
İnşa etmeden önce: Hangi toplum, hangi özne, hangi söz?
- 09:05 25 Mayıs 2025
- Kadının Kaleminden
"Paradigma yalnızca neyi düşündüğümüzü değil; nasıl düşündüğümüzü, nasıl yaşadığımızı ve neye değer verdiğimizi belirler. Ve bu da, sadece fikirlerin değil, gündelik pratiklerin, ilişkilerin ve duyguların değişimini içerir."
Mezra Dilan
PKK’nin feshi, yeni bir toplumsal yönelimin neye dayanarak ve nasıl inşa edileceği sorusunu kaçınılmaz biçimde gündeme getirdi. Bu soru, yalnızca yeni aktörlerin kim olacağıyla değil; birlikte yaşamayı mümkün kılacak kavramsal zeminin, siyasal tahayyülün ve ilişkilenme biçimlerinin nasıl kurulacağıyla da ilgilidir.
“Toplum”, “özne”, “ahlaki-politik yapı”, “yeni paradigma” gibi kavramlar etrafında şekillenen bu siyasal tahayyül, yalnızca bir yönelim değil; aynı zamanda bir dil, bir ilişki, bir değerler dizgesi öneriyor. O halde bu kavramları yalnızca kullanmak değil; onları yeniden düşünmek, sınamak, dönüştürmek ve sezmek de siyasal bir eylem haline geliyor. Çünkü kavramlar yalnızca konuştuğumuz dili değil; inandığımız ve birlikte kurmak istediğimiz geleceği de biçimlendiriyor.
Toplum: Sabitlik değil, müzakere alanı
Abdullah Öcalan’ın “ahlaki-politik toplum” kavrayışı, yalnızca devletin karşıtı bir model önermez; toplumu kendi iç dinamikleriyle kurulan, çok katmanlı, çok dilli ve çok aidiyetli bir yapı olarak tanımlar. Bu anlayış, toplumu birliğe indirgemek yerine; gerilimler, geçişler ve çatışmalarla şekillenen bir alan olarak ele almayı mümkün kılar.
Bu noktada, Chantal Mouffe’un agonistik siyaset teorisiyle kesişen bir bakış mümkündür. Chantal Mouffe, toplumu fikir birliğiyle değil, meşru farklılıkların ve çatışmaların tanındığı bir zemin olarak tanımlar. Toplumsal olan, tam da bu nedenle sabit değil; müzakere edilen, sürekli yeniden kurulan bir ilişkiler alanıdır. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın “ahlaki-politik toplum” kavrayışı da, ahlakın homojen normlar değil; toplumsal farklılıklar içinde taşınan etik bir ortaklık çabası olduğuna işaret eder.
Toplum, yalnızca kurumsal çerçevelerle değil; mekân paylaşımı, zaman örgütleme, gündelik üretim, direnç ve kırılganlık biçimleriyle inşa edilir. Yatay yapılar, yerel inisiyatifler, özörgütlü yapılar burada sadece siyasal stratejiler değil; toplumsal tahayyülün somut formlarıdır.
Siyasal özne: Sorumluluk alan, ilişki kuran, sürekli yeniden kurulan
Uzun yıllar boyunca siyasal özne figürü, devrimci kararlılık, ideolojik tutarlılık ve örgütsel süreklilik ekseninde kuruldu. Bu model, kendi içinde güçlü bir bütünlük taşısa da; çelişki, kırılganlık ve geçişlilik gibi öznellik biçimlerine sınırlı bir alan tanımış olabilir.
Bugünün siyasal zemininde, özneyi konumunu sorgulayan, çelişkilerini taşıyan ve kırılganlıklarıyla ilişki kurabilen bir varlık olarak düşünmek anlamlı olabilir.
Judith Butler’ın ilişkisel etik yaklaşımı, özneyi karar anında tek başına değil; başkalarıyla kurduğu ilişki içinde şekillenen, sorumluluğunu kendi sınırlarının dışına uzatan bir varlık olarak ele alır. Bu bağlamda siyasal özne, yalnızca hak talep eden değil; sorumluluk üstlenen, bağ kuran ve eksikliğiyle birlikte hareket eden bir figürdür.
Kadınlar, LGBTİ+ bireyler, göçmenler ve görünmeyen emek biçimlerinin taşıyıcıları için özneleşme, çoğu zaman bir kırılma, bir kesinti, bir dışlanma deneyimiyle iç içedir. Bu nedenle bugünün öznesi, sabitlenmiş bir anlatının taşıyıcısı değil; geçişlerin, belirsizliklerin ve müzakerelerin içinden konuşan çoğul bir varlık olabilir.
