Katliam, kriz, sansür vs.

  • 09:03 11 Ağustos 2024
  • Medya Kritik
 
Gülşen Koçuk
 
HABER MERKEZİ - Herkes artık, gelen her sansürün öncesinde ve sonrasında iktidarın olmasını istemediği bir hareketliliğin bulunduğu konusunda ikna. Ki öyle de oldu. Savaş, şiddet, katletme, işkence şeklinde sıralarken uzayan bir cümleye getirdiğimiz “vesaire” kelimesine yüklediğimiz her türlü hak ihlali böylesi dönemlerde pik yapar. Evet, hayvan katliamı…
 
Dijitalleşme çağında yaşarken dijital medyanın yaşamlarımızdaki yeri, son yılların neredeyse en fazla tartışma konusu olan gündemlerinden bir tanesi. Bir taraftan debelendikçe içine çeken ve kurtulması bir hayli zor olan bir bataklık gibi olan dijital medya platformları, her ne kadar manipülasyona çok açık bir alan olsa da haberleşme-iletişim kanalı olarak önemli bir yerde duruyor. Muhalif kesimler tarafından özellikle Gezi direnişinden sonra daha aktif kullanılan dijital medya, teknoloji ve haberleşmenin gücünü ciddi oranda büyüttü ve belki de bulunduğu yer sarsılamaz noktaya geldi. Nihayetinde dijital medya artık hayatımızın birçok yerinde belirleyici bir konuma geldi.
 
Yasal sansürün adımları
 
Türkiye ve Kurdistan’da yaşayanlar olarak, iktidarın bu güç karşısındaki müdahale araçlarına çokça tanıklık ettik. Geçmişte televizyon ve gazete sansürleri şeklinde olan bu engellemeler arasında artık internet sansürü de bulunuyor. Ve bu sansür alanı nur topu olmaktan çoktan çıktı, ergenlik dönemini yaşıyor. 2020 yılı itibariyle internet ve dijital medya platformlarına dönük sansürün yasal zemini oluşturulmaya başladı. Bu kapsamda 1 Ekim 2020 yılında yürürlüğe giren “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” Türkiye’deki internet ortamı paylaşımları ve internet haberciliğinde sistematik sansür sürecinin zemini oluşturuldu.
 
İfade özgürlüğüne darbe
 
Yasa ile birlikte “suç” olduğu savunulan içeriklerin kaldırılmasının önü açılırken, düşünce ve ifade özgürlüğüne önemli bir darbe vurulmuş oldu. Türkiye'den günlük erişimi 1 milyondan fazla olan yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılarının, Türkiye’den en az 1 kişiyi temsilci olarak belirlemesi zorunluluğu getirilen yasaya göre, temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcısına BTK Başkanının onayıyla 10 milyon lira idari para cezası veriliyor. Yasadaki süreç uyarınca temsilci bildiriminde bulunulmaması durumunda sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliği yüzde 90'a kadar daraltılabiliyor. 
 
Instagram’a engel
 
Elbette sansür adımları bununla sınırlı kalmadı. 10 Ekim 2022 tarihinde iktidar yeniden bir yasayı Meclis’ten geçirdi ve “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” dediği “sansür yasası”nı yürürlüğe koydu. 40 maddelik yasa ile “yalan” olarak tanımladığı her tür haber, bilgi ve içeriği engelleme ve cezalandırmanın yolunu açan iktidar, adım adım gerçeği silik hale getirme yolunda ilerliyor. Bu yasadan önce olduğu gibi sonrasında da sansüre devam eden iktidarın son icraatı ise 2 Ağustos günü Instagram’ı engellemek oldu. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) sitesinde, Instagram’ın mahkeme kararı olmadan “katalog suçlar” nedeniyle kapatıldığı belirtilirken, kararın İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, İsmail Haniye’nin öldürülmesinin ardından Instagram’da yayımlanan taziye mesajlarının kaldırılması nedeniyle “Bu çok açık ve net bir sansür girişimidir” tepkisini göstermesi sonrası alınması dikkat çekti.
 
Yeni Türkiye’nin Instagram’sız düzeni
 
Yasal değişikliklerin yanında haber ve içerikler hakkında verilen binlerce erişim kararı tablosuna bir de Instagram eklendi. Bunca sansür pratiğine rağmen “intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçlar” şeklinde sıralanan katalog suçlara yaklaşımı gerekçe gösterilerek Instagram’ın kapatılması elbette soru işareti yaratıyor. İktidardan kimi isimlerin Instagram ve küresel erişim sağlanan dijital medya platformlarını “faşist” olarak tanımlamasının, düşünce ve ifade özgürlüğünü hiçe saymakla suçlamasının yanında, belki de dönüp nelere sansür uyguladığına bir bakmalı. Katalog suçlarla mücadelede yargının rolüne bakmalı. Bu suçlarla mücadelede yasamanın, yürütmenin durduğu yeri sorgulamalı.
 
