu dile getirdi. Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Türkiye’nin Güney Kurdistan’daki fiziksel işgali dışında düşünsel ve zihinsel bir işgali var” dedi.
Mevsimin sıcaklığı ile siyasetin sıcaklığı iç içe geçmiş durumda. Her gün birçok gelişme yaşanıyor. Ancak tüm değişkenliğe rağmen değişmeyen temel gündemler var. AKP-MHP iktidarı bir yandan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi derinleştiriyor, diğer yandan da KDP ile birlikte savaşı yaygınlaştırıyor. Ekonomik kriz giderek toplumu nefessiz bırakıyor. Kadına yönelik şiddet ve hak gaspları, AKP-MHP iktidarı döneminde bir kadın kırımına dönüşmüş durumda. Kürt sorunu, tecrit, savaş, kadına yönelik politikalar, ekonomik kriz ve kayyımlar konusunda nasıl bir mücadele verilmeli?
Tüm bunları Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar’a sorduk.
“Hem devletin hem de mevcut yönelimler karşısında HDP ve HDK fikriyatının Türkiye’de başta Kürt halkı olmak üzere tüm demokratik siyaset alanında mücadele etmek isteyen herkese nasıl bir üçüncü yol, nasıl çözümsüz kalmama perspektifi sunduğunu ısrarla sundu.”
* Uzun zamandır siyasetin içerisinde olduğunuzu biliyoruz. Ama şuradan başlayalım. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Genel Başkanlığı, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi milletvekilliği ve Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanlığı. Bu geçişleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Hepsi kısa zaman içerisinde oldu. Programları, tüzükleri farklı partiler.
Tek cümle ile ifade edersem, devletin siyaseti ya da devletin dayattığı siyasetin bir sonucu yaşadığımız. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi de öyleydi. Demokrasi siyasetiyle tarif edeceğimiz, HADEP’ten bu yana birçok siyasi parti farklı gerekçelerle kapatıldı. Amaç Kürtlerin siyasette yer almalarına dönük bir engel yaratmaktı. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin görevi açısından, Türkiye’de toplumsal sorunların ve demokratik siyasetin tıkandığı bir yerde birçok önemli aşama kaydeden HDP ve HDK fikriyatı, çoğulcu ve demokrasi açısından kıymetli bir yerde duruyor. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, hem HDK’nin hem de birlikte çalıştığımız HDP’nin bileşeni olan bir parti. Genel seçimlere doğru giderken HDP’nin üzerinde kapatma davası ve baskıya dönük olarak HDP’nin çözüm gücüne inanan milyonların bütün süreçlerin dışında kalmasına dönük çok ciddi bir tehdit vardı. O yüzden Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, devletin ve iktidarın demokratik alanda varlık gösteren tüm siyaset kurumlarına tedbiren açığa çıktı.
Bütün bileşenler açısından HDP’nin seçime girmesi ve 2015 yılındaki başarıya daha farklı bir aşamaya getirmesi elzemdi. Hem milyonları çözümsüz bırakmama hem de siyaseten varlığını devam ettirmek açısından Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nde eş sözcülüğüne önerildim. Seçim bittikten sonra Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kapatılma tehdidi ile baş başa kalan HEDEP ismiyle devam etti. Kısa bir süre sonra devlet aklı, HADEP’i çağrıştırdığı için HEDEP ismine müdahale etti. O ara dönemde DEM Parti milletvekilli oldum. Daha sonra DBP’nin eş genel başkanlığına seçildim ve devam ediyorum. Bütün bu süreçlerde benim mücadele zeminim Demokratik Bölgeler Partisi’ydi. Hem devletin hem de mevcut yönelimler karşısında HDP ve HDK fikriyatının Türkiye’de başta Kürt halkı olmak üzere tüm demokratik siyaset alanında mücadele etmek isteyen herkese nasıl bir üçüncü yol çizdiğini ve çözümsüz kalmama perspektifini ısrarla sundu.
“Ulusal birlik siyasilerin, kişilerin, ailelerin çıkarlarına heba edilemeyecek kadar önemli bir mesele. Dört parça Kurdistan’da Kürtlere dönük saldırıları bertaraf edebilecek bir ulusal birlikten söz ediyoruz.”
