Barış bir hakikat mücadelesidir

  • 09:01 11 Mayıs 2025
  • Kadının Kaleminden
 
 
“Barışa karşı olmamak yetmez; barış için mücadeleyi örgütleyebilmek bu dönemin ruhu ve bilincidir. Barış mücadelesi, şiddetin (nedeni ne olursa olsun) bir araç olarak meşruluğunun olmayacağının ve asla olmayacağının örgütlenmesidir.”
 
Ayşe Gökkan
 
Tarihi çağrıda “Barış ve Demokratik Toplum” paradigması, genel olarak tüm ayrıcalıkların ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasıdır. Ayrımcılık-ayrıcalıklar en çok kadın-erkek, insan-doğa, Kürt-Türk, Alevi, Êzidî-Müslüman, Sünni, engelli, yaşlı, çocuk istismarı üzerinden iktidarca reddedilen ve inkâr edilen tüm (ayrımcılıkların), bu çoklu ayrımcılığın son bulmasına barış denir.
 
*Barışa karşı olmamak yetmez; barış için mücadeleyi örgütleyebilmek bu dönemin ruhu ve bilincidir, demokratik toplumdur.
 
*Irkçılık (milliyetçilik) yapmamak yetmez; ırkçılık karşıtı mücadele barış mücadelesidir. Irkçılık, savaş ve çatışmadır.
 
Çatışma ve savaşı ortaya çıkaran:
 
*Cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği,
*Irkçılık, diğer adıyla milliyetçilik,
*Ataerkillik,
*Tahakküm,
*Militarizm,
*Dincilik,
*Katı merkeziyetçilik...
 
Biliyoruz ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği olmadan ırkçılık olmaz; ırkçılık olmadan militarizm olmaz; militarizm olmadan tahakküm kurulamaz. Bunu dincilik-mezhepçilik, ataerkillik, pozitivistlikle güçlendirmeden ulus-devlet diktatörlüğü kurulamaz. Bu ittifaklaşmış 7 nedene cezai nitelik kazandırmak, demokratik toplum yani barış mücadelesi olduğunu biliyoruz.
 
*Barış için yola çıkışın ilk adımı, çatışan taraflardan birinin ne mutlak yenilgi ne de mutlak zafer kazanmayacağını (Türk devleti - Kürt Özgürlük Hareketi açısından da) bilmek; yine savaşın kazananının olmayacağının bu asrın temel fikriyatı olduğunun açıklığıdır.
 
*Barış mücadelesi yenilmek değil, tüm farklılıkların doğuştan sahip olduğu kazanımların korunması ve geliştirilmesidir; hem hukuki hem de siyasi zeminde. Bundan hareketle, her iki taraf için de silahların devreden çıkarılması, eşitlik, demokrasi ve özgürlüklerin hâkim kılınmasıdır.
 
*Barışı, silah ve şiddet tekelini elinde bulunduran devlet yapılanmasının reddedip inkâr ettiklerine karşı kullanması yasal, meşru hak olarak iddia etmesinden vazgeçmesidir. Son tahlilde, barış silahsızlanmadır.
 
*Yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklar, hak ihlalleri, cinayetler ve kadına şiddetin inkâr edilmesi, barışın önündeki en temel engeldir. Ret ve inkâr bir savaş rejimidir.
 
*Ulus-devlet, “terör” söylemiyle eşitlik, özgürlük, demokrasi taleplerini itibarsızlaştırıyor. Irkçılık, cinsiyetçilik, dincilik, mezhepçilik; kısaca bu 7 ittifak, kendinden saydığı taraflarını “doku ölümü” gibi “duygu ölümüne” sürüklüyor. Tahakküm kurduğu dinamikler için hiçbir tepkinin ortaya çıkmamasını örgütlüyor, duyguyu öldürüyor, hareketsiz kalmasını sağlıyor. Kim için, ne için üzülüp tepki vermesini belirliyor. Bu nedenle barış mücadelesi, devlet şiddetinin “terörle mücadele” söylemiyle duygu ölümüne sürüklediği kesimlere ulaşmayı ve onları bu ölümden uyandırmayı elzem kılıyor.
 
