Gülistan Kılıç Koçyiğit: Ne olursa olsun yürüyeceğiz!

  • 11:37 31 Ocak 2024
  • Siyaset
ANKARA - Meclis’te gündemdeki gelişmelere ilişkin açıklama yapan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK Lideri Abdullah Öcalan için 1 Şubat’ta Qers ve Wan’dan başlatılacak yürüyüş için “Bu yürüyüşü her ne olursa olsun yapacağız,15 Şubat’ta tamamlayacağız” dedi. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te gelişmelere ilişkin basın toplantısı gerçekleştirdi.  Gülistan, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun siyasi çözümü için yarın başlatılacak olan yürüyüş, TİP Milletvekili Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi, yerel seçimler öncesi iktidarın seçmen kaydırmaları, ekonomik kriz, emeklilere yapılan zamlar ve yoksulluğa ilişkin açıklamalarda bulundu. 
 
‘Darbe mağduru iktidar bugün darbenin bizzat faili’
 
Basın açıklamasında ilk olarak TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine değinen Gülistan, Meclis’in bir utancı daha tanıklık ettiğini söyledi. Gülistan, “Can Atalay’ın vekilliğini bir hukuksuz  yöntemle Meclis’te düşürüldü. Buna gerekçe olarak da Anayasa’yı gösterdiler çok ironik bir şekilde. Yine Meclis’te vekilliğin düşme gerekçesini Anayasa’nın gereği olarak yazmışlar. Anayasal suç işleyenler yargı darbesini yapanlar bir de utanmadan sıkılmadan Meclis’te vekilliğin düşürülmesi gerekçesini Anayasa gereği olarak yazmışlar. AKP iktidarı her fırsata, 28 Şubat’ı,15 Temmuz darbe girişimini lanetliyor. Darbelerden ne kadar çektiğini ifade ediyor ki zaten 28 Şubat’ın üzerine gelen bir iktidar olduğunu hepimiz biliyoruz. AKP geldiği günden bu güne bu topluma Türkiye halklarına aslında darbe yapan bir iktidar pratiğinin içerisindedir. Sürekli aslında darbe mekaniğini canlı tutarak bu darbeleri hayata geçirerek geçmişin darbe mağduru olan iktidarın bugün darbenin bizzat faili olduğunu ve bizzat darbe yaptığını ifade ediyoruz” sözlerini kullandı.
 
‘Alınan karar tarihsel sürecin bir sonucudur’
 
Alınan kararın bir tarihsel süreç içinde okunması gerektiğine vurgu yapan Gülistan, “Geçmişte darbeler postallarla oluyordu bugün darbeler cübbelerle oluyor. Yargıtay 3’üncü ceza dairesinin kararı bir cübbeli darbeydi. Yetmedi bu darbeyi ilerletenler, sonuçlandıranlar Meclis’teki AKP’liler, kravatlılardı. Yani postallardan cübbeye cübbelerden kravatlılara kadar bu ülke sürekli bir darbe mekaniğini içerisinde elden ele darbe hukukunu geçiren bir sistem olduğunu ifade etmek gerekiyor. Can Atalay kararı, vekilliğinin Meclis’te düşürülmesi meselesini sanki sıfırdan bir olaymış gibi bazı kesimler ele alıyor.  Bunun bir tarihsel sürecin sonucu olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. 2014 yılındaki ‘Çöktürme Planı’ ile başlayan 2015 yılındaki 7 Haziran seçimlerini reddeden, 20 Mayıs 2016 yılında Meclis’te milletvekillerimizin dokunulmazlığını Anayasaya aykırı olduğu halde kaldıranlar, 4 Kasım 2016 yılında eş zamanlı olarak milletvekillerimizi, Eş Genel Başkanlarımızı gözaltına alıp tutuklayanlar, belediyelerimize kayyım atayanlar bu sürecin taşlarını döşemişlerdir. Ama burada sadece iktidara, sadece AKP ve MHP’ye söz söylemek yetmez. Kürtlere yönelik bütün bu gayri nizami harp, bütün bu istismar hukuku, bütün bu hukuki olmayan süreçler işletildiğinde sessiz kalanlar, bugünkü Can Atalay kararının da müsebbibidir” ifadelerine yer verdi.  
 
