Meral Danış Beştaş: Tecrit, savaş kararıyla aynı anda alınmıştır

  • 09:05 5 Ekim 2024
  • Siyaset
 
Melek Avcı 
 
ANKARA - DEM Parti Erzirom Milletvekili Meral Danış Beştaş,  partisinin kadın meclisi tarafından deklare edilen barış konulu metnine ilişkin şöyle dedi: “Kadınlar olarak duruma el koyduk çünkü en güçlü savaş karşıtı faaliyetlerin, mücadelenin kadınlar eliyle yürütüleceğine hiçbir kuşkumuz yok. Şu an Türkiye’de İmralı Ada Hapishanesi’nde devam ettirilen tecrit, savaş kararıyla aynı anda alınmıştır."
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi, 30 Eylül günü, “Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Savaşlara Karşıyız” şiarıyla kadınların savaşa karşı duruşunu bir kez daha ortaya koyarak, barışa dair bir metin deklare etti. Türkiye’de, Kurdistan’da ve Orta Doğu’da yürütülen özel savaş, baskı, şiddet ve tecrit de dahil olmak üzere birçok savaş biçimine yer verilen deklarasyonda kadınlar, tüm kesimlere barış çağrısı yaptı. 
 
DEM Parti Erzirom Milletvekili Meral Danış Beştaş, deklarasyondaki başlıklara ve bundan sonraki faaliyetlerine ilişkin sorularımızı yanıtladı. 
 
“Bu deklarasyonumuzla ‘savaş kaçınılmaz değil’ demiyoruz, barış kaçınılmaz olan. Bugün iliklerimize kadar savaşı hissediyorsak bile tam da barış ihtiyacını bu dönemde güçlü bir şekilde ifade etmek gerekiyor.”
 
*30 Eylül günü DEM Parti Kadın Meclisi olarak bir barış deklarasyonu açıkladınız. Bu deklarasyonun karşıt olduğu mevcut dünya gerçekliği nedir?
 
Kadın Meclisimizin “Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız” kampanyası birçok başlıkta devam ediyor. Bu Kadın Meclisimizin aldığı bir karar. Kampanyada, ‘savaşlara karşıyız’ barış talebiyle ilgili bir grup olarak çalışacağız. Deklarasyonumuz yayınlandı. Neden savaşlara karşı olduğumuzu, barışın neden mümkün olduğunu ve talep edilmesi gerektiğini temel hatlarıyla ifade etmeye çalıştık. Şu an Orta Doğu’da çok büyük bir savaş devam ediyor; en son Nasrallah’ın vurulması, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları, Yemen’e yönelik saldırılar var. Filistin’de Gazze neredeyse yarı yarıya boşaltılmış vaziyette, çok büyük bir savaş gerçekliği var. Aynı zamanda Kurdistan coğrafyasında savaş ve ölümler hiç bitmedi. Savaşın yaşattığı yıkım, bıraktığı acı, insan kayıpları, doğa talanı, kadınlara yönelik militarist yaklaşımlar sonucu var olan gerçeklik maalesef ortada duruyor. Tam da bu nedenle biz bu çalışmayı yapıyoruz. Bu deklarasyonumuzla ‘savaş kaçınılmaz değil’ demiyoruz, barış kaçınılmaz olan. Bugün iliklerimize kadar savaşı hissediyorsak bile tam da barış ihtiyacını bu dönemde güçlü bir şekilde ifade etmek gerekiyor. Çünkü savaşın hiç kimseye, hiçbir yurttaşa, topluma, ülkeye getireceği, götüreceğinden fazla değildir. Savaş, insanların ölümüyle sadece bitmiyor; bir insan kırımı var, zaten yüz binlerce insan katlediliyor. Hitler Nazi Almanyası’nın yarattığı sonuçlar hâlâ gündemdeyken, bugün İsrail-Filistin ve Kurdistan’da yaşanan yıkım… Bunu çok daha güçlü ifade etmemizi gerektiriyor.
 