*Barış; kendinden saymadıklarının öldürülmesini sevinçle karşılamanın savaşın en çıplak siyaseti olduğunu ve buna karşı mücadelenin ırkçılık, cinsiyetçilik karşıtlığı ve savaş karşıtlığı yani barış yanlısı olmayı gerektirdiğini, anlaşılır vurgularla topluma anlatabilmek ve örgütlemektir.
 
*Barış mücadelesi, şiddetin (nedeni ne olursa olsun) bir araç olarak meşruluğunun olmayacağının ve asla olmayacağının örgütlenmesidir.
 
*Kürtlerin, kadınların ve tüm farklılıkların hak taleplerini milliyetçilik (ırkçılık) ve ataerkilliğin doğmasına neden olarak gösterilmesinin siyasi bir kurgu, savaş rejiminin inşası olduğunu topluma anlatabilmek, barış mücadelesinin en temel hedefi olmalıdır.
 
*“Türklüğün ırkçılık olmadığı; tüm halkları ifade ettiği” söyleminin bizzat ırkçılık olduğu, siyasi ırkçılığın bu söylemle örtüldüğü farkındalığını yaratmak barış mücadelesidir.
 
*“Bölünmez bütünlük” adı altında toplumu savunmakla ırkı savunmanın bilerek birbirine karıştırılıp siyasi ırkçılığın üstünün örtüldüğünü deşifre etmek barış mücadelesidir. Çünkü “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” bir zihniyet değişim paradigmasıdır. Kürtlerin ve tüm farklı halkların, kendi kaderini tayin etme hakkı talep etmesi “Türkiye’yi bölmek”le suçlanıp “terörize” edilmeleri, ırkçılığın siyasallaşmış, yasallaşmış ve meşrulaşmış halidir. Irkçılık, “terörize etme”yle deşifre edilmelidir. Bunu en çok da ırkçılığı yalnızca deri rengi ayrımcılığına bağlayarak, siyasallaşmış ırkçılığı görünmez kılmaktadır. Türk milliyetçiliği = ırkçılık, ırkçılık = ret ve inkâr. Türk devletinin “ırkı olmadığı” söylemiyle Türkiye’deki Afrikalılarla röportaj yapılması buna örnektir.
 
*Biz kadınlar, ırkçılığın cinsiyetçilikten beslendiğini biliyoruz. Bir erkek, erkek olduğu için öldürülmüyor; ama kadın, kadın olduğu için öldürülüyor. Kadın cinayetini meşrulaştırmak için cinayetin, cinsiyetçi bir ilişkiyle bağını kurup izah edilmesi; suçluluk duygusunun hissedilmemesi, cinayete meşruiyet kazandırır.
 
Irkçılık ve cinsiyetçilik gibi suçluluk duygusu hissetmeden işlenen suçlar; bu suçların meşrulaştırılması ve yasallaştırılmasıdır. Bunu izah etmek de barış mücadelesidir.
 
Medyanın kullanımı: Ertürk Yöntem (Anadolu’dan Görünüm programcısı, sunucusu), bir röportajda şöyle diyor: “Bazı şeyler vardır, hiç anlatılmaz. Terörle mücadele çok farklı bir yöntemdir. Bu yöntem içinde kamuoyunun duymaması gereken şeyler vardır. Bunlar benimle birlikte mezara gidecekler.”
 
Terörle ilişkilendirerek, suçluluk duygusu hissetmeden suç işleme; suçu meşrulaştırma, yasallaştırma; kamuoyu önünde işlenen suçların dışında kalan ve onunla birlikte mezara gidecek olan gerçekleri açığa çıkarmak, yani “mezardan çıkarmak” barış mücadelesidir.
 
Savaş karşıtlığı, barış mücadelesi; kamuoyundan saklanan, mezara gömülenlerin mezardan çıkarılmasıdır. Yani ulus-devletin işlediği suçlarla yüzleşmesidir. Medyanın barış gazeteciliğini öncelemesi ve duygu ölümünden uyanması gerekmektedir.
 
