
Göz ardı edilen gerçek, görünmeyen failler (2)
- 09:01 28 Mayıs 2025
- Dosya
‘Hiçbir ölüm sıradan değil'
Yeşim Oruç
HABER MERKEZİ – Kadınlar sistematik biçimde katlediliyor, failler korunuyor, dosyalar kapatılıyor. Adalet yerini sessizliğe, hukuk cezasızlığa bırakıyor. Devlet ise bu karanlık tabloya müdahil.
Türkiye ve Kürdistan’da her yıl onlarca kadın, şüpheli şekilde yaşamını yitiriyor. Kimilerinin dosyası “intihar” denilerek kapatılıyor, kimileri ise faili meçhul bırakılarak unutturuluyor. Bu ölümler münferit olaylar değil; aksine, adli sistemin kökleşmiş cinsiyetçiliğinin ve cezasızlık politikalarının yapısal bir sonucunu yansıtıyor.
Şüpheli kadın ölümleri yalnızca bireysel olaylar olarak kalmıyor. Her biri, sistemli ihmalleri, cinsiyet temelli yargı pratiğini ve cezasızlığın kurumsallaştığı karanlık tabloyu gözler önüne seriyor.
Dosyamızın bu bölümünde, kadınların şüpheli ölümlerinin nasıl sistematik bir cezasızlıkla örtbas edildiğine, adli süreçlerdeki ihmal ve ihmallerle nasıl görünmez hale getirildiğine dikkat çekiyoruz.
Görünmeyen failler, kapanan dosyalar
Rabia Naz Vatan, Nadira Kadirova, Gülistan Doku… Bu isimlerin her biri, adaletin işlemediği, delillerin kaybolduğu ve kamuoyunun vicdanına terk edilen ölümlerle hafızalara kazınıyor. Rojin Kabaiş, Aleyna Çakır, Gizem Canbulut gibi pek çok genç kadının şüpheli ölümü ise hala aydınlatılmıyor; yargı ise dikkat çeken bir sessizlik sergiliyor.
‘İncelemeler yetersiz’
Kadınların şüpheli ölüm nedenleri kimi zaman “intihar” olarak kayda geçiyor; ancak kamuoyunda bu ölümlere dair şüpheler sıklıkla dile getiriliyor. Bazı durumlarda adli tıp raporları ile kamu vicdanı arasında belirgin bir uçurum oluşuyor. Uzmanlar, bu farkın temelinde olay yeri incelemelerinin eksikliğinin ve sistemsel sorunların yer aldığını belirtiyor.
Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, bu süreçte adli tıbbın konumunu şöyle açıklıyor: “Ölüm şekli ya da orijin dediğimiz intihar, kaza ve cinayet, yalnız ölenin bedeninin incelenmesi ile ulaşılabilir bir sonuç değildir. Ölüm nedeni ile birlikte ölüme gidiş sürecini de ortaya çıkaracak kapsamlı bir olay yeri incelemesine ve tanıklardan elde edilecek ayrıntılı bir olay öyküsüne ihtiyaç vardır. Dünyadaki uygulamalarda, otopsiyi yapacak adli tıp uzmanı ölüm haberi alındığında olay yeri inceleme ekibi gibi olay yerine gider; ölen ile bulunduğu çevreyi gözlemler, ölenle ilişkili olabilecek delillere işaret edip uygun toplanmasını sağlar. Olay yerinde tanıklar varsa görüşür. O nedenle Türkiye’de ölenle ilk kez morgda karşılaşan ve otopsiyi yapan ekip, morg raporunda ölüm şekli ile ilgili yorum yapmaz. Laboratuvar sonuçları da çıktıktan sonra, en fazla suda boğulma vb. ölüm sebebini söyler. Olay yeri incelemesi, tanık ifadeleri gibi bilgiler ancak ihtisas kurulunun talebi ile dosyada aylar sonra yer alır. Veri ne kadarsa, onun üzerinden kurul intihar olup olmadığı konusunda görüş bildirmeye çalışır.”
Delil kaybı ya da görmezden gelme
Şüpheli ölümlerde adli sürecin pek çok aşamasında delil kaybı ya da görmezden gelme vakalarının yaşandığını ifade eden Şebnem Korur Fincancı, sorunun sadece adli tıpla sınırlı kalmadığını, sistemsel bir sessizlikle karşı karşıya kalındığını söylüyor. Şebnem Korur Fincancı şöyle devam ediyor: “Adli tıp raporu, pek çok eksik veriyle hazırlanmak zorunda kalıyor. Olay yeri incelemesi ya çok yetersiz ya da hiç yok; sürece dair olay öyküsü yok. Bu koşullarda bütünlüklü bir değerlendirme neredeyse olanaksız. Özellikle kadınların veya özgürlüğünden alıkonma mekanlarındaki intihar iddialarında, intihara zorlama, öldürüp intihar süsü verme olasılıklarını da araştırıp ayırıcı tanı için gerekli tüm olasılıklar değerlendirilmelidir. Ama bu özensizlik, politik bir seçimdir.”