Etik olanın sorumluluğu
Abdullah Öcalan’ın “ahlaki-politik toplum” kavrayışı, yalnızca alternatif bir yönetim modeli değil; birlikte yaşamayı mümkün kılacak bir değerler bütününe işaret eder. Buradaki “ahlak”, yasayla tanımlanmış bir normlar bütünü değil; toplumsal ilişkilerin sürekliliğini sağlayan bir sorumluluk biçimidir. Emmanuel Levinas’ın düşüncesinde olduğu gibi, etik olan tam da ötekinin varlığıyla yüzleştiğimiz yerde doğar — ötekiyi tümüyle anlayamayacağımız, adını tam koyamayacağımız bir yerde. Bu nedenle etik, tamamlanmış bir sistem değil; eksik olanla birlikte yaşamayı mümkün kılan açıklık ve duyarlılıktır.
Ahlaki-politik toplum, merkezi kurallarla değil; karşılıklılık, dayanışma, sınır koyabilme ve birlikte düşünme gibi süreçlerle işler. Politika, burada yalnızca bir talepler alanı değil; gündelik yaşamın düzenlenmesinde, çatışmaların tanınmasında ve ilişkilerin onarılmasında devreye girer.
Etik olan, bu anlamda sabit değil; toplumsal farklılıkların içinden yeniden kurulması gereken bir sorumluluk biçimidir. Judith Butler’ın “hesap verilebilirlik” kavramında olduğu gibi, özne yalnızca kendi niyetlerinden değil; etkilerinden, ilişkiye girdiği alanlardan da sorumludur.
Paradigma: Yön değiştirme ve dönüşüm olarak
Paradigma kavramı çoğu zaman teorik bir kopuş ya da ideolojik bir yeniden yapılanma olarak ele alınır. Ancak Abdullah Öcalan’ın paradigma değişimi olarak adlandırdığı süreç, yalnızca ideolojik değil; siyasal pratiğin, toplumsal ilişkilerin ve duygulanım biçimlerinin bütünlüklü bir dönüşümüdür.
Demokratik konfederalizm, kadın özgürlüğü, ekolojik yaşam, yerel yönetim gibi başlıklar yalnızca programatik değil; yaşamsal dönüşümleri işaret eder. Bu yönelimin karşısında konumlanan silahlı mücadele biçimleri, iktidar ilişkilerini yeniden üretme riskini taşır. Paradigma, bu nedenle bir yön değişimidir, mücadeleyi iktidarı ele geçirmekten çok, yaşamı kurmaya yönlendiren bir geçiş çizgisidir.
David Harvey’in “mekânın kolektif üretimi” ve Silvia Federici’nin “yeniden üretim mücadeleleri” gibi yaklaşımları, paradigma ile birlikte düşünüldüğünde; yalnızca siyasal yönelimi değil, gündelik yaşamın örgütlenmesini de dönüştüren bir imkâna işaret eder. Paradigma yalnızca neyi düşündüğümüzü değil; nasıl düşündüğümüzü, nasıl yaşadığımızı ve neye değer verdiğimizi belirler. Ve bu da, sadece fikirlerin değil, gündelik pratiklerin, ilişkilerin ve duyguların değişimini içerir.
Sonuç yerine: Kavramlarla kurulacak olan
Bu yazı, PKK’nin feshiyle birlikte belirginleşen toplumsal geçiş sürecinde, sadece yeni aktörlerin değil; yeni kavramsal temellerin, siyasal dillerin ve ortak yaşam biçimlerinin tartışılması gerektiğini savunur. Çünkü toplum, özne, etik ve paradigma gibi kavramlar yalnızca analiz değil; inşa edilecek olanın ilk harcıdır.
Mesele yalnızca kimin konuşacağı değil; nasıl konuşacağımız, hangi bağlamlarda ortaklaşacağımız ve nasıl bir birlikte yaşamı tahayyül edeceğimizdir. Judith Butler’ın dediği gibi, özne yalnızca bir konum değil; bir ilişki biçimidir. Chantal Mouffe’un da işaret ettiği gibi, toplum sabit bir uzlaşmadan değil; farklılıkların ve çatışmaların meşru biçimde var olabildiği bir zeminden kurulur. Ve Emmanuel Levinas’ın hatırlattığı gibi, etik, en çok da anlamadığımız yerde başlar.