“Biz sadece Kürt kadınları ya da DEM Parti değil, Türkiye’de bütün kadınlara ulaşmayı hedefliyoruz. Çünkü savaş istemek ne akıl, ne vicdan, ne etik ne de siyaset işi olmamalıdır.”
 
*Deklarasyon tam da Orta Doğu’da savaşın derinleştirildiği, İsrail’in savaşı tüm bölgelere yaydığı ve Türkiye’nin de Kürtlere dönük Rojava’da saldırılarını sürdürdüğü bir dönemde geldi. Üçüncü dünya savaşı gerçekliği uzun zamandır sürüyor ve buna karşı bu deklarasyon kadınların öncülüğünde yayınlandı. Bunun anlamı nedir, kadınlar duruma el attı diyebilir miyiz?
 
Evet, kadınlar olarak duruma el attık. Aslında duruma el koyduk aynı zamanda, çünkü en güçlü savaş karşıtı faaliyetlerin, mücadelenin kadınlar eliyle yürütüleceğine hiçbir kuşkumuz yok. Zira savaşlar en çok kadınları vuruyor. Kadınlar, savaşlarda bir ganimet olarak görülüyor ve maalesef savaş gerçekliğinde tecavüz, istismar, hatta tecavüz sonucu çocuk doğurmak zorunda kalan kadınlar… Özel savaş yöntemlerinin genç kadınlara ve bir bütün olarak tüm kadınlara yönelmesi bizim en büyük mücadele gerekçelerimizden bir tanesi. Savaş, şüphesiz tüm toplumu etkiliyor. Çocukları, gençleri, erkekleri etkilemiyor demiyoruz, ama buna karşı en güçlü sesi biz çıkarabiliriz diyoruz. Çünkü savaşta eşlerimizi, çocuklarımızı, babalarımızı, evlatlarımızı kaybediyoruz. Bugün savaş realitesinde Cumartesi Anneleri’ne bakmak aslında birçok şeyi ifade ediyor. Türkiye’de 90’lı yıllarda yaşanan çatışma ortamından dolayı kaybedilen, işkencede öldürülen, faili meçhul cinayetlerde, hatta faili belli cinayetlerde yaşamını yitiren on binlerce insanın akıbeti bilinmiyor. Cumartesi Anneleri diye yola çıkıldı, bugün Cumartesi İnsanları olarak devam ediyor, ama ağırlıklı olarak kadınlar bu mücadelenin öncülüğünü yapıyor.
 
Biz, sadece Kürt kadınları ya da DEM Parti değil, Türkiye’de bütün kadınlara ulaşmayı hedefliyoruz. Çünkü savaş istemek ne akıl, ne vicdan, ne etik, ne de siyaset işi olmamalıdır. Biz DEM Parti olarak Türkiye’de de, bütün Kürdistan coğrafyasında da, Orta Doğu’da ve dünyada da halkların eşit ve özgür yaşamını savunan bir partiyiz. Bu, sadece bizim yaşadığımız ülke sınırları için değil, dış politikamız da bunun üzerine inşa edilmiş durumda ve biz 3’üncü Yol seçeneği derken tam da bunu söylüyoruz. Kadınlar olarak bu konuya el atmak ve sorumluluk almak zorundayız. Çok büyük bedeller ödendi, bizler de ödedik ve bu bedellere karşı yapabileceğimiz ne varsa yapmalıyız. Bunu yarına öteleyecek bir durum söz konusu değil.
 
“Her şeyi kriminalize eden, her sözü suç olarak niteleyen, Kürt düşmanlığını giderek yükselten bir siyasi aklın Türkiye yurttaşlarına, toplumuna hiçbir faydası olamaz.”
 