*Ulusal birlikten devam edelim. Yıllardır tartışmalar, çalışmalar olduğunu biliyoruz, takip ediyoruz. Bu konuda yaşanan zorluklar neler, ulusal birliği zorlayanlar, engelleyenler kimler ya da hangi parti? Ya da ulusal birliğin olmazsa olmazı partiler mi? Çünkü Kürt halkı arasında bir birliğin gerçekleştiğini de bizzat halk dile getiriyor. Örneğin DAİŞ saldırıları sürecinde bu çokça vurgulandı…
Savaştan sonra yapılan anlaşmalarla Kurdistan dört parçaya bölündü. Kasr-ı Şirin Anlaşması ile beraber Kurdistan coğrafi olarak bölündüğü gibi son dönemlerde karşımızda duran başka bir şey ulusal birlik yönünde tam bir politik bölünme. Güney’deki savaşta bunu gösteren durumlardan birisi. Kurdistan coğrafyası dört parçaya bölündükten sonra dört parçada yaşayan Kurdistanlıların her biri, yaşadığı ülkenin bir asimilasyon ve yabancılaşmasıyla karşı karşıya kaldı. Bunun getirdiği bir öteleme var. Bu konuda partimizin hem söz kurma ve harekete geçirmeye dönük ciddi çabaları var. Bu çağrıya dört parçadan kulak kabartanlar var ama bu meseleyi siyasete indirgememek gerekiyor. Bu tali bir mesele. Kürt halkının toplamda ortak çıkarları mevzu iken ‘parti mi? lider mi?’ meselesine çok takılmamak gerekiyor. Ama ne yazık ki takıldığımız meselelerden biri bu.
Kürt halkının kolektif hakları açısından baktığımızda hiçbirinin çıkarı diğerinin zararına olabilecek bir şey değil. Bunun farkındalığı az. Hem Avrupa’da, Orta Doğu’da hem de Türkiye’de ulusal birlik üzerinde yapılan talep ve çağrılar halen devam ediyor. Siyasi partilerin görüşleri, kimin öncü olabileceğine ne yazık ki tıkanmış durumda. Kürt halkının ulusal birlik meselesi siyasi parti üstü bir mesele. 1960’lı yıllardan sonra Mustafa Barzani’nin yürüttüğü çalışmalarda dört parça için oluşturduğu Kürt ulusal birliği bilinci varken, bugün aynı çizginin devamı olarak Mesut Barzani şahsında çıkan tablonun kendisi, kendi emeklerine, tarihlerine karşı duran bir durum. Ulusal birlik, siyasilerin, kişilerin, ailelerin çıkarlarına heba edilemeyecek kadar önemli bir mesele. Dört parça Kurdistan’da Kürtlere dönük saldırıları bertaraf edebilecek bir ulusal birlikten söz ediyoruz. Esas yapılması gereken şey; üzerimizdeki öncü ve liderlik, ulusal birliği engelleyen, üzerimizdeki her türlü örtüden arınarak bu meseleyi gündeme alabilmek. Biz sözümüzü söylemeye devam edeceğiz.
“Türkiye’nin Güney Kurdistan’daki fiziksel işgali dışında düşünsel ve zihinsel bir işgali var. Türkiye, özellikle Türkiye’de yaşayan Kürtlerle kuracağı ilişki ne ise Kürtlerle kuracağı büyük fotoğraf da aynıdır; bundan bağımsız ele alamayız.”
* Özellikle KDP’nin tutumu Kürt halkı arasında bir eleştiri ve tepki konusu. Bir de son yıllarda Güney Kurdistan topraklarına yönelik saldırılarda yer alması, “Kürt halkına ihanet” olarak değerlendiriliyor. Ne dersiniz? KDP’nin Türkiye ile bu kadar işbirliği içinde olması, Güney Kurdistan’da adeta AKP’nin bir uzantısı olarak rol oynaması ve AKP’nin uygulamalarını Güney Kurdistan’a taşımasının arka planında neler var?
