1 Eylül’e doğru nasıl bir barış?

  • 09:01 28 Ağustos 2024
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ - 1 Eylül Dünya Barış Günü, savaş ve çatışmalarla karşılanırken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 1990’lı yıllardan başlayıp İmralı sürecinde derinleştirdiği barış ve çözüm önerileri bir yol haritası niteliğinde. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 2003’teki deklarasyonla kalıcı barış ve demokratik çözümün yol haritasını açıklayarak, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün barış, uzlaşma ve çözümün miladı olması çağrısı yapmıştı.  
 
Dünyanın bir çok yerinde savaş, çatışma ve katliamlar sürüyor. Sadece son bir iki yıl içerisinde bile on binlerce insan yaşanan savaşlardan dolayı katledildi. Kurdistan, Filistin, başta olmak üzere Orta Doğu, Kuzey Afrika ülkeleri yine Rusya ve Ukrayna’da savaş giderek derinleşiyor. Kapitalist modernite güçleri kendi çıkarları için savaşların durmasını değil daha da derinleşmesini körüklüyor. 
 
Savaşın, çatışmanın on binlerce insanın katledildiği bir ortamda 1 Eylül Dünya Barış Günü karşılanıyor. Savaşın en derin ve hiçbir kural tanımayan şekli de Kurdistan coğrafyasında AKP-MHP iktidarı tarafından Kürt halkına karşı yürütülüyor. AKP-MHP iktidarının yaptığı saldırıların kaynağında  Kürt sorununun çözmek istememesi var. Ancak Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar eden AKP-MHP iktidarına karşı 26 yıldan bu yana yani çeyrek asrı aşkın bir süredir İmralı’da ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan çözüm önerileri sunuyor. 
 
Savaş, çatışma, kadın ve çocukların, halkların katledildiği bir ortamda 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne doğru gidilirken, barış söylemleri çokça dile getiriliyor. Barış çağrısı ve söylemlerinin dile getirildiği bir ortamda Abdullah Öcalan’ın bugüne kadar Kürt sorununun demokratik çözümü ve onurlu bir barış için yaptığı çağrılar, değerlendirmeler ve deklarasyonlar gündemdeki yerini ve geçerliliğini koruyor. 
 
‘Cumhuriyeti demokrat niteliğe kavuşturmak’
 
Abdullah Öcalan’ın 1993, 1996 yıllarında Kürt sorunun çözümü için yaptığı ateşkes çağrısı ve ilanı sonrasında en önemli adımı 1 Eylül 1998 tarihinde, Dünya Barış Günü’nde televizyondan yaptığı konuşma ve ilan ettiği ateşkes oldu. MED TV’ye katıldığı bir programda konuşan Abdullah Öcalan, burada demokrasiye dikkat çekerek, cumhuriyetin demokratikleştirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Abdullah Öcalan yaptığı konuşmada şunları dile getirdi: “Cumhuriyeti demokrat bir niteliğe kavuşturmak, yani devleti demokratikleştirmek Türkiye’nin en temel sorunudur. Bütün sağ ve sol çevreler, her gün ‘demokrasi’ diye söyleniyor. Bütün partiler, sivil kuruluşlar demokrasiyi adeta vazgeçilmezcesine tekrarlayıp duruyorlar. Eğer iş sözcük düzeyinde bırakılmak istenmiyorsa, bu konuda cumhuriyetin yetersizlikleri doğru görülmelidir, gerçekçi değerlendirilmelidir… 75 yıldır cumhuriyet kendi halkına demokrasiyi tattırmamıştır. Demokrasiye fazla imkan vermemiştir. Çok üst bir oligarşik çevre dışında hiç kimse demokrasiden bir şey anlamamıştır. Demokrasi sözü çok söylenmiş ama gereği yerine getirilmemiştir. Toplumun payına düşen ise, bir tür demokrasi demagojisi olmuştur.” 
 
‘Demokrasiyi demagoji sorunu olmaktan çıkarmak’
 
Abdullah Öcalan, devamla demokrasiyi bir demagoji sorunu olmaktan çıkarıp, gerçeğine, yani halka dayandırmanın Türkiye’nin en temel meselesi olduğunun altını çizdi. 
 
‘Aydınlığın demokrasinin bir kuvvetiyiz’
 
“Demokratik çözüm ve barış taleplerine yanıt verebilmek” için ateşkes de ilan eden Abdullah Öcalan, “Biz yeter diyoruz, bu savaşın bu kadar sürmesine yeter diyoruz. Siyasetin halklarımıza çok daha fazla kazandıracağı, buna şiddetle ihtiyaç duyulduğunu ve neredeyse en temel kördüğümün bu olduğunu bilerek artık bu kilidin açılması gerektiğine inanıyoruz. Ve kilidi de böylece açmak istiyoruz, bu böyle anlaşılmalıdır… Her zaman söylediğim gibi biz Türkiye için demokrasinin, aydınlığın en güçlü bir kuvvetiyiz. Başka hiçbir şeyi kabul etmiyoruz. Biz aynı zamanda Kürt halkı için de aydınlığın ve demokrasinin bir kuvvetiyiz. Şiddete dayalı yöntemler fazla itibar görmemelidir. Nitekim şiddet doruğa kadar uygulandı, sonuç alınamadı. Bu yöntemlere fazla itibar etmemek gerekir” dedi.
 
