Ayşe Gökkan baskıyı ve direnişi yazdı: Örgütlenmeden nefes dahi alamayız!
- 10:28 20 Ekim 2021
- Güncel
Şehriban Aslan
DİYARBAKIR - Kürt kadın özgürlük mücadelesine adım attığı günden bu yana yaşadığı, tanık olduğu baskıları ve buna karşı direnişi anlattığı yazısında TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan, şu vurguyu yaptı: “Ataerkil devlet sisteminde katil mağdur, mağdur da katil oluyor. Bugün yaşanan budur. 35 yıldır kadın özgürlük mücadelesi veriyorum. Kadın örgütlenmeden özgür olmaz, tek tek katledilmekten kurtulamayız. Tüm mücadelede bir daha asla örgütsüz nefes dahi alamayız. Erkek saldırılarında örgütsüzken ki zulmü bir daha asla yaşamayacağız.”
Tevgera Jinên Azad (TJA) Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan hakkında “örgüt yöneticisi olmak” ve “örgüt üyeliği” iddialarıyla hakkında açılan dava sürerken, her duruşmada mahkeme heyetinin savunma hakkını engelleme girişimleri ve saldırıları oluyor. Önceki duruşmalarda anadilde savunma hakkı engellenen Ayşe’nin avukatları da 13 Eylül’de görülen duruşmada mahkeme başkanının talimatıyla polisler tarafından darp edilerek salondan çıkarıldı. Bugün duruşması görülecek olan Ayşe, yargılandığı ilk günden bugüne yaşadıklarını ajansımız için kaleme aldı.
‘Zindan içinde zindana mahkûm ediliyoruz’
35 yıldır yerel, ulusal, bölgesel ve uluslararası kadın çalışmalarında yer alarak, kadına yönelik şiddete, ırkçı uygulamalara karşı mücadele ettiğini söyleyen Ayşe, 9 aydır Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’nde savunmasız şekilde tutsak edildiğine dikkat çekti. Ayşe, “Kürt kadınları olarak Kürdistan'da yaşıyor olduğumuz için yedi kat yerin dibinde 3 kat zulme maruz kalıyoruz. Zulme maruz kalışımıza erkek egemen sistem karar verip, seyrediyor. Zemin çeşitleri öylesine çetrefillidir ki ulusal ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan siyasal, sosyal, kültürel kimlik, anadil ve benzeri tüm haklar cinsiyetçi, ırkçı, dini istismar eden zihniyet ve keyfi uygulamalar dışında ve içeride tecrit içinde tecrit, zindan içinde zindana mahkûm edilmekteyiz” dedi.
‘Nefes aldığımız için suçlanıyoruz’
Kürt kadınların, çocukların yaşamları boyunca, kimlikleri olan anadillerinde nefes dahi aldıkları için suçlanıp, cezalandırıldıklarını dile getiren Ayşe, “anadillerinden kaynaklı çocukluktan bu yana aşağılanıp suçlandıklarını” kaydetti. Ayşe, kendi topraklarında hiçbir parti ve siyasal oluşum, politik yelpaze yokken Türkçe bilmedikleri gerekçesiyle işkencelere maruz kaldıklarını söyledi.
Ayşe’nin yazısı şöyle:
“Anadilimde kimliğim ile ilgili çocukluğumdan beri saldırıya uğruyorum. PKK yokken biz Kürt çocukları Kürt olduğumuz ve Kürtçe konuştuğumuz için potansiyel suçluyduk. Hiç Kürt halkının haklarının demokratik yollarla dahi verilmesini isteyen siyasi oluşum ya da parti yokken bile biz Kürtler Kürtçe konuştuğumuz için illegal örgüt üyesi olarak yani bugünkü PKK örgütüne üye olmakla eş uygulamalara maruz kalır, yargılanır ve şiddet görürdük.