Kürtlere yapılabilir diyenler tüm sürecin müsebbibidir
 
Açıklamanın devamında Gülistan şunları söyledi: Geçmişteki Şark Islahat Planı’ndan umumi müfettişliklere, olağanüstü hal rejiminden kayyım rejimine geçildiğinde bir şey olmaz, orada Kürtlere yapılabilir diyenler buna rıza gösterenler, ülke içinde ve dışında savaş politikalarına geçit verenler, savaş politikasını besleyen, tezkereye el kaldıranlar bütün bu süreci müsebidirler. Çünkü ülkede barış olmadığı zaman hukuk da olmaz, bu ülkede Kürt sorunu çözülmediği zaman demokrasi gelişmez, demokrasi olmadığında da işte böyle iktidarlar keyfe keder Anayasayı da askıya alırlar, hukuksuzluk da yaparlar, yargı darbesi de yaparlar. Bütün bunların müsebbibi olan aslında Kürt sorununu görmemekten geldiğinin altını çizmek istiyorum. Bugünkü temel sorun, Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıdır. Bu ülkede yaşanan her sorununun bununla ilgili olduğunu ifade ettik. Bakın, bu Meclis ilk defa milletvekilinin vekilliğini düşürmüyor. Bizim milletvekillerimiz Sayın Leyla Güven, Musa Farisoğulları, Semra Güzel, Ömer Faruk Gergerlioğlu, CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun vekillikleri düşürüldü. Sadece Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun AYM kararı ile Meclis’e geri dönebildi. Diğer milletvekillerimizden halen birisi cezaevinde. Biri cezaevine girdi çıktı. Bütün bu süreçler olurken ne yazık ki bu parlamentoda bulunan muhalefet partileri el kaldırdılar. Muhalefet partileri de sessiz kaldı. Muhalefet partiler de Kürt’e uygulanan istisna Kürt’e uygulanan olağanüstü hal rejimine bu hukuksuzluklara çanak tuttular. Rıza gösterdiler. O nedenle Can Atalay’a yönelik hukuksuzluğun, bugünkü yargı darbesinin izlerini orada aramamız gerekiyor. Sorunu doğru tespit etmezsek çözümü de doğru yapamayız. Önce teşhisi doğru koyacağız ki tedavisini doğru yapalım. Bu anlamıyla biz bunu bir kez daha söyleyelim. Bir yerde bir hukuksuzluk varsa o genel hukuksuzluğun kaynağını oluşturuyor.
 
En temel hak olan seçme ve seçilme hakkı siyaset yapma hakkı da yok sayıldı
 
İşte gördüğünüz gibi dün bize bugün Can Atalay’a yapıldı. Can Atalay özgünlüğünde bu Meclis’e bu halkın iradesine darbe yapıldı. Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi danışıklı bir dövüş sonucunda aslında bizzat taşlarını Cumhur İttifakı’nın döşediği bir sözde yargısal kriz gibi ifade edilen bir süreç sonucunda milletvekilliği düşürüldü. Hatay halkının iradesine, Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşayan bütün halkların iradesine darbe yapıldı. En temel hak olan seçme ve seçilme hakkı siyaset yapma hakkı da yok sayıldı. Bugün anayasal darbe olduğunu ifade ettik, Anayasa’yı tanımayan bir hükümet ve ittifak olduğunu ifade ettik ama sadece Anayasa tanımazlık değil bakın aynı zamanda AİHM’i de tanımayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bütün ulusal mevzuatı reddettiği gibi uluslararası mevzuatı da reddediyor. Bu konuda Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kararları hali hazırda uygulanmayı bekliyor ama onları da uygulamıyor. Şunu açık ve net söylüyor bu iktidar: Anayasaya işime gelirse uyarım işime gelmezse uymama. Anayasa’ya muhalifler uysun, DEM Parti uysun, Kürtler uysun, Aleviler uysun, solcular uysun ki bu bir darbe Anayasası’dır ama Cumhur İttifakı Anayasa’dan muaftır diyor. Biz Anayasa’ya bağlı değiliz diyorlar. Bunu ifade etmek gerekiyor.
 