Toplumu cezalandırma aracı: Sansür
 
Instagram engeli her ne kadar kaldırılsa da toplumda oldukça geniş bir yelpazeye olumsuz etki etti maalesef. Bunun içerisinde hak mücadelesi verenler, ekonomik kriz karşısında ayakta kalabilmek için el emeğini satmaya çalışanlar, medya kuruluşları gibi çok sayıda kesim bulunuyor. Instagram üzerinden toplumun cezalandırıldığı sansür nedeniyle, küçük ölçekli işletmeler ve emeği üzerinden geçimini sağlayanlar ciddi zarar gördü. İktidar ve medyası, bu gerçeğin bir “saptırma” olduğunu söylese de kargo firmalarının kargo gönderimlerinde yaşanan ciddi düşüşe dair açıklamaları hakikatin ne olduğu konusunda fikir veriyor.
 
‘Vesaire’nin yükü
 
Diğer dijital medya platformlarında ve elbette VPN yoluyla erişilen Instagram’da sorgusuz-sualsiz iktidarın ağzından çıkanlara inanan kesim dışında bu gerekçeyi gerçekçi bulan neredeyse yok. Zira herkes artık, gelen her sansürün öncesinde ve sonrasında iktidarın olmasını istemediği bir hareketliliğin bulunduğu konusunda ikna. Ki öyle de oldu. Savaş, şiddet, katletme, işkence şeklinde sıralarken uzayan bir cümleye getirdiğimiz “vesaire” (vs.) kelimesine yüklediğimiz her türlü hak ihlali böylesi dönemlerde pik yapar. Evet, hayvan katliamı…
 
Ölçü vicdan
 
“Konuşanı sustur” mantığıyla gerçekleştirilen sansür uygulamalarının bu kez de ardından “trajik”, tarihin utanç ile işleyeceği görüntüler ortaya çıktı. Geçtiğimiz haftalarda Meclis’ten geçen “katliam yasası” jet hızıyla belediyeler eliyle uygulanmaya başlandı. Kentlerden üst üste toplu mezar görüntüleri gelirken, hiçbirimizin yüreğinin kaldıramayacağı görseller paylaşılıyor. Bu görselleri paylaşmanın etik tartışmaları bir yanda duruversin, görüntülerin tanıklarının, “evet” denilen yasanın gerçeklerini gözler önüne sermek için başka bir yol kalmayınca, çareyi bu gerçekliği görsel olarak paylaşmakta buldukları açık. Burada belki bir başka tartışmaya da gitmek gerekecek. Köpek katliamının dini kurallara uyup uymadığı. Toplumsallaşmasında İslami argümanlardan önemli destek alan iktidarın bu girişimine, Kuran’dan yanıt verme çabası görece anlaşılır olsa da vicdan ve akıl ölçülerinde meşru olan bir yaşam hakkının kutsallığı için dini kanıtlara gitmeye gerek dahi yok. Zira ölçü önce vicdan.
 
Kim sınavını nasıl verecek
 
Birçok meselede ayrı iki kutup olarak duran medyanın, bu meselede de net çizgileri olduğu görülüyor. Siyaset üstü bir yerde duran yaşam hakkının ihlalinde her türlü gerekçeyi bulan ana akım, tabi hayvan katliamına yaklaşımını da değiştirmeyecekti. Sadece, bu kez daha ortayolcu bir dil kullanmak gerekecekti. “Düğünde terör örgütü propagandası yapan şarkı eşliğinde halay çeken” gibi Kürtlerin söz konusu olduğu haberler kadar ayrıştırıcı bir dil yerine, “…köpeklerin öldürüldüğü iddiaları…” demek gibi…
 
Sansür uygularken “düşünce ve ifade özgürlüğünün kutsallığından dem vuran, yaşam hakkı, hayvan sevgisi derken arka bahçede hayvanları katleden, bunlara karşılık yeni Türkiye düzenine bir de “yerli ve milli dijital medya platformları ekleme” çağrısı yapan akla karşı elbette toplumsal adalet işliyor. Ve siyasetin, toplumun verdiği sınav, elbette basını-medyayı da aldığı tutum üzerinden bağlıyor.