Kürt kadınları dünyasızlaştırılmak isteniyor
Her yerde okulda, Kürdistan ve Türkiye yerleşim alanlarında; ses tonumuz, konuşmamız Kürtçe dil seslerini çıkaran gırtlağımız illegal oluşumuzu ispatlayan delil olarak işkenceye maruz kalmamıza gerekçeydi. Kılımız kıpırdamazken sadece anadilimizde konuşmamız bugünkü illegal örgüt üyesi olarak maruz kaldığımız tüm zulümlerle harfi harfine aynıydı. Şimdi Kürt, kadın, Kürdistan, anadil hakkı deyince illegal örgüt üyesi olmak, örgüt üyesi olmamakla birlikte üye faaliyeti yapmak, propaganda, yardım yataklık, örgüte eleman kazandırmak suçlamalarıyla yargılanıyoruz. Bununla biz Kürt kadınları dünyasızlaştırmak, kimliksizleştirmek istiyorlar. Ben PKK'den önce doğdum. Ben Kürt, kadın olmaktan ve Kürdistan'da yaşıyor olmaktan kaynaklı maruz kaldığım tüm baskı, zulüm, aşağılama, küçük düşürülme, itibarsızlaştırılma saldırılarının aynısı, tıpa tıp gibi zulümleri 'PKK'lidir' adı altında yaşıyorum. PKK'liler mi Kürt, Kürtler mi PKK'li? Sistem cinsiyetçi, ırkçı, dini istismar eden uygulamalarla sistemdir. Biz kadınlar ‘töre’, ‘namus’ cinayetlerine karşı çıktık, erkek egemen zihniyet bunu da modernize ederek ‘aşk’, ‘flört’, ‘kıskançlık’ diye kategorize ettiği kadın cinayetleri ile Kürdistan ve Türkiye'de kadın kanı akıtmaktadır. Kadın, Kürt ve Kürdistanlı olunca üç kat zulme uğrayıp katlediliyor.
Kürt kadınları erkeklere karşı tehdit olarak kullanılıyordu
Evet; 12 Mart, 12 Eylül tüm Türkiye'de genel bir uygulama olarak biliniyor ama Kürdistan'da aralıksız OHAL'lerle üç kat zulümdür bu tarihler. Militarizm, daha PKK bilinmiyorken köylere girip kadınları bir tarafa erkekleri bir tarafa ayırıp işkence yapıyordu. Kadınlar, erkekler köy meydanında yaşadıkları işkenceyle aklını yitirdi. Asker köyden çıkınca bile kadınlarla erkekler birbirinin yüzüne bakamazdı maruz kaldığı işkencelerden. Kürt kadınlarını erkeklere karşı tehdit olarak kullanıyorlardı. O zaman Kürtler ‘kuyruklu’, ‘cahil’, ‘vahşi’, ‘mağarada yaşayan’, ‘kart-kurt’lardı. Bugün de 'hain terörist' sıfatıyla aynı zulme maruz kalmaktayız. O zaman Kürtçe konuşanlar aşağılanır, para cezasına çarptırılır, tutuklanırdı. Bugün Kürtçe savunma yapmak gizli tanık, polis, asker, bekçi, korucu ifadeleriyle iddianamelerimizde suçlu olduğumuzu gösteren bir delile dönüşüyor. Kürtçe savunma yapmak ve Kürdistan sözcüklerini kullanmak kuvvetli suç delilleri muamelesi görüyor.