Tecrit ve açlık grevlerine duyarsız kalan bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız
 
Bu anayasasız kalma meselesinin sonuçlarını çoklu bir şekilde yaşıyoruz. Ülkede hukukun üstünlüğü olmadığı için üstünlerin hukuku ve sarayın hukuku geçerli olduğu için bugün aslında her alanda ciddi bir hukuksuzluk yaşanıyor. Bakın iki ayı aşkındır tam 66 gündür 74 cezaevinde açlık grevleri sürüyor. Bu açlık grevlerinin nedeni ne? Sayın Öcalan’a yönelik tecridin ortadan kaldırılması. Çok söyledik bu kürsülerde, 25 Mart 2021 tarihinden beri İmralı ile kimse görüşemiyor. Avukatlar gidemiyor, aileler gidemiyor, heyetler gidemiyor. Biz milletvekilleri talep ettiğimiz halde gidemiyoruz. Tam bir izolasyon, tecrit hali yaşanıyor. Bu tecrit haline karşı siyasi tutsaklar açlık grevine başladılar, bizlere seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu Meclis’e seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu halkın vekillerine seslerini duyurmaya çalışıyorlar, şunu söylüyorlar;  bu ülkede tecrit var, bu ülkede Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit üzerinden çözümsüz bırakılıyor. Bu ülkenin yoksul çocukları fuhuşa sürükleniyor. Bu ülkenin yoksul çocuklarının evlerine her gün cenazeler geliyor. Gelin bunu durdurun, bu cenazeleri durdurun, gelin Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü hayata geçirin çağrısı yapıyorlar. Ama ne yazık ki bu sessi de duyan yok, kulak veren yok. Bütün bunlara duyarsız kalan bir iktidar, hükümet gerçekliği ile karşı karşıyayız.
 
Tüm bu yürüyüşlerin, açlık grevlerinin ve mücadelenin bir nedeni var; Kürt sorununun çözümü
 
Barış Anneleri çocuklarıyla paralel olarak dayanışmak için bir çok kentte, Diyarbakır, İzmir, Adana, Van başta olmak üzere birçok kentte Adalet Nöbeti başlattılar. Onlar da seslerini duyurmaya çalışıyorlar, ‘Bizim yüreğimiz yandı başka annelerin yüreği yanmasın, bu ülkede barış olsun’ diyorlar. Dün grup toplantımızdaydılar, grup toplantısında konuşan annemiz şunu söyledi; ‘Biz çocuklarımızı yitirdik ama bu ülkenin yeni çocukları ölmesin bunun için çağrı yapıyoruz, gelin el ele verelim. Kürt sorununun barışçıl çözümü için mücadele edelim, hep beraber edelim’ çağrısını bu Meclis çatısı altında yaptılar. Meclis bahçesinde de taleplerini ifade ettiler. Adalet Bakanlığı ile görüşme talepleri vardı ama bakan burada olmadığı için görüşemediler, hazırladıkları dosyayı bakanlığa ilettiler. Bu anlamıyla taleplerini bir kez daha hükümet nezdinde de en üst düzeyde ortaya koymuş oldular. Tüm bu yürüyüşlerin, açlık grevlerinin ve mücadelenin bir nedeni var. Kürt sorununun çözümü, deminde ifade ettiğim gibi Kürt sorunu bu ülkedeki bir çok sorunun ana kaynağını oluşturuyor.
 