*Deklarasyonda tecrit de ele alınıyor. Biliyorsunuz PKK lideri Abdullah Öcalan da üçüncü dünya savaşı gerçekliğini sıkça işledi. Kendisine ve Kürt halkına yönelik komplo ile aslında başladığı ve derinleşen tecrit ile Orta Doğu’nun mevcut duruma geldiği tespiti var. Tam da komplonun yıldönümü de yaklaşırken savaşın tecrit bağlantısını nasıl ele alıyorsunuz?
 
Savaşla doğrudan bir bağlantısı var, dolaylı değil. Şu anda Türkiye’de İmralı Ada Hapishanesi’nde devam ettirilen tecrit, savaş kararıyla aynı anda alınmış durumda, aynı temele dayanıyor, çünkü İmralı demek barış demek. Barışın sesinin yükseldiği bir mekan demek. Sayın Öcalan’ın sürekli barış çağrıları yaptığı, bu konuda barışı inşa etmek için, çözümü yaşama geçirmek için Türkiye halklarının, Kürtlerin ve diğer farklılıkların bir arada barış içinde yaşamaları için Sayın Öcalan’ın sayısız görüşü, yazısı, açıklamaları, kitapları, savunması yani bir bütün olarak bir külliyat var önümüzde. Sadece çözüm sürecinde yapılan görüşmelerde ifade ettiği düşüncelerle sınırlı da tutmamak lazım. Bugün Nobel ödüllü yazarların sahip çıktığı, uluslararası arenada birçok filozofun, filozof olarak nitelendirdiği, Orta Doğu barışı için, savaşlara karşı nasıl bir çözüm modeli gerektiğini düşünen, aslında hayatını bu işe adayan bir şahsiyetten, bir liderden söz ediyoruz. Şimdi bütün bunlar ortada dururken tecrit ve savaş karşıtlığını birlikte değerlendirmekten kaçınmamak lazım. Bugün Türkiye’de çok vahim bir siyasi dönem yaşıyoruz. Ekonomik ve diğer konuları bir tarafa koyuyorum; bu vahamet neredeyse bütün toplumsal sorunlara sirayet etmiş durumda. Türkiye’nin bu konuda çözüme ilerleyebilmesi, umudu yakalaması, barışı yakalaması ve toplumun daha huzurlu olması için mutlak suretle bu savaş politikası ve tecrit politikasından vazgeçmesi gerekiyor. Her şeyi kriminalize eden, her sözü suç olarak niteleyen, Kürt düşmanlığını giderek yükselten bir siyasi aklın Türkiye yurttaşlarına, toplumuna hiçbir faydası olamaz.
 
DEM Parti olarak bu konuda sorumluluğumuz çok büyük. Erdoğan’dan Bahçeli’ye, aynı ekipte yer alan ortaklara kadar toplumu kutuplaştırmak için düşmanlık siyaseti yürütüyorlar, tecrit de bunlardan bir tanesi. Savaş siyaseti yürütüyorlar ve toplum maalesef bizi tam olarak dinleyemiyor, tanıyamıyor. Sözlerimizin Rize’ye, Giresun’a, Konya’ya, Çorum’a ulaşması engelleniyor. Çünkü tek taraflı suçlama, bölücü gösterme hali var. Toplum çok kötü bir noktaya getirildi. Bugün herkes ekonomik yoksulluk ve yoksunluk altında eziliyor, kadın kırımı almış başını gidiyor, gençlik uyuşturucu batağına bilinçli bir şekilde yönlendiriliyor. İşte Hakkari’deki örnek buna çok uygun bir delil. Düşünün, çeteyi ifade eden, uyuşturucu batağını ifade eden bir haber çetecileri değil, bu haberi yapan gazeteciyi hedefliyor.
 
“Bunu yeterince anlatabildiğimiz kanaatinde değilim, bu bir özeleştiri aynı zamanda. Kişisel olarak söylüyorum: bunu daha çok anlatmalıyız ve tecridin her insanın hayatına değdiğini, zarar verdiğini yaygınlaştırmamız lazım.”
 