‘İlk sabıkam Kürtçe konuştuğum için cezalandırılmamdı’
Amed TEM'de tercüman istediğim için polis tarafından gözaltı süresinin 4 gün daha uzatılmasıyla tehdit edildim. Antep Savcısı, tercüman aracılığıyla Kürtçe konuşmama rağmen sorgu belgesine tercümanla Kürtçe konuştuğuma dair ibareyi geçirmedi. Kürtçeyi yok saydı. Amed savcılığında ifade verirken Kürdistan dediğim için 'Kadınla ilgili iyi şeyler yapmış olabilir ama Kürdistan dediği için tutuklamaya sevk edeceğim' dedi savcı. Örgüt üyeliği iddiasıyla tutuklamaya sevk edildim. Doğduğum, büyüdüğüm coğrafyanın adını söylemek örgüt üyesi olduğumun kanıtı olarak zindana kapatılmaya yetiyor. Yaşamımda ilk sabıkam Kürtçe konuştuğum için ceza verilmesi oldu. Bana açılan her dava dosyasında mahkemeler beni sabıkalı diye geçiriyordu. Sabıkalı olmam adli suç işlemişim gibi aşağılayıcı bir dille ifade ediliyordu. Üst üste açılan birçok davada ve kontrollerde 'sabıkalı' denilerek sorgulanıyordum. Kürtçe konuştuğum için bana verilen cezaya, mahkemeye Kürtçe itiraz ettim. İtirazım kabul edildiğinde Urfa Adliyesi'nde 'Kürtçe tercüman istemek suç ise bu suçu tekrar işliyorum' dedim ve bana verilen ceza aynen onaylandı. AİHM'e başvurdum. Türkiye mahkûm edildi ama ben basına yaptığım açıklamamda 'Keşke Türkiye'de çözebilseydim' dedim. Biz Kürt kadınlar Leyla Güven ve daha birçok kadının anadilinde savunma yapma hakkımız mahkemelerde engellemektedir.
‘Her mahkeme ve gözaltılarda sözlü tacize maruz kalıyorum’
Savunmalarımda Kürtçe tercüman talep etmem bir suçmuş gibi her mahkeme ve gözaltında sözlü tacizlere maruz kalıyorum. Ben kendimi Kürtçe ifade edebiliyorum. Türkçe benim için teknik eğitim dilidir. Duygu ve düşüncelerimi anadilimde ifade edebiliyorum. Öyle olmazsa bile kendimi ifade edeceğim dili kendim seçerim. Hiçbir yasa bu hakkımı elimden alamaz. Mahkemelerde ya tercüman hakkım reddediliyor ya da anadilimde savunma yapmam için ücretli tercüman atanıyor. Bu da para cezasına çarptırılma uygulamasıdır. İddianamede kamuoyuna açık yaptığım Kürtçe konuşmalar çarpıtılarak çevrilmiştir. Kürtçe okuyup yazmak öyle kuvvetli bir suç delili olarak değerlendiriliyor ki iddianamede gizli tanığın (yalancı), Azadiya Welat gazetesinde köşe yazarlığı yaptığımı söylemesi bir suç delili gibi kodlanmıştır. Kürtçe başlı başına illegal örgüttür. Yeşilköy havalimanında pasaport kontrolünde Kürtçe konuştuğumda ‘Yeşil pasaportlu Kürtçe konuşuyor, şüpheli şahıstır’ denildi ve sahte pasaport şüphesiyle sorgulanmak istendim (basında var). Kürtçe konuşmak, Kürtçe ağlamak, Kürtçe gülmek, Kürtçe müzik dinlemek (barışın katledilmesi gibi) Apê Musa gibi Kürtçe ıslık çalmaktan yargılanıyoruz, katlediliyoruz.