Barışa şans verilmesi için elimizden gelen çabayı sarf edeceğiz
 
Biz de milletvekilleri, Barış Anneleri, bu ülkede bulunan demokratik örgütler öncülüğünde 1-15 Şubat arasında bir özgürlük yürüyüşü gerçekleştireceğiz. İki koldan olacak bu yürüyüş. Biri Van kolu biri Kars kolu, bu yürüyüşlerde bir kez daha Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, Sayın Öcalan’a yönelik tecridin ortadan kaldırılması  talebi ve en önemlisi  Kürt sorununun demokratik barışçıl yollarla çözülmesi, akan kanın durması, bir kez daha Meclis’in, hükümetin inisiyatif alması çağrısını da yenilemiş olacağız. Bu yürüyüşümüz Kars’tan başlayacak, Kars valiliği, yürüyüş haberimizi duyar duymaz, kentte beş günlük eylem ve etkinlik yasağı kararı almış. Kararı kınıyoruz, barış için, demokrasi, özgürlük, eşitlik için inisiyatif alan, bu karda kışta yollara düşen, bu ülkenin geleceği için elini taşın altına koyan bir yürüyüşü böyle krimalize etmek, durdurmaya çalışmanın kendisi olsa olsa acizlik olur. Bir kez daha ifade ediyoruz, bu yürüyüşü her ne olursa olsun yapacağız, bu yürüyüşü 15 Şubat’ta tamamlayacağız, bu yürüyüşün sonucunda bu ülkede yeniden bir kapının aralanması, barışa şans verilmesi için elimizden gelen bütün çabayı sarf etmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum. Bir kez daha Türkiye’deki bütün demokratik kamuoyunu, kadınları, ezilenleri, sanatçıları, her kesimi bu barış sesine ses olmaya davet ediyorum. Barış her zamankinden elzem, bugün ekmek kadar, su kadar barışa ihtiyacımız var. Yaşadığımız her hukuksuzluğun nedeni savaş ve çatışma ikliminden kaynaklandığını belirtmek istiyorum ve çağrımı yenilemek istiyorum.
 
Halkın tercihini değiştirmeye çalışıyorlar
 
Hukuksuzluk diyoruz,  her yönüyle bir hukuksuz rejiminde yaşıyoruz. Tek adam rejimi AKP ve MHP faşizmi gittikçe kurumsallaşmaya çalışıyor. Bu kurumsallaşmanın en temel ayaklardan biri yerel yönetimler oluşturuyor. 2016’dan beri bölge illerinde HDP’nin elinde olan belediyelerimize kayyımlar atadılar, kayyımların nasıl yolsuzluklar yaptığını, en temel hakları, yurttaşlık hakkının askıya alınması olduğunu, sömürge rejiminin fiili olarak uygulandığının adı olduğunu çokça ifade ettik. Bir şey daha var, yeni dönemde seçmenin iradesini ipotek altına alacak, yol ve yöntemlere AKP tenezzül ediyor. Ne yapıyor; her yere kaçak seçmen taşıyor. Kaçak binalar, vergi kaçırmalar, yolsuzluk, talan, hırsızlığın bini bin para olan bu iktidar bir kez daha bunun başka bir versiyonunu hayata geçiyor. Örneğin, Iğdır. Iğdır çok önemli bir kent. Biliyorsunuz bütün milliyetçi kampının DEM Parti almasın diye ittifak yaptığı bir yer. Bu anlamıyla Iğdır ve Kars özel önemde. Ne yapmış Iğdır’da? Ben size söyleyeyim. 7 binaya Iğdır’da AKP’nin bin 514 kaybettiği yerde 7 binaya 4 bin 449 seçmen kaydedilmiş. Bu kayıtlara arasında Iğdırlı olmayan farklı illerde oy kullanmış olan taşımalı seçmen sayısı tam 4449 seçmen. Yani kaçak 4449 seçmeni Iğdır'a getirmişler. Iğdır seçiminin sonucunu belirlemeye Iğdır halkının tercihini değiştirmeye çalışıyorlar. Siirt Belediyesi. HDP 2019 seçimlerinde 1161 farkla kazanmıştı. Şimdi 6 819 seçmen kaydı şüpheli. Yani Siirt’i de bizden almak istiyorlar. Şırnak'a bakalım. 2019 seçimlerinde en çok tartışılan yerlerden biriydi. AKP İstanbul’u kaybettiğinde Tayyip Erdoğan İstanbul’u kaybettik ama Şırnak'ı aldık demişti. Bakın Şırnak'ta AKP ne yapmış. Toplam Şırnak merkezde askeri alan olarak görülen Yeşilyurt Mahallesi’nde 752 olan seçmen sayısını 5956’ya ulaşmış. Bununla birlikte 4368 yeni kayıtlı seçmenin hiçbir Şırnaklı değil. Şırnaklı olmayan seçmenin yerel seçimlerinde Şırnak’ta ne işi var? Bu soruyu hepimizin sorması gerekiyor.
 
