'Kutsal aile' öldürüyor!
- 09:08 28 Kasım 2021
- Medya Kritik
Habibe Eren
HABER MERKEZİ - Çocuk istismarının, kadın katliamlarının, panzer altında ezilen çocukların, açlığın, sefaletin, yoksulluğun her biçimini gözlemlediğimiz gibi kötülüğün, cezasızlığın ve yok etmenin de her geçen gün farklı boyutlarını görüyoruz. Müslüme’yi katleden ve tecavüz eden faili “canavarlaştırıp”, “şeytanlaştırmak yetmiyor. Olayı münferit öfke seline dönüştürmeden önce bir kez daha düşünmek gerekiyor. Devlet, yargı, aile, medya bunun neresinde…?
Öfkemizi her geçen gün büyüttüğümüz süreçlerden geçiyoruz. Bir gün içinde o kadar çok olay yaşanıyor ve toplum bu duruma o kadar çok alıştırılıyor ki bazen refleksiz kalıyoruz ya da gösterilen refleksin toplumsallaşamadığına şahit oluyoruz. Ya da birçok şeye aynı anda maruz bırakılıp, meseleye yoğunlaşmamız engelleniyor. Ama şu da gerçek: Her kötü durum karşısında ilk kez yaşanıyormuş gibi refleks verilmezse ve hep canlı tutulmazsa bir süre sonra yaşanılanlar sadece bir sayı ve istatistiğe döner.
Arjantinli edebiyat ve kültür eleştirmeni Beatriz Sarlo, “Hatırlamak gerekir, çünkü neyin 'bir daha asla' olmaması gerektiğini çok iyi biliyoruzdur” diyor. Evet, bir daha yaşanmaması için hafızamızın diri olduğu kadar harekete geçirecek gücü de olmalı. Girizgâhta değindiğim konuların çoğunda medyanın da başat bir rolü var. Biz nasıl ki, yapılan bir haberin, kullanılan bir görselin ya da bir argümanın kadın katliamlarını, çocuk istismarını meşrulaştırdığını, teşvik ettiğini ya da magazinleştirdiğini söylüyorsak; tersine doğru ve kadın odaklı bir dil ve medya anlayışı tüm bu yaşanılanları tamamen engellemese de baskı uygulayan bir güç olarak işlev görebilir.
Kuşaklar boyu süren tecavüz
10 Kasım günü ajanslara ve sitelere bir haber düştü. Yörük bir ailenin çocuğu olan 3 yaşındaki Müslüme kayıptı. Arama kurtarma çalışmalarına devam edildiği ancak bir haber alınamadığı belirtiliyordu. Mersin'in Gülnar ilçesinde 10 Kasım günü kaybolan Müslüme’nin arama kurtarma çalışmalarının 10’uncu gününde cenazesine ulaşılmıştı. Müslüme’nin ölümüyle ilgili dedesi olan Hasal Yağan tutuklanmıştı. Yapılan DNA analizine göre failin Müslüme’nin “biyolojik” babası olduğu ortaya çıktı. Bu haber yalnızca bir olayı anlatmaktan öte kuşaklar boyu sürdürülen aile içi tecavüz, toplumun buna sessiz kalması, sonunda katliama dönüşen bir silsileyi tüm yıkıcı gerçekliğiyle gösteriyordu.
Medyanın her durumu “şeyleştirdiği” bu süreçte bir kez daha “kutsal” olarak atfedilen ailenin karanlık yüzü, devletin pratiği, toplumun sorumsuzluğu ve hafızasızlığı yüzümüze vurdu. Küçük bir devlet işlevi gören aile mefhumu, fail olan erkek üzerinden değil magazinsel boyutlar üzerinden tartışıldı. Müslüme ile ilgili haberler “Şok şok”, “Dede neden tutuklandı”, “Sapık dedenin itirafları”, “çarpıcı iddialar” ya da “Ölü bulunan Müslüme'nin dedesi cezaevine konuldu! Cinsel istismar iddiaları kan dondurdu... Annesi ve dedesi..” şeklinde biten başlıklarla manşetlerden verilirken, medya tecavüze uğrayan Müslüme’nin annesini ve yaşadıklarını görmezden gelerek, ‘vicdanlarında mahkum’ etti.
Daha bu olaylar ifşa olmadan önce Gülnar Savcılığı soruşturmaya ilişkin, “gizlilik kararı” RTÜK ise yayın yasağı getirmişti. Toplumdan kaçırılan, susturulmaya çalışılan gerçek yıllardır devletin cezasızlığı ve bu durumları teşvik edici politikaları irdelenmek yerine Müslüme’nin annesine yönelik, ‘Neden sessiz kaldı?’ şeklinde suçlayıcı ifadelerle sanki toplumdaki tecavüz ve istismarın kaynağı erkekler değil de kadınlar gibi ya da bu olaya gelinene kadar devletin, yargının, Diyanet'in hiç suçu yokmuş gibi üç maymunu oynadı.
Daha birkaç yıl önce Diyanet verdiği fetvada, “Bir baba öz kızına şehvet” duyabilir diyordu. 2016 yılında Ensar Vakfı’nda 40 çocuğa tecavüz edildiğinde bu devletin Aile Bakanı, “Bir kereden bir şey olmaz” diyordu. İktidar medyasının her gün kadını, çocukları, hatta güzel olan ne varsa hedef aldığı bu süreçte İstanbul Sözleşmesi’nin “ailenin yapısını bozuyor”, “Türk aile yapısına uygun değil”, “Sapkınlığı artırıyor” diye aylarca anti propagandası yapıldı. Nafaka nedeniyle mağdur olduğu öne sürülen, erkeklere mikrofon uzatıldı. Söz konusu istismara, tacize, şiddete, sömürüye karşı mücadele eden kadınlar ve kadın örgütleri “mor çetelerden provokasyon” diye hedef gösterildi.
Çocuk istismarının, kadın katliamlarının, panzer altında ezilen çocukların, açlığın, sefaletin, yoksulluğun her biçimini gözlemlediğimiz gibi kötülüğün, cezasızlığın ve yok etmenin de her geçen gün farklı boyutlarını görüyoruz. Müslüme’yi katleden ve tecavüz eden faili, “canavarlaştırıp”, “şeytanlaştırmak” yetmiyor. Olayı münferit öfke seline dönüştürmeden önce bir kez daha düşünmek gerekiyor. Devlet, yargı, aile, medya bunun neresinde…?