Politik kadın tutsaklar olarak dışlanıyoruz
Kürt kadını, Kürdistanlı ve tutsak olmak, zindanda dört kat zulme uğramaktır. 2017 yılı Haziran ayından bu yana 9 kez yargı karşısına çıkarıldım (TEM, savcılık, mahkeme 22 kez). Bu sürenin bir buçuk yılını zindanda, 36 gününü gözaltında geçirdim. Zindanda olmadığım zamanın tümünde de denetim serbestliği ile karakola imza verme ve yurtdışı yasağı ile cezalandırıldım. 9 aydır savunmasız zindandayım. Mahkemede tercüman verilmedi, SEGBİS bozuk denildi, Covid dolayısıyla her türlü engellemeyle savunma hakkım ihlal edildi. Mahkemeye götürüldüğümde de dünyada skandal olacak nitelikte mahkeme yargıcı ve heyeti kadın avukatlarıma şiddet uygulayarak, baro başkanı ve avukatlarına saldırı emri vererek savunma hakkım engellendi. Cezaevinde fiilen esir ama esir statüsü verilmeden her türlü hakkımıza el konuluyor. Politik kadın tutsaklar olarak sürekli dışlanıyoruz. Hukuk yolu ile hak arama bile disiplin soruşturması konusu oluyor. Bu uygulama beyazların siyahlara cezaevlerindeki uygulamalarını aşan düzeydedir. Beyazlar Afrika topraklarını işgal ettikten sonra siyahları ‘işe yaramaz, terörist, hırsız…’ olarak damgalayıp ilan ettiler. Zindanlara kapattılar. Beyazların gözünde siyahlar sadece suçlu değildir aynı zamanda teröristtirler de. Tüm beyazları yok edip beyazların topraklarını ellerinden almak istiyorlar diye anlatılırdı.
Biz Kürt’üz ve kadınız
Siyahların hak belgesi yoktu. Beyazlar derdi ki ‘Biz beyazların hak belgesine ihtiyacı yoktur çünkü biz beyazız’. Beyazların siyahlar için inşa ettiği zindanlara getirilen kurallar insanlık dışıydı. Yine de cezaevini yöneten beyazlar kendi kişisel kurallarını da onlar üzerinden uyguluyorlardı. ‘Eğer benim kurallarıma uymazsanız hayatlarınızı şu anda olduğundan daha kötü bir hale getiririm’ diye siyah tutsakları tecrit içinde tecride mahkum ederlerdi. Şimdi Amed zindanı da dahil biz politik tutsak kadınlar, kaldığımız zindanlarda siyahlarla aynı muameleye tabi tutuluyoruz. 12 Eylül zindanlarının uygulamalarını da Covid-19 silahını da biz politik kadın tutsaklara karşı kullanarak ‘Eğer benim kurallarıma uymazsanız hayatlarınızı şu anda olduğundan daha kötü bir hale getiririm’ uygulamasına tabi tutuluyoruz. Biz Kürt’üz ve kadınız. Kadın ve siyah olmak gibi hayatlarımız tecrit içinde tecrit edilmektedir.
Ses işkencesi uygulaması
Zindanda hak ihlalleri diz boyu. Her ihtiyacımız cinsiyetçi, ırkçı, keyfi uygulamaların elemesinden arta kalanlarla bize veriliyor, ekmeklerden arta kalanlar da… Tecrit içinde zulümdür. Başta anadilde yayın yasağı (Xwebûn gazetesi verilmedi), kitap kısıtlaması, her türlü iletişim kısıtlaması, hastaneye götürülürken çıplak kelepçe uygulaması, tutuklananlara çıplak arama uygulaması, kamera ile hem koğuşlar hem de banyo tuvalet giriş kapısı 7/24 kamera ile taciz etme uygulaması, kameraların iyi çekim alabilmesi için projektörlerle yatma yeri olan koğuşu yarıya kadar ve alt katta bir ışığı sürekli açık bırakarak aydınlıkta uyku bozukluğu yaratılmaktadır. 80 metrekarelik havalandırman 10 metre yükseklikteki duvar ile 25 metrekareye indirgenmiş ve çatıdan 27 adet yağmur suyu oluğu bağlanmış. En ufak yağmurda ses işkencesi uygulaması süreklileşmiştir. Cezaevi savcısına gösterdiğimde ‘Buraya düşmüşsün katlanacaksın’ dedi. Arama adı altında neredeyse her hafta koğuşlara baskın düzenlenmekte, Covid-19 salgını koğuşlara adeta dağıtılmaktadır.
