Prof. Dr. Kariane Westrheim: Türkiye ile ilgili iddialar incelenmiyor
- 09:05 8 Haziran 2024
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - AB Türkiye Sivil Komisyonu Başkanı Kariane Westrheim Türkiye’nin kimyasal silah kullanımının doğrulanması için bağımsız soruşturmaların hayati önem taşıdığına dikkat çekerek, “Birleşmiş Milletler dâhil olmak üzere uluslararası toplum bu tür iddiaları ciddiye almalı ve tarafsız bir soruşturma için bastırmalıdır” dedi.
Türkiye’nin Federe Kurdistan Bölgesi’nin Avaşîn, Metîna, Zap, Xakurkê ve Garê gibi bölgelere dönük saldırıları 2022’den beri sürüyor. Saldırılar sırasında defalarca kimyasal silah ve yasaklı bomba kullandığına ilişkin haberler gündeme geldi. Buna ilişkin herhangi bir inceleme başlatılmazken, bölgeye gitmek isteyen ekipler ise engelleniyor.
AB Türkiye Sivil Komisyonu (EUDCC) Başkanı aynı zamanda Bergen Üniversitesi'nde akademisyen olan Prof. Dr. Kariane Westrheim hem kimyasal silah kullanımı hem de Türkiye’nin dört parça Kürdistan’da Kürtlere dönük saldırılarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
“Kimyasal silah kullanımının doğrulanması için bağımsız soruşturmalar hayati önem taşıyor. Birleşmiş Milletler dâhil olmak üzere uluslararası toplum bu tür iddiaları ciddiye almalı ve tarafsız bir soruşturma için bastırmalıdır.”
*Türkiye’nin Kürdistan'ın birçok bölgesine yönelik saldırılarda kimyasal silah kullanıldığına dair birçok görüntü daha önce kaydedilmişti ve bilimsel değerlendirmeler yapılmıştı, maalesef son günlerde bu görüntüler tekrar yansıdı. Bu görüntülere ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Kimyasal silahların kullanımı, Türkiye'nin de taraf olduğu Kimyasal Silahlar Sözleşmesi (CWC) uyarınca uluslararası hukuk çerçevesinde yasaklanmıştır. Kimyasal silah iddialarının doğrulanması halinde, bu durum uluslararası hukukun ve insan haklarının ağır bir ihlali anlamına gelir. Çatışma bölgelerinde kimyasal silah kullanıldığına dair önceki iddialar - örneğin Türkiye'ye yönelik kanıt toplama ve etkilenen bölgeye erişimdeki zorluklar nedeniyle genellikle doğrulanması zor olmuştu. Ne yazık ki hala yetkililerin, soruşturma ekibinin söz konusu bölgeye erişimine izin vermemesi alışılmadık bir durum değil. Bu iddiaların doğrulanması için bağımsız soruşturmalar hayati önem taşıyor. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), erişim izni verilmesi ve ilgili tarafların işbirliğinin sağlanması halinde bu iddiaların soruşturulmasında kilit bir role sahip. Kimyasal silahlardan etkilenen insanların fotoğraflarını ve video görüntülerini görmek gerçekten dehşet verici, ancak ne yazık ki kimyasalların kullanıldığını bilsek bile, bunlar her zaman kesin kanıt olarak görülmüyor. Aynı durum silah kalıntıları, konteynırlar ve diğer ekipmanlar gibi kimyasal silahların kullanıldığını gösteren bulgular için de geçerli. Bunlar kimyasal silahların kullanılmış olma ihtimali hakkında bir şeyler söyleyebilir ancak kesin kanıt olarak kabul edilemiyor. Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler dâhil uluslararası toplum bu tür iddiaları ciddiye almalı ve tarafsız bir soruşturma için bastırmalıdır.
“Hulusi Akar Kuzey Irak'ta PKK'ye karşı yürütülen bir askeri operasyon sırasında göz yaşartıcı gaz kullanıldığını Meclis’te açıkça kabul etmiş olsa da, AB ve OPCW'ye yapılan soruşturmadan pek bir şey çıkmadı. Türkiye OPCW'nin incelemeye ciddi bir şekilde müdahil olmuyormuş gibi davrandığını görerek değirmene su taşımaya devam ediyor.”