‘Hiçbir ölüm sıradan değil’
Şüpheli kadın ölümlerinin, çoğunlukla kamuya “sıradan vakalar” olarak yansıtılmasına karşın, Şebnem Korur Fincancı, bu durumun teknik dilin ötesinde, sistemli bir görmezden gelmenin sonucu olduğunu vurguluyor: “Hiçbir ölüm sıradan değildir; sınıfsal ve politik temelleri vardır. İş cinayetinin de müdahale için acile girdiği andan itibaren görünmez kılınmasını sağlayacak mekanizmalar sistemde yerleştirilmiş durumdadır. Acil hekiminin iş yoğunluğunda olay öyküsü sorgulanmaz, kaza bildirilmez, kaza yeri incelenmez. Bazen otopsiye dahi gönderilmez. Patriyarkal neoliberal kapitalizm; cinsiyet ayrımcı, ırkçı, sınıf ayrımcı, hak ihlalcisi kimliğini sistemin emek yoğun, bilgi ve beceri sınırlı duyarsızlaştırma mekanizmalarıyla örtbas eder. Tüm ölümler politiktir.”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Avukat Ezgi Koç, şüpheli kadın ölümlerine ilişkin dosyalarda polisin ve savcılığın ilk incelemeyi yaptığını ve delilleri topladığını hatırlatıyor ve “Fakat ne yazık ki bu kurumlarda kadının ölümünü ‘normal’ saymaya yönelik bir ön kabul var” diyor. “Eğer kadının arkasında hakkını savunacak birileri varsa, bir ölçüde deliller toplanıyor” diyen Ezgi Koç, sayısı yüzleri bulmasına rağmen, davalara müdahil olma hakkı bulunan Aileden Sorumlu Bakanlık ve soruşturmayı yapacak İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı gibi kurumların, şüpheli ölümlere yönelik bilinçli olarak “cezasızlık” politikası güttüğünü vurguluyor.
‘Faillere suç işleme cesareti veriliyor’
Ezgi Koç, devamında şu sözleri kullanıyor: “Aileler hak aramak ve ses duyurmak için TV programlarına katılıyor ve bu programlar, magazinleştirmeyle beraber konunun bulandırılmasına yol açıyor. Ülkenin içinde bulunduğu iklim ve yaşanan sorunlar, kadın ölümlerinin ötelenmesine; buna ilişkin çalışmaların görünmemesine sebep oluyor.
Kadın örgütleri, kriminal örgütlermiş gibi lanse edilirken, samimi bir şekilde sorunu çözmeye ve güvenli bir yaşam hakkına yönelik talepler, siyasi iradede karşılık bulmuyor. Usule uygun olmayan bir şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadın bedeni üzerinden kadın aleyhine üretilen söylem ve politikalar, kadının ekonomik bağımsızlığını yok edecek yasal düzenlemeler; siyasi iradenin, kadına karşı şiddet dosyalarında tarafını belli ederken, bu tavır faillere suç işleme yönünde cesaret veriyor.”
‘Bilirkişi taleplerimiz reddediliyor’
Delillerin toplanması aşamasında ciddiyetsizliğin mevcut olduğunu vurgulayan Ezgi Koç, şüpheli ölüm dosyalarına getirilen gizlilik kararına ilişkin ise şunları söylüyor: “Soruşturma sırasında gizlilik kararı ile dosya biz kadın avukatlardan saklanırken, bilimsel raporlar alınmıyor, tanık ifadelerinde doğru sorulara yer verilmiyor. Şüpheli kadın ölümüne ilişkin dava dosyalarının çoğunda psikolojik otopsi, adli mekanik raporu, telefon kayıtları eksik; üstelik adli tıp raporlarını yorumlayacak bilirkişi taleplerimiz reddediliyor.
Elbette siyasi irade ile doğrudan bağlantısı var; yargının bağımsız olmaması, failin siyasi bağlantıları davaya doğrudan etki ediyor. Liyakat, uzmanlık eğitimi ve mesleki sorumluluk olmadığında hâkim ve savcılar şüpheli ölümü aydınlatmaya yönelik değil, dosyayı bir an önce kapatmaya yönelik çalışıyorlar. Yıllarca savcılık önünde bekleyen dosyalarda bilinçli bir sürüncemede bırakma hâli görüyoruz ve bu durum politik iklimle paralel ilerliyor.”
‘Kadınlar artık öldüklerinde ne olacağına odaklanıyor’
Ezgi Koç, kadın katliamlarında cezasızlık; şüpheli ölümlerde ise faile ulaşılamamanın yaygın olmasının, kadınlara şu mesajları verdiğini paylaşıyor: “Ülkede yaşayan hiçbir kadın güvende olduğunu düşünmüyor. Bir kadın ölümü gördüğümüzde veya okuduğumuzda mutlaka bir cinayet olduğunu düşünüyoruz. ‘Karşı gelirsem öldürülür müyüm?’, ‘Öldürülürsem, katilimi bulurlar mı?’, ‘Beni lekelemek için iftira atarlar mı?’ diye düşünen kadınların yaşadığı bir ülkede kimse istikrarlı ve huzurlu bir hayat süremez.”
‘Siyasi irade ve katılımcı politika şart’
“Ne yapılması gerekir?” sorusunun cevabının hem çok açık hem de çok uzun olduğunu belirten Ezgi Koç, “Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların yaşadıkları ayrımcılık ve şiddete ilişkin hak arayabilme yollarının düzenlenmesi gerekiyor. Kolluk eğitimlerine ve bu cinayetlere yönelik özel bir politikaya ihtiyacımız var. Tabii ki bunu siyasi irade yapacak; baştan yeni bir yola girerek, söylemlerin, TV programlarının, siyasilerin bu konuya yönelik eğitilmeleri gerekiyor. Yargı üzerindeki siyasi baskı kaldırılmalı, atamalardan siyasi irade çekilmeli. Kadın örgütlerinin müdahillik talepleri kabul edilmeli ve bizlerle birlikte, katılımcı bir politika belirlenmeli” ifadelerini kullanıyor.