Psikoloğa gitmemek suçlu olarak kabul ediliyor
Karantina koğuşu ve ağır hasta tutsakların olduğu koğuş üç günde 2 kez basıldı. Zindan görevlileri salgının taşıyıcıları olmalarına rağmen, tutsakların testleri pozitif çıktığında koğuşlara kapatılıyoruz, hakaretlere maruz kalıyoruz ve salgını biz yaymışız gibi muamele görüyoruz. Covid olan tutsakların beslenme ihtiyacı dahi karşılanmıyor. Tutsakların öksürük sesleri işkence seslerini dinleme uygulamasına dönüştürülüyor. Aile ve avukatlarla açık görüş yaptırılmadığı gibi zindan içinde sosyal etkinlikleri toplu yapma hakkı tutsakların elinden alınmıştır. Zindan psikoloğuna çıkmayı kabul etmemek suçlu muamelesine tabi tutulmaktadır. İnsan kendi özgür iradesiyle psikoloğa gider ya da gitmez. Zindanlarda tutsaklar, cezaevi yönetimi tarafından disiplin kurulu ile tehdit edilmektedirler. Ama biz kadınlar asla bu tehditlere boyun eğmeyeceğiz, direneceğiz. Tutsakları o kadar iradesiz görmektedirler ki vejetaryen olduğunu beyan etmen yetmiyor doktor raporu isteniyor. Menopozda olanların bunun için elbise kotasının artırılması yönündeki taleplerine ‘yönetmeliğe aykırı talepte bulunma suçu işlemek gibi’ biyolojik diktatörlük uygulanmaktadır. Kadın tutsaklar cinsiyetçi hitaplarla (kızlar) çağrılmakta. Güvenlik bahane edilerek maviye benzer kıyafetler verilmiyor. Ama gardiyanların giydiği mavi renk gömlek ve tişörtlerle, biz tutsaklara verilen nevresim takımı aynı renklerdedir...
Haklarımızı gasp ederek, ayrıcalıklarına ayrıcalık katıyorlar
5 mm çapındaki sarı, kırmızı, yeşil çiçekler ulusal renkleri çağrıştırıyor diye verilmiyor. Ailelerimiz ekonomik sıkıntıda zorlanıyor. Kodlanmış emir komuta zincirlerinin nasıl bir körlük ve farkındasızlık yarattığı, imtiyazların (AKP-MHP, Adalet Bakanlığı, cezaevi savcısı, müdürü ve gardiyanları) biz tutsak kadınları zindan görevlilerinin gözünde, duygusunda nasıl kurgulamaları gerektiği, nasıl düşüneceği, bizimle ilgili nasıl şekillenecekleri belirleniyor. Biz imtiyazsızlar üzerinden imtiyazını kaybetmemek için maddi ve manevi mülkiyetini, hukuk da dahil her şey ile koruyor. İmtiyazlılar (Türk, erkek, AKP-MHP) için dışarıda olduğu gibi zindanda da haklarımız elimizden almaları kahramanlıktır. Hak gaspı ile daha da terfi edilerek ayrıcalıklarına ayrıcalık katmaya devam ediyor. Bu durumda imtiyazlı olmayan biz politik kadın tutsaklar, iki kat daha fazla hak gaspına uğruyoruz. Onların daha çok hak sahibi olmaları için bizim kendi haklarımızla vazgeçmemizle mümkün olduğunu biliyor ve haksızlıklarını daha da artırıyor. Haklarımızdan vazgeçmememiz ve direnmemiz karşısında disiplin cezası adı altında hücrelere kapatılıyoruz, infazlarımız yakılıyor.
Haklarımız için zindanı göze aldık
Biz Kürt ve kadın olarak haklarımız için zindanı göze aldık. Amed zindanında bugün direnişle var olmanın öcünü almak için saldırıyorlar. Disiplin cezaları, hücre, sürgün politikalarıyla yıldırmak istiyorlar. Kadınları iradesizleştirip ataerkil devlet, dinci, ırkçı, cinsiyetçi sisteme entegre etmeye çalışıyorlar. Ama nafile, biz kadınlar asla boyun eğmedik, diz çökmedik. Zalim zulme soyunduğunda biz kadınlar direnişi kuşanırız.