*Peki, buna karşı sizler sözünüzü nasıl söylemeyi düşünüyorsunuz?
 
Savaş karşıtlığına, mutlak suretle tecride karşı da sözümüzü her zeminde söylüyoruz. Bu bağlantıyı bütün toplumun anlaması ve bu tecridin son bulması için herkese çok önemli görevler düştüğü kanaatindeyim. Sayın Öcalan, şu anda yaşadığımız Orta Doğu ve dünya konjonktürünü; Federal Kürdistan Bölgesi’nden, İran’daki Rojhilat’a, Rojava’daki mevcut pozisyona saldırı zemini sürekli yaratılmak isteniyor. Sayın Öcalan’ın Türkiye’de Kürtlere dönük düşman politikasına yönelik de, hepsine yönelik de sözü, düşüncesi var. Çözüm önerileri var ve bu, halklar lehine bir çözüm. Savaşa değil, savaşı bitirmek isteyen, barışın aklını, barışı egemen kılmak isteyen, eşit ve demokratik bir yaşamı, toplumu ifade ediyor. DBP tarafından “tecride hayır” kampanyası yürütülüyor. Bu kampanya kapsamında sadece görüşme sağlansın demek tek başına yeterli değil, tabii ki görüşme sağlansın. Dünyada bunun eşi benzeri yok. Düşünün, İmralı’da yaşam olup olmadığını bilmiyoruz, tek bir satır telgraf alamıyoruz. Böyle bir tablo var. Buna karşı olmak bir sorumluluk alanıdır.
 
Ama diğer taraftan toplum tahayyülü, demokratik toplum, ortak vatanda demokratik ulus kavramları gibi meseleleri duyma ihtiyacı var. Bunun çalışılmasına, ilerletilmesine ihtiyaç var. Tam da bu sebeple karşı taraf tecridi uyguluyor, çünkü onlar hem içeride hem dışarıda savaşa sarılmış durumda. Savaşa sarılmalarının Türkiye yurttaşlarına bir faydası olmadığını anlatmamız lazım. Bunu yeterince anlatabildiğimiz kanaatinde değilim. Bu bir özeleştiri aynı zamanda. Kişisel olarak söylüyorum: bunu daha çok anlatmalıyız ve tecridin her insanın hayatına değdiğini, zarar verdiğini yaygınlaştırmamız lazım.
 
“Uluslararası anlamda da dünya realitesinde de en güçlü barış hareketleri böyle dönemlerde çıkar, filizlenir.”
 
*Tüm bu savaş gerçekliğine karşı bir örgütlenme seferberliğine başladınız. DEM Parti olarak deklarasyonu açıkladınız, fakat buna barış ve insan hakları yanlısı ve hatta mevcut muhalefeti de dahil etme çağrınız var mı? Barış yanlılarıyla birlikte hareket etmek neden önemli? 
 
Ben bunu herkes diye ifade etmek istiyorum, sadece muhalefet değil. Bence muhalefet güçleri, demokratik kamuoyu, bu konuda bütün olarak demokratik kuruluşlar; barosundan, İHD’ye, Tabip Odası'na, KESK’e, maden işçisine bir bütün olarak herkese bu çağrı yapılmalı. Ama ben bu çağrıyı bir tık daha ilerletmek istiyorum; herkes derken şunu kastediyorum: olur ya, şu an öyle bir ses yok ama AKP içinde olabilir. Bir kişi hakikaten bu savaşa karşıdır ve mevcut anti-demokratik yönetim tarzından dolayı barış düşüncesini ifade edemiyor olabilir. Mesela AKP içinde Kürt milletvekilleri var. Gidip bizim gibi Batman’da, Diyarbakır’da, Erzurum’da, Kars’ta ya da başka bir Kürt şehrinde siyaset yapıyorlar, bunları duyuyorlar, halkın taleplerini, buna dur demeleri gerekiyor. Buna inanarak söylüyorum. Şu ana kadar bunu söyleyen pek olmadı, cılız sesler çıktı, Galip Ensarioğlu bunlardan bir tanesiydi.
 
