Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi komisyon toplantısının detaylarını aktardı
- 16:58 25 Ekim 2025
- Güncel
ANKARA - Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi düzenledikleri basın toplantısında hem komisyona sundukları raporu hem de komisyon toplantısının detaylarını paylaştı.
Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi bugün yaptığı basın toplantısında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yaptıkları sunumu ve deneyimlerini aktardı.
Öncelikle basın toplantısında söz alan Feride Eralp, komisyonun bürokratik duruşundan, oturma düzeninden, yapısından kadar toplumdan uzak yapısından bahsetti.
İki temel mücadele hattı
Komisyon davetinin de son dakika geldiğini ifade eden Feride Eralp, “Bildiğiniz gibi Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nin iki temel mücadele hattı var. Bir tanesi kadınların taleplerini, savaşa dair deneyimlerini, barışa dair sözlerini, eşitlik mücadelesini barış masasına taşımaktır; yani barışın müzakere edildiği çeşitli masalara ve bunun tartışıldığı mecralara kadınların sözünü taşımak ve bunu oraların görmezden gelemeyeceği bir söz haline getirmeye çalışmaktır. İkinci hat ise barışın toplumsallaşması meselesidir. Meclis komisyonu biraz daha ilk hatta dairdir. Gerçekten kadın olarak var olmanın bile epeyce zor olduğu bir yermiş. Komisyon oluşturulduğunda çokça tartışılmıştı; 51 kişiden oluşuyor. Bu milletvekillerinin yaklaşık 42 tanesi erkek. Hepsi orada değildi bu arada. Bütün partilerin tam katılımı vardı ama çok ağırlıklı olarak erkek bir salona bir şey anlatmaya başlıyorsunuz. Dinlemelere geldiğimizde komisyon epeyce bir dinleme oturumu yapmış. En sonunda Numan Kurtulmuş 128’e yakın STK’nin, kişinin dinlendiğini söyledi. Kadınların bu kadar son ana kalması, dinlenip dinlenmeyeceğinin bu kadar uzun süre belirsiz kalması sorundu. Bizler açısından da komisyonun başka işler yapması önemli. Ama tabii ki hemen aklımıza gelen bir soru işaretiydi. Neden kadınları dinlemek en sona kaldı” diye belirtti.
‘Komisyon işlevini dinleme ile sınırlandırmış’
Komisyonun aldığı karara göre komisyon üyelerinin dinlemeler sonrası konuşmama kararı aldığını belirten Feride Eralp, “Üyeler soru sormuyorlar ve söz almıyorlar. Bu sunum yapanları da belki kimi tartışmalardan korumak için konulmuş bir kural olabilir. Ama sonuç olarak bu kararın sonuçlarından bir tanesi de sizin orada anlattıklarınız üzerine hiçbir şey konuşulmuyor. Size de bir soru sorulmuyor. Dolayısıyla sunduklarınızın neye değdiğine, soru işaretleri açıp açmadığına, nasıl bir tartışmaya vesile olduğuna dair pek bir fikriniz olmadan ayrılıyorsunuz. Milletvekillerine ‘sonrasında sunumlar üzerinden kendi aranızda tartıştığınız bir oturum oluyor mu’ diye sorduk, böyle bir tartışma, yürütme oturumu şimdiye kadar olmamış. Bu da komisyonun en azından şu anda işlevini dinleme ile sınırlandırdığını bize gösteriyor. Yasal değişikliklere dair kimi taleplerimiz var. DEM Parti de infaz yasasından, sivil hayata katılıma pek çok yasal düzenleme gerektiren talepte bulunuyor. İstiyoruz ki komisyon bunları duysun ve dinlesin ve buna dair bir yol haritası çıkarsın. Bu yol haritasını Meclisin başka komisyonlarına ve genel kuruluna taşısın. Komisyon ise en son bitirirken Numan Kurtulmuş’un söylediklerinden anladığımız misyonunu daha çok bir rapor hazırlamak üzere sınırlandırıyor. Dolayısıyla bu komisyon veya Meclis bu alanda daha fazlasını yaptırmak için yani dinleme ve rapor hazırlamanın ötesine geçmek için ittirilmesi gereken bir alan” sözlerini kullandı.