Üst üste disiplin soruşturmaları açıldı
Yukarıda bahsettiğim tüm konularda infaz hakimliğine suç duyurusunda bulundum. Ancak sonuç alamadım. En son mahkemede yargı heyeti tarafından yaşananlar hayatı daha da zorlaştırdı. Karantinada uğradığım hak ihlalleri arttı. Cumhuriyet başsavcısına suç duyurusunda bulunduğum için sürekli disiplin soruşturmalarıyla tehdit ediliyorum. İradem dışında Sinovac aşısı yapılmasına İnfaz Hakimliğine başvurduğum ve savcılığa suç duyurusunda bulunduğum için bana üst üste disiplin soruşturmaları açıldı. Matbu olarak görevlilere ‘uygunsuz söz sarf etmek ve davranışta bulunmak’ suçlamasıyla sürekli tehdit ediliyorum.
Mahkeme heyeti zindan görevlilerine cesaret veriyor
Mahkemede yaşananlar insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Mahkemeden zindan geldiğimden beridir adeta disiplin soruşturmaları yağmur gibi yağıp ardı arkası kesilmiyor. Bir mahkeme heyeti (9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi) kadın avukatlara, baro başkanına mahkeme salonunda saldırı kuvvetine talimat verirse ve saldırırsa, artık zindanlarda neler olabileceğini tahmin etmek zor değil. Mahkeme heyeti zindan görevlilerine cesaret veriyor. Çünkü hiçbir görevli zulümden ceza almayacağını biliyor. Mahkeme heyetinin davranışlarından biliyor ve garanti altında olduğunu, zulmün yanına kar kalacağını biliyor. Paranın tanrılaştırdığı ataerkil devlet sisteminde zulüm para ediyorsa; katletmek, kahramanlık oluyor, katil mağdur, mağdur da katil oluyor. Bugün yaşanan budur. 35 yıldır kadın özgürlük mücadelesi veriyorum. Kadın örgütlenmeden özgür olmaz, tek tek katledilmekten kurtulamayız. Tüm mücadelede bir daha asla örgütsüz nefes dahi alamayız. Bize ‘kuyruklu’, ‘kart kurt’ denildiğinde ve erkek saldırılarında örgütsüzken ki zulmü bir daha asla yaşamayacağız.
Biz Kürt kadınlarından öç alınıyor
Biz Kürt kadınlar yine binlerce kadın özgürlük mücadelesinin aktivistleri, kadın belediye meclis üyeleri, illegal meclis, belediye eşbaşkanları, kadın yöneticiler, Aysel Tuğluk, Leyla Güven, Sabahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata ve Kürt kadınlarıyla dost olduğu için Figen Yüksekdağ zindandadır. Biz Kürt kadınlarından öç alınıyor, ‘Siz misiniz mağaralardan fışkırıp Türkiye, Ortadoğu, Asya, Afrika, dünya kadınlarıyla buluşup özgürlüğün ilham kaynağını büyüten(?) Siz misiniz örgütlenerek özgürleşeceğiz deyip yerel yönetimlerde eşbaşkanlığa, eşit temsiliyetle bağımsız kadın hareketi aktivisleri olan, erkek sistemini tartışmaya açan.’