Yurtdışında yıllardır yaşayanları getirip seçmen yapıyorlar
 
İlim olan Kars’a bakalım. 2019 seçimlerinde Kars’ı 1238 oyla önde kapattık ve kazandık. Kars merkezi Cumhuriyet Mahallesi’nde bulunan orduevinde seçmen sayısı Mayıs seçimlerinde sadece 13’tü, şu anda 3005’e çıkmış durumda. Çevik kuvvet misafirhanesine 498 yeni kişi kaydedildi. Bunların 185’inin de Trabzon doğumlu olduğu görülüyor. Bu da yetmezmiş gibi 2023 seçimlerinde yurtdışı seçmen kütüğünde kayıtlı 920 seçmen 2024 yerel yönetim seçimlerinde oy kullanabilecek şekilde Kars merkeze kaydedilmiş. Yıllardır yurt dışında yaşayan seçmenlerin de aslında Kars’a getirdiklerini seçmen yaptıklarını görüyoruz. Yine Ağrı merkezde iki mahallede 4 ayrı adreste toplam 4425 şüpheli seçmen kaydı olduğu tespit edilmiş durumda. Aynı şekilde Karaçoban’da da bu usulsüzlük var. Karaçoban’da 320 sahte seçmen orada bulunmayan seçmen kaydı tespit edilmiş. İtirazda bulunulmuş ama bu itirazlar kabul edilmemiş. Bunu neyi gösteriyor? AKP iki dönemdir aslında hem siyasi saiklerle hem de ekonomik saiklerle hem de ideolojik saiklerle bizim yerel yönetimlerimize kayyım atıyordu.
 
Kent halkının iradesine ipotek koymak hukuksuzluktur vicdansızlıktır
 
Yeni dönemde de bir şekilde yani bir kayyım rejiminin başka bir versiyonunu devreye soktuğunu görüyoruz. Seçmen iradesini yok edecek şekilde o kentte oturmayan o kent sakini olmayan güvenlik güçlerinin kayıtlarını oraya taşıyarak seçim sonuçlarına etki etmeye çalışıyorlar. Kars’ta da itiraz ettik diğer bütün illerde de. Aldığımız cevap güvenlik gerekçesi ve tatbikatlar. Biz buradan söylüyoruz. Kısa bir süreliğine getirdiğiniz ve kentin diyelim ki seçim güvenliği için konumlandırdığınız kişilerin kent halkının iradesine ipotek koyması haksız ve hukuksuz ahlaksızlık ve vicdansızlıktır yasaya aykırıdır. Bütün bunları yapan AKP-MHP ittifakı da suç işliyor. Her birine yönelik suç duyurusu yapacağız. Bu sürecin takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz. Bu seçmen taşıma meselesinin bizi ve halkımızı asla geri adım attırmayacağını ne olursa olsun halkımızın iradesinin sandıkta tecelli etmesi için elimizden gelen her şeyi yapacağımızı da ifade etmek istiyorum. 
 
Bütün idari görevlilerinizi seçim için seferber ettiğinizi çok iyi biliyoruz
 
Seçim meselesi sadece bununla sonuçlanmıyor. Dün Şırnak’ta aday tanıtımı vardı. Adaylarımız Cizre kent merkezinden Şırnak merkeze gitmek istediler. Peki ne oldu? İş makinesi çektiler, yol çalışması var dediler. Üç ana girişi var Şırnak kent merkezinin. Bir tarafa bomba ihbarı var dediler yolu kapattılar, çevre yolundan gitmek istediğinde de konvoyumuzu saatlerce orada beklettiler. Milletvekili arkadaşlarımız Şırnak Valiliği’ne ve diğer bütün yetkililere ulaşmaya çalıştığında özel kalemlerinin sorduğu ilk soru ne? Hangi partinin milletvekilisiniz. AKP’li misiniz? AKP’li olmadığını öğrendiklerinde DEM Parti Milletvekili olduğunu öğrendiğinde toplantıdayız deyip telefonlarımıza çıkmıyorlar. Burada saatlerce konvoyumuzu bekletiyorlar. Çünkü Cizre kent merkezinde çok coşkulu bir kalabalık bekliyordu. Karşılayıp Şırnak merkeze gideceklerdi. Ama buna bile tahammül edemeyen bir AKP iktidarı var. Buradan şunu söylüyoruz; bütün seçimleri sadece sahada partililerinizle yapmadığınızı çok iyi biliyoruz. Valileriniz, emniyet müdürleriniz, kaymakamlarınız. Bütün idari görevlilerin her birisi daire başkanlıklarından tutalım ildeki nüfus müdürüne kadar seçimde seferber ettiğinizi çok iyi biliyoruz.
 
