Medya ve linç kültürü!
- 09:07 10 Nisan 2022
- Medya Kritik
Diren Yurtsever
İSTANBUL - Bugün medya, ön yargılı, ötekileştirici, aşağılayıcı, cinsiyetçi ve hedef gösterici dili ile adeta bir linç kültürü oluşturuyor.
Toplumdaki ataerkil sisteme bağlı toplumsallaşma sürecinde kadınla ilgili “değerlerler” yeniden üretiliyor. İyi bir “anne”, iyi bir “eş”, “makul” kadın… Medya ise bu süreçte kadınların aleyhinde işleyen mekanizmaları ısrarla muhafaza ediyor. Kullandığı cinsiyetçi dilin yanı sıra devletin ve sistemin kadın aleyhine dönük politikalarını ve uygulamalarını daha doğrusu işlediği suçları örtbas ediyor. Erkek egemen sisteminin ve iktidarının sürdürücüsü olan erkeği adliye, emniyet vs., gibi mekanizmalarıyla koruyan devleti, erkek nezdinde korumak medyanın en “milli” görevi. Tabi ki sözümüz yandaş, havuz, ana akım medyaya. Yarattığı dil ile farkındalık yaratan, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten, hak haberciliği ve kamu yararını esas alan basını dışında tutuyoruz.
Bunu kendine önemli bir misyon olarak kabul görmüş olan bu tür medya, ön yargılı, ötekileştirici, aşağılayıcı, cinsiyetçi ve hedef gösterici dili ile adeta bir linç kültürü oluşturuyor.
Medyanın linç kültürü
Son günlerde gündeme gelen Pendik’te bebeğini terk etmek zorunda kalan 20 yaşındaki E.S. adlı kadının medya eli ile nasıl linç edildiği bunun en tipik örneklerinden biri. Haberi, Acil Tıp Teknisyeni Büşra Durmaz’ın ihbar üzerine olay yerine gitmesi, terk edilmiş bebeği emzirmesi ve bunu sanal medya hesabı üzerinden paylaşması ile öğrenmiş olduk. Bir anda gündeme düşen bu haber, görevi gereği bu tür durumlara acil müdahale etmek olan Büşra Durmaz’ı “kahraman” yaparken, bir kadının/annenin nasıl olması gerektiğinin rol modeli olarak medya tarafından sunuldu. Tabi ki Büşra Durmaz büyük bir duyarlılıkla görevini yapmıştı. Ama işin esası bu değildi. İşin esası E.S.’yi bunu yapmaya zorlayan nedenlerdi…
Cani medya!
Adeta cadı avlarını aratmayacak bir tarzda “Cani kadın”, “Cani anne” manşetlerine konu olan E.S. ise suçlandı, suçlu gösterildi. Medyanın gözünde suçlu belliydi! Peki kimdi suçlu? İfadesinde, E.S’ye şiddet uygulayan erkeğin, onu kabul etmeyen ailesinin, E.S.’nin bebeği aldırması için eline mermi koyarak tehdit eden erkeğin (bebeğin babası), barındırmayan sığınma evinin (devletin mekanizması), kadınları katleden erkekleri cezasız bırakan yargının, tehdit edildiği için koruma talep eden kadınları korumayan mekanizmaların suçu yok mu?
Medya, attığı “Cani anne”, “Cani kadın” manşetleriyle şeytanlaştırdığı E.S.’nin nasıl “kötü” bir kadın/anne olduğunu hakkıyla göstermişti! Bir linç kültürü oluşturan medya, E.S.’nin taşlanmasını sağlayarak görevini yapmış, şeytanı taşlayan toplum ise vicdanını rahatlatmıştı.
Oysa E.S.’yi zorlayan nedenleri ortadan kaldırmayı bir politika haline getiren bir devlet aklı ve mekanizmaları olsaydı; tıpkı koruma talebinde bulunan kadınların korunabileceği gibi bugün çetelesini tutmakla sınırlı kaldığımız kadın katliamları yaşanmayabilirdi. E.S., erkek egemen bu devlet ve sistemin her gün yeniden ürettiği ve politikalarıyla organize bir hale getirdiği şiddet sarmalından koruyabilseydi kendini veya güvende hissetseydi bugün bu sonuç olmayabilirdi.
Bir kadının alternatifsiz ve çaresiz bırakılması, bir bebeğin ölüme terk edilmesi, elbette suçtur ve bu suçun ortakları vardır! Medyaya düşende bu suçluları teşhir etmek!