Tutuklu sayısı hükümlü sayısının iki katıdır
Binlerce Kürt kadın her gün gözaltına alınmakta, yargılanmakta, ağır cezalara çarptırılmakta, köpekli saldırı da dahil cinsiyetçi, ırkçı saldırılarla sokakta, evde, mevsimlik, işçilikte, okulda, işyerlerinde baskı zulüm altındadır. 9 aydır cezaevindeyim. Amed zindanındaki politik kadınların istatistiğini olanaksız koşullarda (olanaklar) tutmaya çalışıyorum. Ulaşabildiğim kadarıyla 70 kadın Amed zindanındadır. Kimileri tahliye oldu. Şimdi 50’nin üzerinde kadın var. Bu kadınların 28’i 30 yaşın altında, 16’sı 30-40 yaş arası, 14’ü 45-50 yaş, 10’u 60-70 yaş arasında. Bunlardan 20’si bekar, 6’sı partnerli, diğerlerinin hepsi çocukları ve torunları olan kadınlar. Doğum tarihleri 2001-1951 aralığında. Bu kadınların yüzde 92’si örgüt üyesi olarak yargılanmış ve yargılanmaktadır. (Tutuklu-hükümlü ya da ceza verilerek bırakılmış.) Bunlardan 26’sı hükümlü ya da hükümlü özlü, 44’ü tutukludur. Tutuklu sayısı hükümlü sayısının neredeyse iki katıdır. Tutuklu ve hükümlüler sürekli disiplin soruşturmalarıyla tehdit edilip cezalandırılmaktadır. Bir ay içinde 23’ü bir ay süreyle görüş haklarından men edildi. 18’i 1 ile 11 gün arasında hücre cezasına çarptırıldı. 9’u bazı etkinliklerden bir ay süreyle men edildi (sosyal etkinliklerden). Tüm suçlamalar matbu şekilde kurgulanmıştır. Bu suçlamalar ‘görevlilere uygunsuz söz söylemek ve davranışta bulunmak, olumsuz davranışa yönelik gruplaşmaya neden olmak veya amaca yönelik gruba katılmak’, ‘kurum tesislerine araç ve gereçlerine zarar vermek’ vb. suçlamalar tutuklu ve hükümlülere itirazları suç kapsamına alınarak cezalandırılmaktadır.
Hakları çiğneyen zihniyet değil, kadınlar yargılanıyor
Kurum görevlileri (cezaevi görevlileri) sürekli korunmakta, her taraf kameralarla takip edilirken hep tutsaklar haksız çıkarılmakta, suçlanmaktadır. Bu da gösteriyor ki dışarıda demokratik haklar, ifade ve örgütlenme özgürlüğü haklarını çiğneyen erkek egemen zihniyet değil; kadınlar özgürlük taleplerinden dolayı yargılanıyor, tutsak ediliyor, tutsaklıkta yine ırkçı ve cinsiyetçi zihniyet kadını cezalandırmayı koordineli olarak (içeride, dışarıda) sürdürüyor. Bir ayda bir kadın beş ayrı ceza verilerek mahkûm edilebiliyor. Bu cezalar hücre, ziyaretçi görüşünden yoksun bırakma, sosyal (toplu sosyal) etkinliklerden men etme, işten yoksun bırakma ve kınama, keyfi sürgünler (6 kadın sürgün edildi) şeklinde devam ettiriliyor.
Kürt kadınların yüzde 92’si örgüt üyesi olarak yargılanıyor
Tutsak kadınlar Amed, Şırnak, Muş, Mardin, Siirt, Van, Maraş, Batman, Urfa (Riha), Bitlis, Bingöl, Dersim, Konyalı. Bu da gösteriyor ki; hepsinin Kürt ve Kürdistanlı olması, AKP-MHP’nin kadına yönelik özel savaş politikasıdır. Biz kadınlar, tesadüflere inanmıyoruz. Kadına yönelik şiddet verilerinde kadına şiddet uygulayanların yüzde 92’si erkektir. Bu yüzde 92 de tesadüf değildir. Kürt ve kadın olunca erkek şiddetini destekleyen AKP-MHP, kadına yönelik şiddetle mücadele eden Kürt kadınları illegal örgüt üyeliğiyle ikinci bir şiddet üretmeyi ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden, sistemin garantisi olarak uygulamaktadır. Biz kadın özgürlük mücadelesi veren Kürt kadınlarının yüzde 92’si illegal örgüt üyesi olarak yargılanıyoruz ki bunu istatistikler de gösteriyor. İfade ve örgütlenme özgürlüğü çiğnenerek, biz Kürt kadınları illegal örgüt üyeliğiyle hukuksuzca esir alınıyoruz. TJA ve tüm Kürt kadınların içinde yer aldığı oluşumlar bu nedenle illegaldir. Hiçbir şey yapmazsak bile tüm dünya alemin belgelerle karşı çıkmayı onayladığı (TC de dahil) ‘Tecrit insanlığa karşı işlenen suçtur’ demek, illegal örgüt üyesi olmanızın delili oluyor.