Bence kendi halkına, toplumuna dair bu saldırılara karşı öncelikle Kürt siyasetçilerin, bizim partimizin dışında olan demokratların, insan haklarından yana olanların bu çağrıya ses vermesi gerekiyor. Çünkü şu anda savaşın en korkunç yıkımının yaşandığı bir zaman dilimindeyiz ve barış ihtiyacı en çok bu dönemde hissediliyor. Uluslararası anlamda da dünya realitesinde de en güçlü barış hareketleri böyle dönemlerde çıkar, filizlenir. Hatırlayacağımız üzere barış akademisyenleri, Efrîn işgali sırasında oradaki ihlaller sırasında ortaya çıktı ve bir çağrı yaptı. Ya da şu anda Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşananlara ilişkin çokça barış talepleri geldi. Çağrımız herkese: ölümden yana olmayan, savaşı kutsamayan, çözümün mümkün olduğuna inanan, tecridin bu halka fayda değil, korkunç bir yıkım ve acı verdiğine inanan, kadınların yaşam hakkını savunan, gençlerin özel savaş politikalarıyla kaybettirilmesine karşı olan gibi başlıklarda bir yerinden tutup bu sese ses verebilirler. Tabii ki biz bunu sadece çağrılarla ifade etmeyeceğiz, aktif çalışmalarımız da olacak.
 
“Türkiye’den bir barış çığlığının yükseltilmesi çok hayati, yaşamsal önemde ve deklarasyonumuzda en sevdiğim bölümlerden bir tanesi: ‘Savaş kaçınılmaz değildir.’ Hiç kimse bunu bize dayatmasın; kaçınılmaz olan barıştır.”
 
*Son olarak, eylem uluslararası konferanslar ve birçok etkinlik planlayacağınızı belirttiniz. Bunları biraz detaylandırır mısınız, neler yapılacak?
 
Bizim grup düzenli bir şekilde kendi arasında toplanarak düzenli planlamalarını çıkaracak. Ulusal ve uluslararası konferanslar hedefliyoruz. Türkiye’nin her yerinde en azından barış talebinin, savaş karşıtlığının yükseldiği bir zemine kavuşmak için geniş kapsamlı ziyaretlerimiz, atölyelerimiz, karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağımız toplantılar hedefliyoruz. Bunu ilk başta Diyarbakır ve İstanbul için tespit ettik. Hem İstanbul’da hem de Diyarbakır’da bütün kadın bileşenleriyle, platform olsun, dernek olsun, kurum olsun, hepsiyle görüşerek bu konuda katılımlarını sağlayacak, birlikte neler yapabileceğimizi değerlendireceğiz. Biz aynı zamanda 2025 yılının barış yılı olması için büyük bir çaba içinde olacağız. Bu konuda belediyelerden, kurumlardan, derneklerden, en önemlisi de halktan katılım çok hayati önemde; biz de bu konuda oldukça fazla iş düşüreceğiz. Önümüze koyduğumuz hedefler doğrultusunda önümüzdeki dönemde bir takvim ile bu planları yaşama geçireceğiz. Bu sadece bir başlangıç deklarasyonuydu. Şuna inanıyorum, daha fazlasının olabileceğine inanmak istiyorum. Türkiye’den bir barış çığlığının yükseltilmesi çok hayati, yaşamsal önemde ve deklarasyonumuzda en sevdiğim bölümlerden bir tanesi: ‘Savaş kaçınılmaz değildir.’ Hiç kimse bunu bize dayatmasın; kaçınılmaz olan barıştır. Bu motto ile yürüyüşümüze devam edeceğiz.