Bunlar AKP, bunlar Cumhur İttifakı valisi
 
Gelin bunu gizli yapmayın. Gündüzleri Cumhur İttifakı’nın pankartlarını açın, yazılamalarını yaptırın, seçim mitinglerini de valilere yaptırın. Ve başına da yazın bunlar devletin valisi değil bunlar AKP’nin valisi. Bunlar MHP’nin valisi. Bunlar Cumhur İttifakının valisi. Kimse bize orada oturanın devletin valisi olduğunu ve seçimlerin tarafsız güvenli olduğunu görev yaptığını iddia edemez. Biz buradan tekrar söylüyoruz. Bu valiler ve kaymakamlar, taraflı davranan bütün oradaki yerel güvenlik güçleri suç işliyor. Seçimde tarafsız olmak seçim güvenliğini sağlamakla bizzat sorumlu olanlar, bugün seçim güvenliği önündeki en büyük engeller ve bizim özel olarak çalışmalarımızı da engellemeye çalışıyorlar. Ama şunu söyleyelim mitingine bomba konulmuş aracı yakılmış, halkı katledilmiş seçmeni katledilmiş partilisi katledilmiş milletvekili eş genel başkanları cezaevinde 36 defa ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan bir partinin mensuplarıyız. Böyle ucuz oyunlara pabuç bırakmayız. Bunlar bizi asla ve asla yolumuzdan döndüremez. Bunun bir kez daha ifade etmek sanırım gerekiyor. Hala anlamadıklarını hala bu yöntemlerde ısrar ettiklerini görüyoruz.
 
Bu iş seyyanen zamlarla çözülmez
 
Diğer bir başlık bütün bunlar olurken, AKP seçim ekonomisini yapmaya çalışıyor. Valileri, kaymakamları harekete geçirmiş, yerel seçim öncesinde Meclis’te darbe yapılmış Can Atalay’ın milletvekilliği düşürülmüş bir taraftan Kobanê kumpas davası devam ettiriliyor, hızlı bir şekilde karara çıkarmaya çalışılıyor. Yerel seçim öncesinde bir kampanya argümanı olması bakımından ama ülkeye baktığımızda ülke yangın yeri. Yoksul inim inim inliyor, bunu gören yok, duyan yok. Emeklilere 10 bin lira zam yaptılar oysa bu ülkedeki açlık sınırı 15 bin lira yoksulluk sınırı 50 bin liraya dayanmış ama hala AKP emekliye 10 bin lira zam yaptı diye bunu bir lütuf olarak görüyor. Biz şöyle duyumlar da alıyoruz; AKP’nin yeni dönemde seyyanen emeklilere yeni bir zam yapacağına dair. Buradan söyleyelim, bu iş seyyanen zamlarla çözülmez. Kesinlikle seyyanen zammı kabul etmiyoruz. Emeklilerimizin yaşam koşullarını düzeltmek istiyorsanız kök maaşlarında bir düzenleme yapmalısınız ve bugün itibariyle de hem asgari ücreti hem de en düşük gelir ücretini en az 25 bin TL’ye çıkarmanız gerekiyor ki bu da yoksulluk sınırının yüzde 50’si yani yarısı demek. Bu en azından ilk etapta insan onuruna yaraşır bir ücret olarak hayata geçecek ki bu bile yetmiyor. Bunu çok iyi net bir şekilde biliyoruz. Birçok araştırma var ama sadece bu ülkede yaşayan gelir adaletsizliğinin  çarpıklığını göstermesi açısından ifade etmek de fayda var. Örneğin bu ülkede OECD içinde işsizlik oranlarında Türkiye sondan 4’üncü ülke. DİSK-AR tarafından yapılan araştırmaya göre de gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisiyiz. Yani en zenginle en yoksul arasında muazzam bir uçurum var ve her gün bu açılıyor. Türkiye’de en zengin yüzde 5 ile en yoksul yüzde 5 arasındaki gelir farkı 31 kat artmış. Bu ne demek? Zenginin gittikçe zenginleştiği fakirin gittikçe fakirleştiği bir dönemi hep beraber yaşıyoruz anlamına geliyor. Son 10 yılda ekonominin nasıl büyüdüğüne baktığımızda 2014 yılında en zengin yüzde 5’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay, 19.56 iken 2023 yılında bu pay 24.74 olmuş. Bütün bu verileri alt alta koyduğumuz zaman aslında nasıl büyük bir gelir eşitsizliği olduğunu, nasıl büyük bir yoksulluk olduğunu, nasıl AKP’nin sermayeden, bankadan, faizciden yana bir iktidar olduğunu çok iyi görüyoruz. 
 