*Barış mücadelesi, toplumsal beyin olan demokratik toplum yönetimidir. Homojen ulus-devlet yöntemleri ne kadar demokrasi karşıtlığını ifade ediyorsa; demokratik toplum yöntemi de demokratikleşmeyi ifade eder.
 
*Savaş, ulus-devletin eğitim, sağlık, hukuk, yönetim, örgütlenme, öz savunmayı “güvenlik hizmetinden” çıkarmasıdır; toplumu ırkçı, cinsiyetçi ve militarist değerlere teslim etmesidir. Barış, toplumun ortak gereksinimi olan öz savunmasını sağlamasıdır.
 
Kadın-erkek arasında yaratılmış olan karşıtlıktan yola çıkan kapitalist devlet sistemi, kadını öz savunmasız bırakmıştır. Aynı sistemin zihniyeti, kadın-erkek arasında yaratılan eşitsizlikleri daha da derinleştirmektedir. Bu eşitsizliğe karşı verilen mücadele, aynı zamanda barış mücadelesidir.
 
*Barış mücadelesi, bir savaş stratejisi olarak kullanılan tecavüz, zorla yerinden edilme, şiddet ve suçun en çıplak yüzünün kadın düşmanlığı olduğunun farkındalığını geliştirmektir.
 
*Biz kadınlar, kendi kültürel ve bölgesel koşullarımızda savaşı nasıl deneyimlediğimizi ve buna karşı barış mücadelesini nasıl farklı argümanlarla yürütmemiz gerektiğini ortaklaştırmalıyız.
 
Savaş ve çatışmalardan etkilenen Türkiyeli ve Kürdistanlı kadınların siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, ekolojik alanlarda neleri yitirdiğimizle ilgili ortak çalışmalar yapmalıyız. Ataerkil ulus-devletin ve hükümetin bununla yüzleşmesini sağlamak, ortak barış mücadelesi vermektir.
 
Barış ve Demokratik Toplum fikriyatı için yapılması gerekenler:
 
*Toplumun ahlaki ve politik yapısı aşındırılmadıkça; hegemonya peşinde koşulmadıkça; cinsiyet eşitsizliği üretilmedikçe; ırkçılık, militarizm desteklenmedikçe; din istismar edilmedikçe farklılıkların reddi ve inkârı mümkün değildir.
 
*Ulus-devletin yıktığı kültürel mirasın ve asimilasyonun tamiri için kurumlaşma ve örgütlenmeye yönelik yasal düzenlemeler parlamentoda da gerçekleştirilmelidir. Ancak bu meşru hak, yasa beklenmeden inşa edilmelidir.
 
*Ulus-devletin dayandığı tek etnisite anlayışından vazgeçmesi, “tek dil, tek ulus” zihniyetiyle hareket etmemesi ve toplumun farklılıklarını kabul etmesi gerekir. (Bilindiği gibi “tek dil, tek bayrak, tek millet” Hitlerin sloganıdır.)
 
*Demokratik toplum, birbirine benzeyen vatandaşlar ve kurumlardan ibaret tek renkli, ya simsiyah ya da bembeyaz bir çöl yaratmaz. Ulus-devletin kültür politikası değil; tüm farklılıkların kendini özgürce ifade edip örgütlenmesidir.
 
*Genel olarak vurgulanan; çatışan değil uzlaşan, ayrıştıran değil bütünleştiren, savaş değil barış, ötekileştiren değil kucaklayıcı birlik; kaostan değil çözümleyici yaklaşımdan beslenen bir zihniyetin örgütlenmesidir.
 
*Demokratik toplum, kaybolan dilleri açığa çıkarır; canlandırır, geliştirir. Toplumsal renklerle kavrar. Yaşayan dilleri, eğitim ve öğrenime hâkim kılar (Kürt dili vb. gibi).
 