Yeni dönem dünya siyaseti biraz enerji ve güvenlikçi politikalar üzerinden ilerliyor. G20 zirvesinden sonra Türkiye birçok açıdan Orta Doğu başta olmak üzere denklem dışı bırakıldı. Denklem dışı bırakıldığında Türkiye, çözüme kavuşturmadığı Kürt sorunu için bu çözümsüzlüğü görmezden gelerek sürekli bir Avrupa ve Orta Doğu gezisi gerçekleştirmiş durumda. Orta Doğu’da özellikle Irak ve Güney Kurdistan’ı bağlayacak olan bir kalkınma yolu projesi ki Cumhurbaşkanı uzun bir aradan sonra Güney Kurdistan’a bir ziyaret gerçekleştirmiş durumda. O ziyarete karşı da birçok tepki ortaya çıktı. Bu tepkiler olurken Irak hükümeti ile onlarca anlaşma yaptı. Anlaşmaların içerisinde eğitimden tutun Diyanete kadar var. Türkiye’nin Güney Kurdistan’daki fiziksel işgali dışında düşünsel ve zihinsel bir işgali var. Türkiye, Türkiye’de yaşayan Kürtlerle kuracağı ilişki ne ise Kürtlerle kuracağı büyük fotoğraf da aynıdır; bundan bağımsız ele alamayız. Burada yaşayan Kürtler, hayatını kaybetmiş mezarı olanlara kadar eziyet etmekten geri durmadı. Cezaevinde demokratik haklarını isteyenlere karşı şiddeti kendisine rehber edinmiş.
İktidarın, Güney Kurdistan’da Barzani ailesinin öncülüğünde kuracağı zihniyet aynıdır. 2017 referandum sonuçlarında Cumhurbaşkanının tehditleri, Kuzey Kurdistan’daki kazanımlara yönelik kayyum atamaları, Kürt halkının taleplerine yönelik saldırıları açıkken, Güney Kurdistan’ın AKP’si olmayı tercih etmiş bir KDP gerçekliği var. KDP’ye çağrı yapmak gerekiyor; bu işbirliğinin toplamda ne getireceğine bakmak lazım. Sadece Güney Kurdistan üzerindeki duruma bakamazsınız. Rojava ne olacak? Bugün karşı karşıya olduğumuz tabloda Türkiye, Osmanlı dönemi misak-ı milli sınırlarına geri dönme çabası içerisinde. Köyler boşaltıldı, binlerce tarım arazisi yakılmış durumda. 80 bine yakın köy göç ettiriliyor, bunların yüzde 80’i Kürt. Mexmûr tehdit altında. Bunların toplamına baktığımızda KDP’nin tercihini yorumlamak çok mümkün değil. Bunu zorunlu kılan bir ilişki var mı? Söylenebilecek tek şey aile iktidarı dışında başka bir şey değil. AKP’nin kurduğu aile iktidarı Barzani’nin kurduğu aile iktidarıyla çok benzer durumda. Bunları biraz daha bizim dışımızda kesimlerin buna bir dur demesi gerekiyor. Orta Doğu’da yeniden savaş üzerinden bir konsept kurulmak isteniyor.
NATO gücü olan Türkiye’nin Efrîn’de yarattığı şeyler var. Mülteci kartı, AKP iktidarını bugün ayakta tutan kartlardan biri. Milyonlarca mülteciyi her türlü açık sömürü haline getiriyor. AB’nin ve BM’nin mülteciler için göndermiş olduğu yardım ise cihatçı örgütlere maaş olarak gönderen bir AKP iktidarı var karşımızda. Efrîn’deki varlığı, bütün ekonomik altyapısı mültecilere ayrılan paranın kendisi. Valilik, kaymakamlık, Güney Kurdistan’daki işgalde de asıl hedeflenen o. Kürtlerin yokluğu üzerine kurulu her türlü iktidarın ve işbirliğinin sadece Kürt halkına değil, bu coğrafyada yaşayan halklara neler getirdiğini gördük. 2011 sonrası yaşanan uzun vadeli savaş sürecinde her birimiz deneyimledik. Kürt halkı o savaştan ve cendereden kendi özgücüne dayanarak, ortak yaşam iradesine sahip çıkarak çıkmayı başardı. Yeniden o dönemleri yaşatmaya çalışan bir konsept ile karşı karşıyayız. Bunun karşısında olmaya devam edeceğiz.
Yarın: Tecrit, ekonomik kriz, kayyım, Hizbullah...