*OPCW ve Birleşmiş Milletler şu ana kadar bölgeyi araştırmak üzere ekip göndermeyi reddetti. OPCW, ajansımıza daha önce "İddiaları izliyoruz" açıklaması yapmıştı ancak aradan geçen sürede bunun dışında bir ilerleme kaydedilmedi. Bu eylemsizlik Türkiye'yi yeniden silah kullanmaya itmiş olabilir mi? Kurumun sessizliği mevcut durumu yaratmış olabilir mi?
Evet, tabi ki. Türkiye OPCW'nin incelemeye ciddi bir şekilde müdahil olmuyormuş gibi davrandığını görerek değirmene su taşımaya devam ediyor. O zaman Türkiye için kimyasal silah kullanmaya devam etmek serbest anlayışıyla hareket etme durumu çıkıyor - ve ediyorlar da. Öte yandan, OPCW tarafından net ve somut cevapların gelmemesi son derece kibirli ve sorumsuz bir tavır sergilediğini gösteriyor. 2022 yılında IPPNW’ den Dr. Josef Savary ve Dr. Jan van Aken, "Türkiye Kimyasal Silahlar Sözleşmesini ihlal ediyor mu? Kuzey Irak'ta Kimyasal Silahlar Sözleşmesi'nin olası ihlallerine ilişkin bağımsız bir araştırma" başlıklı bir rapor yayınladılar. İki araştırmacı, Türkiye'nin Kürt savaşçılara karşı, klor gazı kullanımı da dâhil olmak üzere, olası yasadışı kimyasal kullanımına ilişkin kanıt aradı. Üst düzey bir Türk askeri yetkilisi, savaş operasyonlarında kimyasal maddelerin fiilen kullanıldığını da itiraf etti. Danimarkalı Parlamenter Villumsen 2022 yılında raporun bulgularına dayanarak Avrupa Konseyi'ne sorular yöneltti. AB'ye başvuran bir ülkenin kimyasal silah kullanmasının sonuçlarının ne olacağı ve AK'nin OPCW'den bu tür kullanım iddialarını soruşturmak üzere resmi inisiyatif almasını talep edip etmeyeceği sorularına cevap vermesini istedi. Suçlamalar olası klor gazı kullanımıyla ilgili olsa da, üst düzey bir Türk askeri yetkilisi kimyasalların fiilen kullanıldığını kabul etmiş olsa da ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar Kuzey Irak'ta PKK'ye karşı yürütülen bir askeri operasyon sırasında göz yaşartıcı gaz kullanıldığını Meclis’te açıkça kabul etmiş olsa da, AB ve OPCW'ye yapılan soruşturmadan pek bir şey çıkmadı. Raporda, Kimyasal Silahlar Sözleşmesinin olası ihlallerine ilişkin bazı dolaylı kanıtlar bulunmuş, ancak kesin bir kanıt bulunamamıştı ve bölgede kimyasal silah kullanımına ilişkin iddiaların kesin olarak doğrulanması ya da ortadan kaldırılması amacıyla, örneğin OPCW ya da BM Genel Sekreteri tarafından bölgeye bağımsız bir uluslararası bilgi toplama misyonu gönderilmesi çağrısında bulunulmuştu. Bu durum, iki bilim adamının "dolaylı-yumuşak" kanıtlar bulmasına rağmen kimsenin bunu önemsemediğini, bunun yerine somut kanıt talebinin arkasına saklandığını açıkça göstermektedir.
“Deneyimler, bazı ülkelerin sıkı bir incelemeye tabi tutulurken diğerlerinin tutulmadığını göstermektedir. Bu durum adaletsizlik duygusu yaratmakta ve bu uluslararası kurumlara olan güveni sarsıyor.”