‘Zayıf olduğumuz için barış çağrısı yapmıyoruz’
 
1 Eylül’deki çağrıya olumlu karşılık verilmemesinden kaynaklı Abdullah Öcalan 12 Eylül 98’de yeni bir açıklama yaparak, “1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla uzattığımız barış elinin Türk egemenlerinin doğru anlamasını ve çok iddia ettikleri kardeşçe bir karşılık vermelerini istedik. Çok güçlü olduğumuz için savaşmıyoruz ya da çok zayıf olduğumuz için barış çağrısı yapmıyoruz. Özellikle bu çok doğru anlaşılmalıdır. Tarihin başlangıcından beri, kesinlikle hiçbir kimsenin aşında, emeğinde, özgürlüğünde gözü olmayan, kendi topraklarında insanlığın beşiği olmaya çalışmış, insanlığı başlatmış, en derin insani duyguları tanıyan bir halk olarak savaşı değil, barışı bilen, insanlığı barıştan ibaret sayan bir halk olduğumuz için barışı tercih ediyoruz. Ve barışın daha insani, daha uygar, herkesin, tüm insanların yararına olacağına inanıyoruz. Sürekli barış dememiz halkımızın bu tarihi ve insani kimliğinden ötürüdür. Başka hiçbir şekilde yanlış anlaşılmamalıdır. Bunu kendi mücadelemizde de açıkça gösterdik ki, bir tek kişi bile doğru savaşıp, halkımıza karşı dayatılan kirli savaşı rahatlıkla yenebilir. Ama halen bizim barış elimiz havadadır. Bu, büyük insanlığımızdan ötürüdür” ifadelerini kullandı. 
 
Uzlaşma ve Çözüm Deklarasyonu
 
Abdullah Öcalan, 1998 yılındaki bu çabalarının ardından 15 Şubat 1999 tarihinde Uluslararası Komplo ile Türkiye getirildikten sonra da içerisinde tutulduğu ağır tecrit koşullarına rağmen çözüm ve barış çağrısı yapmayı sürdürdü. Abdullah Öcalan, 1999 Ağustos ayında çatışmaların durması için yapılan PKK’nin Türkiye ve Kuzey Kurdistan sınırları dışına çekilme çağrısının yanında 2003 yılında barış çağrısısın en kapsamlısını yaptı.  1 Dünya Barış Günü’ne doğru giderken, Abdullah Öcalan, 13 Ağustos 2003 tarihinde 10 maddeden oluşan Uzlaşma ve Çözüm Deklarasyonu’nu kamuoyu ile paylaştı. 
 
10 maddelik deklarasyonda şunlara yer verildi:
 
*Uzlaşma ve çözümün ilk adımı olarak demokratik bir çerçeve sunuyorum. Bu temelde Avrupa Birliği’ne uyum sürecini de önemli buluyorum. Dile getirdiğim demokratik çerçevenin ve diğer önerilerin Avrupa Birliği sürecine de uygun olduğunu düşünüyorum. Bu temelde;
 
a- Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, serbest siyaset yapmanın tüm koşulları yaratılmalıdır.
 
b- Siyasal partiler ve seçim yasası demokratik ölçülere göre yeniden düzenlenmelidir. Özgür ve bağımsız bir seçimin tüm koşulları yaratılmalıdır.
 
c- Demokratik bir yerel yönetim yasası çıkarılarak, yerel yönetimlerin yetkilere arttırılarak demokrasi geliştirilmelidir.
 
* Kürt olgusu demokratikleşmenin temel bir olgusu olarak kabul edilmelidir. Kürt öğesinin demokrasi kapsamına alınması, Kürtlerin demokratikleşmede bir öğe olarak kabul edilmesi anlamına gelir.
 
* Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırılık teşkil etmenin dışında, Kürtlerin kültürel hakları tanınmalı, kendi kültürlerini özgürce ifade edebilmeliler. Buna TV, radyo, kitap, eğitim hakkı da dahildir. Bu konuda sınırlamaya gidilmemeli, halk ne kadar istiyorsa o kadar kültürel hakları, TV, radyo, basın-yayın, eğitim hakkı verilmelidir.
 
* Kürtlerin demokratik ve siyasal hakları yasal ve anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
 
* Köye dönüşlerin güvenli bir şekilde sağlanması için gerekli girişimler yapılmalı, gerekli idari, hukuki, ekonomik ve sosyal tedbirler alınmalıdır.
 