Üç yüzleşememe hattı: Dil, Hizbullah katliamları, üniformalı cinsel şiddet
“Üniformalıların cinsel şiddeti üzerine sunuma devam ederken gerilim çıktı” diyen Feride Eralp, “Komisyonda ilk bizim oturumda çıkmadı gerilim. Daha önce bildiğiniz gibi Barış Anneleri Kürtçe konuşmak istediğinde ve buna izin verilmediğinde gerilim çıktı. İkinci bir örnek olarak Hizbullahçılar dinlendiğinde bir gerilim çıktı. Üçüncü bir örnek olarak da bizimkinde, kolluğun devletin gücünü arkasına alarak kadınlara yönelik cinsel suçlarını gündem ettiğimizde gerilim çıktı. Bu üç konunun gerilim hattı olmuş olması içinde bulunduğumuz barış sürecinde nelerin konuşulmasının zor olduğu, hangi alanlarda mücadele etmek gerektiği, nelerin konuşulamadığı, devletin nelerle yüzleşmediği, neleri tartışmadığına dair de belki bize bir şey söylüyor. Bu devletin Meclis’te kurulan komisyonun sürecin kendisine bakışına dair bize bir şey söylüyor ve bunun üzerine bizim kadınlar olarak düşünmemiz lazım. Yani neyi ne kadar tartışmaya konuşmaya açıklar, bu barış sürecini nasıl görüyorlar, sınırlarını nereden çiziyorlar ve biz o sınırları nasıl kabul etmeyebiliriz, ittirebiliriz, esnetebiliriz ve kendi lehimize burada ne tür bir mücadele verebiliriz” diye aktardı.
Ardından TJA aktivisti ve inisiyatiften Esra Kahraman ve inisiyatiften Gamze Taşçı, barış akademisyeni Yasemin Özgün Meclis’te yapılan sunumu ve raporu aktardı. Bu raporda 5 ana talep tekrar hatırlatılarak devlete adım atma çağrısı yapıldı.
‘Kamusal alana kadınların erişimi bu erkeklerin varlığıyla kısıtlandı’
Tartışmanın ve gürültünün koptuğu nokta, talep 4 olan Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’nun kurularak savaş suçlarının incelenmesi olduğunu ifade eden Yasemin Özgün, üniformalı erkek şiddeti verileriyle yüzleşmeye vurgu yaptı. Yasemin Özgün, “Feride komisyonda bunların sadece bir bizim görüşlerimiz olmadığını, bunların belgelerle kanıtlandığını ifade etti. Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu kurularak savaş suçları incelensin, buna bağlı olarak cinsel şiddet faili üniformalı erkekler ve onları koruyup kollayan yapılar yargılansın dedik. Bugün çalışmakta olan bu komisyonun rolünün sınırlı olduğunu biliyoruz. Bu çabanın bazı alt komisyonlar ve başka çalışmalarla geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunun bir boyutu da cinsel şiddeti konuşmak dedik. Kadınlar savaşın pompaladığı, pekiştirdiği oldukça milliyetçi ve militarist bir erkeklik biçiminin gölgesinde yaşamak zorunda bırakıldılar. Kürt meselesinin çözümsüzlüğe sürüklenmesi ve bir güvenlik sorunu haline getirilmiş, hepsi silahlı erkekleri olan özel harekatçılar, bekçiler, polisler önce Kürt illerinde sonra giderek ülkenin her kentinde kamusal alanın belirleyicisi oldular. Bu kamusal alana kadınların, kız çocuklarının erişimi bu erkeklerin varlığıyla kısıtlandı. Örneğin kimi kız çocukları okulların önünde üniformalı kolluk görevlilerinin cinsel tacize uğramaktan korktu bu ülkede. Cinsel şiddet sarmalarına sürüklendiler. Bundan yalnızca birkaç yıl önce aynı Cizre, Yüksekova, Nusaybin gibi kentlerde kadınların yatak odalarına girmişlerdi” sözlerini kullandı.
Üniformalı erkek şiddeti komisyonda inkâr edildi, yüzleşilemedi
Devamında Yasemin Özgün şunları aktardı: “Duvarlara, aynalara, kadınların rujlarıyla tecavüz tehditleri yazılmış, iç çamaşırlarıyla fotoğraf çekilmiş, sosyal medya hesaplarından açıkça paylaşılmıştı. Orada bu fotoğraflardan birini yansıtıp Gazze ile benzerliğine dikkat çektik. Bir anda erkek milletvekillerinin bağırmaya başladığı bir ortam oluştu. Kimisinin ‘böyle bir şey yok’ diye bu şiddeti toptan inkâr ettiler. Kimisinin Gazze’ye benzetilmesine öfkelendiği, bu fotoğrafa ‘münferit bir olay’ dediği bir hâlle karşı karşıya kaldık. Bir kez daha konuşulması en zor konunun cinsel şiddet olduğunu gördük. Hele ki kamu gücünü arkasına alan kolluk görevlisi ise. Biz orada şunu söyledik: Cinsel şiddet ve cinsel şiddet tehdidi savaş silahı olarak kullanılamaz. Bu suçtur. Ve şiddet tam da yüzleşilmediği ve bir cezasızlık, inkâr zırhıyla korunduğu için çatışma alanında kalmadı. Gündelik hayatın içine kadar sızdı. Güvenlik adı altında kameralarla donatılan kentlerde bir gösteri yürüyüşüne katılan kişi yüz tanıma sistemiyle hemen tespit edilirken Gülistan Doku 5 yılı aşkın süredir, Feleknaz Keskin Nisan ayından beri bulunamadı. Narin Güran’ın, Rojin Kabaş’ın başına ne geldiği öğrenilemedi. Remziye Aydın bir korucu başı tarafından öldürülüp bahçesine gömüldü.