* OPCW Türkiye'nin kimyasal silah iddialarını veya stokunu soruşturmayı ısrarla reddediyor. Peki, farklı ülkelerin kimyasal stoklarıyla yakından ilgili olan kurumun bu çifte standardını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başka bağlamlardaki benzer iddialara rağmen OPCW'nin Türkiye'ye yönelik iddiaları soruşturmayı reddetmesi, çifte standart ve uluslararası silahların kontrolü ve yayılmasının önlenmesi mekanizmalarının siyasallaşması ile ilgili endişeleri arttırıyor. Bu durum mekanizmaların güvenilirliğini zedeliyor. Deneyimler, bazı ülkelerin sıkı bir incelemeye tabi tutulurken diğerlerinin tutulmadığını göstermektedir. Bu durum adaletsizlik duygusu yaratmakta ve bu uluslararası kurumlara olan güveni sarsıyor. Tarihsel ve jeopolitik faktörler genellikle bir rol oynar. Bu durumda - Türkiye stratejik açıdan önemli bir ülke olarak görülüyor ve bu nedenle diğerlerine kıyasla daha az incelemeye tabi tutulabilir gözüyle bakılıyor. Örneğin, Türkiye'nin bir NATO üyesi olarak konumu, uluslararası kurumların Türkiye aleyhindeki iddiaları takip etme istekliliğini etkileyebilir mi, etkiler. Kimyasal stoklar ve Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ne uyum konusu uluslararası ilişkilerle derinden iç içe geçmiştir. Önemli stoklara veya belki de sözleşmeye uyumsuzluk geçmişine sahip ülkeler daha yoğun bir inceleme altında olabilirler. Ancak bu durum, eleştirel incelemeden muaf gibi görünen Türkiye için geçerli görünmüyor. STK'lar ve sivil toplum, çifte standartların vurgulanmasında, bağımsız soruşturmaların yürütülmesinde ve uluslararası kurumlara adil davranmaları için baskı yapılmasında rol oynayabilir.
“Sivillerin ve küresel ahlaki normların korunması için insancıl hukuka bağlılık hayati önem taşır. Beyaz fosfor kullanımı sivil halk üzerinde yıkıcı etkilere yol açarak ağır yaralanmalara ve uzun vadeli sağlık sorunlarına neden olabilir.”
*Türkiye kimyasal silah stoku olmadığı konusunda ısrar ediyor ancak İngiltere'nin 2019 yılında Türkiye'ye 70 adet fosforlu mühimmat ruhsatı verdiği ortaya çıkmıştı…
Bu durum ciddi yasal, etik ve insani kaygılara yol açıyor. Bu durum, daha sıkı ihracat kontrolü ve uluslararası silah ticaretinde daha fazla şeffaflık ihtiyacının altını çizmekte. Sivillerin ve küresel ahlaki normların korunması için insancıl hukuka bağlılık hayati önem taşır. Beyaz fosfor kullanımı sivil halk üzerinde yıkıcı etkilere yol açarak ağır yaralanmalara ve uzun vadeli sağlık sorunlarına neden olabilir. Bu durum, sıkı düzenlemelere ve uluslararası insancıl hukuka bağlılığa duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Fosfor mühimmatı için ruhsat verilmesi söz konusu olduğunda, bu durum askeri ittifaklar, stratejik ortaklıklar ve ekonomik çıkarlar da dâhil olmak üzere Birleşik Krallık-Türkiye ilişkilerinin daha geniş bağlamı içerisinde değerlendirilmeli. Türkiye-İngiltere ortaklığının sonuçları, çatışma bölgesindeki kimyasallardan veya diğer silahlardan etkilenenlerin ötesine geçerek, Türkiye'nin PKK ile ilişkisi olduğu düşünülen herkese zulmetmek için İngiltere'ye baskı yapmasının bir sonucu olarak çeşitli Kürt örgütlerinin, politikacıların veya bireylerin izlendiği İngiltere'yi de etkilemektedir. Türkiye'nin anlayışına göre bu durum tüm Kürtler için geçerlidir. Bu da tüm toplulukların gözetim altına alındığı anlamına geliyor. Erdoğan'ın uzun kolu İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerine bu şekilde uzanmaktadır; Almanya bunun iyi bir örneğidir ve İsveç'in NATO başvurusu vakası belki de devletlerin, “baş düşmanları” olan Kürtlerden ve özellikle de PKK'den kurtulmak için Türkiye'nin dış dünya üzerindeki siyasi baskısına boyun eğmelerinin son üzücü örneğidir.