Cenazeler mezarlıklardan çıkarılıp kaçırılıyor
Zindanlar esir kamplarıdır. Biz Kürt kadınlarına fiilen uygulanan esirlik resmi olarak kabul edilmiyor. Statüsüz Kürt kadınların her türlü hakları belgelerden ve sözleşmelerden çıkarılmıştır. Filistinlilerin deyimiyle ‘Coğrafyasız insanlar mıyız (halk-kadın) yoksa insansız coğrafyalı mıyız?’ Sevdiklerini gömme, yas tutma, son bir defa veda etme hakkımız dahi bir şiddet aracına dönüştürülüyor, çoğu zaman elimizden alınıyor. Mezarlıklar tahrip ediliyor, cenazeler mezarlıklardan çıkarılıyor, kaçırılıyor. Buna rağmen mezarlıkları tahrip edenleri değil, tahrip edilen mezarlığın, mezarlıkların başına giden bizler yargılanıyoruz. On yıllardır barış için mücadele eden annelerimizin defnedilmesine katılmamızdan korkuluyor. Sevgili Leyla Güven ve daha birçok tutsak kadın aynı duygularla esir kamplarında direniyor.
‘Acımızı mücadelemize katarak direniyoruz’
Son defa göremediğim, defnine katılmama izin verilmediği için anamın en son sesini duyduğumda bana şöyle demişti. ‘Ez ne tî me ne birçî me, deyndare partiya xwe me û bi hesrata zarokên xwe û aştiyê me!’ Kürt anneleri mezarsız çocuklarının kayıp kemiklerini barış duygularıyla ararken, esir kamplarına kapatılan kadınlar benim gibi kaybettikleri anneleriyle vedalaşamıyor, defnedemiyor. Biz kadınlar bilgece sevdiklerimizin bedenlerini toprağa gömüyoruz. Binlerce öğretileri ve anıları ile beraber yüreğimize serpiyoruz. Esirlikten kurtulmak için attığımız her adımda onların yüreğimizde yarattıkları direnişi hissedip, bizimle adım attıklarını yüreğimizde hissedip saygı ve özlemle anacağız. Kadın mücadelesi barışa sevdalı her barış anasının bedenini omuzlarında zılgıtlarla uğurluyor. Yüreğimize serpiyoruz yitirdiklerimizi, acımızı mücadelemize katarak direniyoruz bu esir kamplarında. Biz, yitirdiği sevdiklerini toprağa değil, yüreğine serpenler manevi boşluk yaşamayız hiç. Tüm zindanlardan tutsaklarla beraber yaşadım acımı. Gelen fakslar, mektuplar ve dışarıdan gönderilen her selamla yüreğimize serptiklerimizin sevgisini paylaştık. Esareti yaşadığımız binlerce tutsakla acıyı da yaşayarak direnişimizle harmanladık. Zindanlardaki tüm arkadaşları saygı ve sevgiyle selamlıyor, mutlaka özgür yarınlarda buluşacağımıza olan inancımla TJA ile dayanışmada olan, kadın mücadelesi veren tüm Türkiye, Ortadoğu, Afrika ve dünya kadınlarını selamlıyorum.
Ayşe Gökkan…”