* Koruculuk, ekonomik ve sosyal tedbirler alınarak kaldırılmalıdır. Devlet içinde yuvalanmış ve hiçbir kanuni dayanağı bulunmayan gayri meşru güçler, çeteler lağvedilmelidir. Meşru güçler dışında güvenlik gücü kalmamalıdır.
 
* Ekonomik çerçeveyi oluşturma açısından köye dönüşlerin sağlanmasıyla birlikte GAP projesi çerçevesinde etkin bir planlama ve destekleme ile bölge ekonomisi için yeni projeler geliştirilmelidir.
 
* Toplumsal Barış ve Demokratik Katılım Yasası çıkarılarak dağdakilerin, sürgündekilerin ve cezaevindekilerin yasal ve demokratik sürece katılmaları sağlanmalıdır.
 
* Uzlaşma ve diyalog gelişmediği takdirde meşru savunma hakkının kullanılacağı çözümün bir parçası olarak ele alınacaktır.
 
* Şu ana kadar yürütülen yanlış politikalardan dolayı devlet Kürtlerden özür dilemelidir.”
 
Devletin sorumluluk almasını istedi
 
Abdullah Öcalan, deklarasyonla birlikte yaptığı değerlendirmede hükümetin diyalog ve çözüme gelmesi durumunda 2005 yılına kadar karşılıklı bir barışın gelişeceğini belirtti. Devletin sorumluluk almasını isteyen Abdullah Öcalan, “Başbakan çıkıp tarihi sorumluluğu alarak açıklama yapmalı, çözümden yana olduğunu açıklamalıdır. 1 Eylül bunun başlangıcı olmalıdır” dedi.
 
2013-2015 çabaları
 
İktidarın yapılan çağrı ve deklarasyona cevap vermemesine rağmen arayışlarını sürdüren Abdullah Öcalan, 2013-2015 yılları arasında devlet heyeti ile yapılan görüşmeler sürecinde de çağrılarını tekrarlayarak adım attı. Ancak Abdullah Öcalan’ın çözüm çabalarına ilişkin iktidarın yaklaşımı karşılık vermeme temelinde, özel savaşı derinleştirme hazırlıkları yapma şeklinde oldu. Abdullah Öcalan, bu süreçte yine Dünya Barış Günü öncesi 15 Ağustos 2014 yılında adaya giden İmralı Heyeti ile yaptığı görüşmede dikkat çekici değerlendirmeler yaptı. Abdullah Öcalan İmralı Heyeti’ne şunları söyledi: “Hükümet seçimler dahil özel savaş yöntemlerini terk etmedikçe barış ve çözüm sürecinden bahsedemez. Türkiye toplumunun tarihsel derinliği büyük olan bir savaş sorunu vardır. Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan örtülü iç savaş yöntemleriyle bu sorun halledilemez. Barış sorunu derinlikli (radikal) demokratik bir ittifakla çözümü dışındaki yöntemler ancak günü kurtarmaya yarar. Sonuçta kaosu ve çürümeyi derinleştirmekten öteye sonuç vermez. Baş sorun düzeyine yükselen Kürt sorununda iki temel yöntem vardır. Demokratik yöntem kabul görmezse ayrılma ve şiddet yöntemi kaçınılmaz olur. Kürt sorunu tam bir Orta Doğu sorununa dönüştü. Tarihsel Kürt-Türk ortaklığı mevcut bölge sorunlarının çözümü açısından öncelik taşır. Devlet milliyetçi yaklaşımlar bu şansı boşa çıkarır. Süreçte kişi olarak rol almam tam, eşit, özgür bir pozisyona geçişle mümkündür. Taraflar özgürdürler, bildiklerini özgür iradeleri ile uygularlar. Bunun dışındaki yaklaşımlar taraflar açısından anlamsız ve kördür.”
 
‘Bir haftada çözerim’
 
İktidarın, Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesine ilişkin gösterdiği çabalara karşılık vermemesi, görüşmeleri sona erdirmesine rağmen Abdullah Öcalan bulduğu her fırsatta çabasını ve çağrısı yineledi. Tecridin ağırlaştırılmasının ardından 2018 yılı sonunda cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerinin ardından 2019 yılında Abdullah Öcalan ile yapılan birkaç görüşmede de çağrılar ve çözüm çabaları öne çıkmıştır. Bu dönemde Abdullah Öcalan, İmralı Adası’na giden avukatlarına “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” mesajını vererek çözüm ve barış yaklaşımını ortaya koymuştur. 
 
Fiziki özgürlük ve çözüm arayışı
 
Abdullah Öcalan’ın 1990’lı yılların başında başlattığı çözüm barış arayışı İmralı sürecinde daha da derinleşti. Ancak buna karşı AKP-MHP iktidarı son 7-8 yılda savaşı ve tecridi giderek derinleştiriyor. İmralı’dan hiçbir haber alınmamasına rağmen verilen “disiplin cezaları” ile özel bir işkence sistemi uygulanıyor. Yine Dünya Barış Günü’ne doğru giderken dışarıda da “Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” arayışı ve mücadelesi de sürüyor.