“OPCW kimyasal silah kullanımını soruşturan bir numaralı kurum olmakla birlikte, diğer uluslararası kurumlar da bu tür iddiaları potansiyel olarak ele alabilirler.”
* OPCW sadece üye ülkelerin başvurusu üzerine soruşturma yürüteceğini söylüyor. Irak ve Türkiye'nin OPCW'ye başvurması olası değildir. KDP'nin kendisi Avrupa heyetinin soruşturma yapmasına izin vermezken, bu sözleşme hükmü bağımsız bir insan hakları mücadelesinin yürütülmesini engelleyen bir kural değil midir?
Bu durum, CWC ve OPCW'nin faaliyetleri çerçevesinde ciddi sınırlamalara işaret etmektedir. Üye devletlerin soruşturma talep etme zorunluluğu, özellikle siyasi açıdan hassas bağlamlarda bağımsız doğrulama ve hesap verebilirliği engelleyebilir. OPCW'nin yetkisi bir üye devletin soruşturma talebinde bulunmasını gerektirmektedir ve eğer Türkiye ve Irak böyle bir talepte bulunmayı reddederlerse, ki elbette reddediyorlar, bu OPCW'nin bağımsız hareket etme kabiliyetini sınırlar. Bu durum, devlet çıkarlarının tarafsız soruşturmalarla çatışabileceği bölgelerde soruşturmaların yürütülmesi önünde önemli bir engel teşkil edebilir. KDP gibi yerel makamların, Avrupa delegasyonlarının ya da diğer bağımsız kuruluşların soruşturma yapmasına izin vermemesi durumu daha da karmaşık hale getirmektedir. Ancak bu kısıtlamalar, şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması için uluslararası baskıya duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. OPCW kimyasal silah kullanımını soruşturan bir numaralı kurum olmakla birlikte, diğer uluslararası kurumlar da bu tür iddiaları potansiyel olarak ele alabilirler. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nden bahsediyoruz, bu organ örneğin gerçekleri tespit misyonları kurabilir, Uluslararası Ceza Mahkemesi, yargı yetkisi ve siyasi zorluklar olmasına rağmen, kimyasal silah kullanımı da dâhil olmak üzere savaş suçlarını soruşturabilir ve kovuşturabilir. Bu organlar, STK'lar ve diğerleri tarafından sağlanan bağımsız raporlar ve kanıtlara dayanarak hareket edebilir. Sanırım bunun nadiren gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye örneğinde, OPCW'nin ya da bahsi geçen diğer iki kurumun iddiaları soruşturmak için herhangi bir şey yapması pek olası değildir. Türkiye'nin Kürt bölgelerinde ve şimdi de Güney Kürdistan'da kimyasal silah kullandığı iddiaları son derece ciddidir ve acil, kapsamlı ve bağımsız bir soruşturma gerektiriyor. Uluslararası toplumun tepkisi kararlı olmalı ve hesap verebilirliği sağlamaya, insani yardım sağlamaya ve çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunmasını desteklemeye odaklanmalıdır. Savaşı sona erdirebilecek tek araç barış müzakereleridir ve bunun için de Kürt lider Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan serbest bırakılması ve barış müzakerecisi rolünü oynamaya hazır olması gerekmektedir.
“Yıllar boyunca Kürdistan'da binlerce köy boşaltıldı ve sakinleri yerlerinden edildi. Tüm bunlar, neler olup bittiğinin farkında olan ancak yine de gözlerini kapatıp Türkiye'nin istediği gibi davranmasına izin vermeyi tercih eden uluslararası toplumun burnunun dibinde gerçekleşmiştir.”
*Türkiye’nin saldırdığı noktalarda küçük yerleşim yerleri ve köyler var ve siviller çatışmalardan etkileniyor, köylerini terk etmek zorunda kalıyorlar. Türkiye Güney Kürdistan'da sürekli bir savaş içinde, buna ilişkin ne söylersiniz?