Türkiye’yi büyük bir zam yüzyılı, yaşadığını hepimiz biliyoruz
 
Yoksulun, açlığını, vatan millet Sakarya bol milliyetçilik, bol hamaset ile kapatan iktidar, zengini ihya etmekten, zengine her gün ülke kaynaklarını peşkeş çekmekte hiçbir beis görmüyor. Bütün bunları görüyoruz ve tüm bunlara karşı da mücadelemizi yürüteceğiz. Bütün bu gelir eşitsizliği ve yoksulluğun içinde hep söylediğimizde itiraz edilen bir mesele var. Kürt bölgelerine bakın; gelir eşitsizliğinde nasıl çarpıcı bir tablo olduğunu görürsünüz. İşsizlik verilerin, gelir eşitsizliğini, hane halkı verilerini bütün  verileri üst üste koyun ya da hepsinin haritasını çıkarın tek bir harita çıkıyor o da Kürt bölgelerinin nasıl özel olarak dışında bırakıldığını, nasıl gelirden pay almadığını, istihdamdan pay almadığını, nasıl yatırım yapılmadığını, yani siyasi olarak baskı, zor, gözaltı, darbe, kayyımla terbiye edilen Kürdistan’ın aynı zamanda yoksullukla, işsizlikle baş başa bırakılıp terbiye edildiğini görüyoruz. Bu anlamıyla bunun da çok temel bir hak ihlali olduğunun altını çizelim. Yani Türkiye’yi büyük bir zam yüzyılı, yağma yüzyılı, talan yüzyılı yaşadığımızı hepimiz biliyoruz. Bu talan yüzyılına karşı da elbette ki mücadelemiz devam edecek. TÜİK'in yoksulluk sınırı 49 bin lira. açlık sınırı 15. 448 lira, yoksulluk sınırı da 49 bin 019 tl. Demin söylediğim, verilen tam net olarak söyleyeyim. Bunların her birisi bu ülke gerçeğini açık ve net bir şekilde ifade ediyor.”
 
Başak Demirtaş sorusu
 
Basın açıklamasının ardından Başak Demirtaş’ın seçimler için başvuru yapıp yapmadığına ilişkin sorulan soruya ilişkin Gülistan, “Başak Demirtaş'ın İstanbul adaylığı için başvuru yapıp yapmadığına ilişkin soruya ise, “Sanırım bir yanlış anlaşılma var. Başak arkadaşımızın yaptığı açıklama bizim açımızdan resmi başvuru niteliğindedir. Ekstra bir başvuruya gerek duymuyoruz, evrak anlamında bir başvurusu yok ama zaten yaptığı açıklama bizim için başvurudur. Bunu kabul ettik bizim için bir sıkıntı yok. Yerel Yönetim seçimlerinde aday çıkaracağımız iller ile şu anda komisyonumuz çalışıyor. En yakın süreçte buralardaki adaylarımızı kamuoyuna açıklayacağız” diye yanıt verdi.