*Demokratik toplum; tek tip ve renkten ibaret ulus-devlet, ulus-birey, ulus-toplum kültürünün faşizm ürettiğini, yaşamı çölleştirdiğini ve sadece savaşacak hedef arayan bir canavarlaşma süreci yarattığını bilir. Bu sürecin önüne geçer; “tek” değil, birlik içinde “bir” olmayı örgütler.
 
*Demokratik toplum, canavarlaşan bu sürecin içinden çıkılmaz hâle getirdiği etnisite, din, dil ve diğer kültürlerin savaş-çatışmalarına karşı barışçıl bir toplumun inşasını elzem görür. Tüm farklılıkların kendini özgürce örgütleyip ifade ettiği bir toplumun inşasıdır. Bu, savaş karşıtlığıdır.
 
*Demokratik toplum, ulus-devletin aksine; “tek tipten çokluk” anlayışını ve onun zihniyet ile duygu dünyasını yaratmayı esas alır.
 
*Demokratik toplum, ulus-devletin aksine; demokratikleşmenin temel koşullarından biri olarak farklılıklar temelinde siyaset yapmanın olanaklarını geliştirir. Bunu asla kendisine tehdit olarak görmez.
 
*Demokratik toplum, ulus-devletin geçmişten ders çıkarmasını sağlar. Yani 2. Dünya Savaşı’nda görüldüğü gibi; devletlerin ve öne çıkarılmış kültürlerin sadece siyasi ve askerî bir savaş hareketi değil, tüm tarihsel ve toplumsal geleneğe, gelecek için umut vaat eden ve farklı olan her yeni oluşuma karşı bir kitlesel sosyal savaş hareketi olduğunu fark eder.
 
Bu farkındalığın kurumsallaşması ve örgütlenmesi, olmazsa olmazlardandır.
 
Biz Kürt kadınları mücadelemiz boyunca, “Bizi Türk devleti vuracağına Kürt devleti vursun” diye asla mücadele etmedik. Bu mücadele kararlılığımızı, Türkiyeli kadınlara ve karma yapılara, devlet kurum ve kuruluşlarına aktarmak istiyoruz. Sosyal savaş, barışla savaş arasındaki farkı silikleştiriyor. Buna yer vermemek, demokratik toplum inşasıdır.
 
*Demokratik toplum, iktidarı topluma yaymaz; çünkü iktidarı topluma yaymak faşizmin toplum modelidir.
 
*Demokratik toplum; yerel yönetimler (belediye, il genel meclisi, STK, OKÖ, kadın hareketleri vb.) üzerinden toplumun kendini yönetmesi için yetkileri bileşenlerine devreder. Yereller, yerelindir. Yüzde 50 kadın temsiliyeti, eşbaşkanlık gibi ilkelerin sürdürülmesi esastır.
 
*Demokratik toplum; ulus-devletin modern bürokrasisinin yarattığı, toplumun içine kapatıldığı demir kafeste sürekli gözaltına alınmasını, tutuklanmasını “demokrasi gereği” olarak kabul etmez.
 
*Demokratik toplum; demokrasinin vazgeçilmez ilkesi olan çoğulculuk gereği, farklı siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, ekolojik örgütlenmeleri (özellikle kadınlar öncülüğünde) tehdit olarak görmez. Bu örgütlerin takip altında tutulmasını reddeder, seçenek oluşturmalarına ve yönetime katılmalarına olanak tanır. Bizzat yönetimlerini sağlamaları gerekir.
 
*Demokratik toplum; homojenliğe karşı mücadele eder, zor ve şiddet uygulamaz. Farklılıkların (çoğulculuğun) dil ve kültürlerini, bireysel ve kolektif özgürlüklerini; demokratik haklar için yürüttükleri mücadeleyi destekler. Bu hakların “terör” olarak gösterilmesine karşı çıkar.
 
*Demokratik toplum; “terör” söylemiyle hak mücadelesi veren farklı halkların ve inançların evrensel hukuk standartlarından soyutlanarak “milli mücadele” (ırkçılık) kılıfıyla devlet terörünün meşrulaştırılmasına karşı mücadele eder.
 