Kimyasal silah kullanımı siviller üzerinde yıkıcı etkilere yol açarak ağır yaralanmalara, uzun vadeli sağlık sorunlarına ve ölümlere neden olmaktadır. Etkilenen nüfusun acil insani ihtiyaçlarının karşılanması öncelikli olmalıdır. Kürt savunma güçleri, diğer siviller ya da kuruluşlar etkilenen kişi ya da köylerin kaydını tutmaya çalışsa bile, yine de bildirilmeyen vakalar olacaktır. Birçok yaralanma ve ölüm vakası rapor edilmeyebilir ya da doğrudan kimyasal silahların sonuçlarıyla veya Türk güçleri ile savaşçılar arasındaki çatışmaların sonuçlarıyla ilişkilendirilemeyebilir. Çatışmaların yaşandığı bölgelerde yaralanmalar, ölümler ve yerinden edilmelerle ilgili doğru istatistiklerin tutulması önemli. İleride, "hesaplar" umarım kapatıldığında, belki de bu tür belgeler belirleyici bir öneme sahip olacak. Uluslararası insani yardım kuruluşlarının mağdurlara veya sivillere tıbbi yardım, destek ve yardım sağlamak için seferber olması beklenirdi. Ancak durumun böyle olmadığını, 1980'lerin başından bu yana devam eden savaşa, yetişkin ve çocukların çektiği acılara rağmen uluslararası yardım kuruluşlarının Kürt nüfusuna yardım etmek için çok az şey yaptığını biliyoruz. Yıllar boyunca Kürdistan'da binlerce köy boşaltıldı ve sakinleri yerlerinden edildi. Tüm bunlar, neler olup bittiğinin farkında olan ancak yine de gözlerini kapatıp Türkiye'nin istediği gibi davranmasına izin vermeyi tercih eden uluslararası toplumun burnunun dibinde gerçekleşmiştir. Şu anda Güney Kürdistan'da yaşananlar arasında hiçbir fark yoktur, Türkiye'nin NATO, ABD ve AB'den yeşil ışık aldığı açık bir yolu var.
“Erdoğan rejimiyle diyalogda herhangi bir yanıt ya da ilerleme yok. Kürtler uluslararası sahnede daha net olmalı, başkalarının onlar adına konuşmasını asla beklememeli, neredeyse ne olursa olsun siyasi bir sessizlikle kuşatılmış durumdalar.”
*Son olarak, Türkiye'nin Kürt sorununu çözme konusunda en ufak bir ilerleme kaydettiğini düşünüyor musunuz?
Hayır, sanmıyorum. Kürt sorununu Türkiye içinde ve Kürtlerin yaşadığı diğer devletlerde çözmesi gerekenlerin öncelikle Kürtlerin kendileri olduğuna inanıyorum. Türk yetkililerle diyalog kurma konusunda taşlar çoktan yerinden oynadı ve daha önceki bazı barış görüşmeleri girişimleri dışında Erdoğan rejimiyle diyalogda herhangi bir yanıt ya da ilerleme yok. Kürtler uluslararası sahnede daha net olmalı, başkalarının onlar adına konuşmasını asla beklememeli, neredeyse ne olursa olsun siyasi bir sessizlikle kuşatılmış durumdalar. Kürtler, uluslararası dili "konuşan" ve benzer düşünen siyasi muhataplar olarak duyulup ciddiye alınan sözcülere sahip olmalıdır. Kürtler ve Kürt hareketi son derece güçlüdür, çeşitli alanlarda yetkin sözcülere sahiptir ve en önemlisi de barışçıl bir çözüme ulaşmak amacıyla Kürdistan'daki durumu değiştirmek için gerekli olduğunu düşündükleri demokratik bir yaklaşıma sahipler. Türkiye'nin NATO ve diğer önde gelen uluslararası kuruluşlar aracılığıyla sahip olduğu büyük desteği aşmak kolay değildir. Bununla birlikte, mevcut siyasi ve askeri zorlukların tek çözümü Kürtlerin meseleleri kendi ellerine almaları, kendi diplomatlarını yetiştirmeleri ve eninde sonunda uluslararası toplum tarafından fark edilip ciddiye alınmalarıdır.