*Demokratik toplum; kadın hakları, insan, çocuk, yaşlı, engelli hakları, doğa hakkı, ahlak ve vicdanı, evrensel hukuku her şeyin üzerinde tutar.
 
*Demokratik toplum; darbe, sıkıyönetim, OHAL gibi yönetim tarzlarıyla demokrasinin, eşitliğin ve özgürlüklerin (cumhuriyetin) silikleşmesine yol verilmesine karşı durur.
 
*Demokratik toplum, üstün “yüce ulus” imtiyazlarını hiçleştirme olarak görür. Bir terör ve soykırım rejimi olan ulus-devletin, “kültürel/yüce” her şeyi düzenleyen ve mücadele eden kutsal bir varlık olarak sunulmasının, farklılıkları hiçleştirdiğini bilir ve buna karşı mücadele eder. Çünkü bu kutsallığın kurbanları çocuklar, doğa, kadın, insan hakları, özgürlük, eşitlik ve demokrasidir. Bu bilinci toplumsal zihniyete taşımak ve yaymak, Barış ve Demokratik Toplum paradigmasının temelidir.
 
*Mülteciliğin asıl nedeni de bu “kutsal, yüce” zihniyetten kaynaklanır. Af ve savaş rejiminin sonucudur. Bu nedenle mültecilerle ortak çalışmak elzemdir.
 
*Demokratik toplum; savaş ve barış, müttefik ve düşman, ulusal ve özel çıkarlar gibi ayrımların silikleştirildiği noktalarda netlik kazandırmalı ve bu alanları güçlendirmelidir. Yani kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi geliştirmelidir.
 
“Bireye hiçlik, kasına değersizlik, halklara kimliksizlik, yaşama anlamsızlık dayatan küresel ve sömürü saldırılarına karşı direniş”, Barış ve Demokratik Toplum çağrısı etrafında yarınlarımızı örgütlemektir. Bu, sosyalist yaşamın temellendirilmesidir.
 
*Barış ve Demokratik Toplum paradigması, dünya deneyimlerinden farklı bir çözüm yöntemidir. Siyasi örgütlenme, silahlı mücadeleyi ortaya çıkarmamıştır. Silahlı mücadele, toplumu siyasi olarak örgütlemiştir. Tüm çalışmalarda bu özgünlük göz önünde bulundurularak hareket edilmesi elzemdir. Bu farklı durumun özgünlüğüne göre hareket edilmelidir.
 
*Paradigmanın çoklu kazanımlarının korunup geliştirilmesinin özgürlüğü: bağımsız kadın örgütlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele, eşit temsiliyet ve Kürdistani tüm farklılıkların (kimliksel, inançsal vb.) dinamikleşmesiyle mümkündür. Türkiyeli kimliklerle ortak örgütlenme (DİK, HDK, TJA, Kadınlar Birlikte Güçlü, Alevi, Êzidî, STK, oda, birlik, sendika vb.) ile bu sağlanabilir.
 
*Çoklu kazanımların; siyasi parti ayağı, bağımsız kadın örgütlenmesi, yerel yönetimler ve sivil örgütlenmeler (siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, sanatsal, ekolojik, hukuki, sağlık, eğitim, iç-dış diplomasi, evrensel sözleşme, bildirge, metin, protokoller vb.) üzerinden yürütülerek, silahlı mücadeleye bir daha ihtiyaç duyulmayacak bir öz savunma yapısına dönüştürülmesi gerekir.
 
Çoklu kazanımların çoklu çözüm tercihlerinin geliştirilmesi, desteklenmesi, oluşturulması; kadın hareketimizin öncelikli çalışma alanlarından biri olmalıdır.
 
*Paradigmanın yerel, ulusal, bölgesel ve kültürel düzeyde ittifaklarını geliştirmek gerekir. 27 Şubat’taki çağrının ruhuna uygun olarak, silahlı mücadelenin sürecini tamamladığı ve bu sorumluluğun paradigmayı örgütlemeye devrettiği bir evreye girilmiştir. Bu “devralma”ya ciddi, samimi ve inanarak yaklaşmak; buna göre yol almak zorunludur.