Biz orada şunu demeye çalıştık: Savaş suçlarının tekrarlanmaması için akıbetleri araştırılmalı. Güvenlik güçlerinin, devlet görevlilerinin, siyasi parti il başkanlarının, yani bir bakıma kamu gücünü arkasına alan kişilerin bunlarda rolü varsa ortaya çıkarılmalı. Bu gibi suçların zaman aşımına uğrayarak faillerinin cezasız kalması engellenmeli. Tüm bu engelleme, araştırmama, ortaya çıkarmama hâli bunun devletin göz yumduğu sistematik bir şiddet biçimi olduğu izlenimini uyandırıyor.”
Zamana yaymacı cümleler kullanıldı
Ardından yeniden söz alarak basının sorularını yanıtlayan Feride Eralp, “Komisyonun işlevi, misyonu epeyce sınırlı. Kendini yasa yapmaya yönelik bir komisyon olarak tanımlamıyor. Dolayısıyla taleplerimiz bu yönde olmasına rağmen ben en azından gittiğimde sivil hayata katılıma ilişkin yasal çerçevenin de bu komisyonda tartışılacağına dair bir izlenim edinmedim. Numan Kurtulmuş oturumu kapatırken dinlemeleri kapsayan kapsamlı bir rapor yazacaklarını belirtti. Ve hatta sonrasında da ‘bütçe görüşmeleri var’ diyerek böyle biraz zamana yayan bir cümle kullandı. Komisyondan bir rapordan fazlasını beklediğimizi bizim hissettirmemiz gerekiyor. Kendi adıma zamana yayma, dinleme üzerine rapor yazmayı biraz mış gibi bir hâl olarak yorumlayabilirim mesela. Bu komisyonun kurulması bir biçimiyle Meclis’te şeffaf bir şekilde çözüm sürecinin tartışılması gibi bir konuyla gündeme geldi. Toplumun bütün kesimleri buna dahil oldu, toplumun bütün kesimleri bunun bir parçası olmalı. Meclis’te şeffaf biçimde tartışılmalı. Aslında bir tartışma da yapılmıyor. Yani orada bir tartışma hâli yok” dedi.
Üstünü örtme hâli var
Hakikat ve yüzleşmeye ilişkin ise Feride Eralp, “Meclis gerçekten kalıcı ve toplumsal barışın kurulduğu zeminlerden bir tanesi olacaksa, bu komisyonun yanı sıra alt komisyonlar diye bir gündem olmalı. Ama bu alt komisyonları önerirken bunu bütünüyle Meclis’e sıkıştıran bir yerden de değil. Toplumsallaştırma kısmını da düşünmemiz lazım. Hakikat ve yüzleşmenin tek alanı Meclis olsun diye söylemiyoruz. Ama taleplerimizden bir tanesi tam da konuşulması zor meselelerin konuşulabileceği bir tür mekanizmalar oluşturmanın, bunları yeniden konuşulabilir kılmak için Meclis’in sorumluluk alması gerektiğini söyledik. ‘Geçmişin acılarını deşerek barış yapamayız’ dedi Meclis Başkanı. Böyle diyerek bir tür üstünü örtme hâli var ama sadece geçmişe yönelik bir örtme değil, geçmişteki faillik hâlinin bugüne nasıl taşındığını da görünmez kılmaya çalışma hâli. Bu bunlarla bence bizim kadın hareketi olarak uğraşmamız lazım. Orada konuşan kadın örgütlerinden bir kısmı, KADEM örneğin, açıkça şunu dedi: ‘Kürt hareketi özgür kadın imgesini güçlendirdiği için şimdi bizim bu alana kurumlar olarak girmemiz ve bu alanda boşluk bırakmamamız lazım.’ Oldukça asimilasyoncu, Kürt kadın hareketinin yerine geçmeci konuşma hâlini bir tür barış olarak tariflediler” diye belirtti.
‘Rahat bir sömürü alanı olarak göz diktiler’
“Gerçekten orası küçük bir Türkiye” diyen TJA aktivisti Ruşen Seydaoğlu ise, “Tıpkı toplumda yaşadığımız gibi kutuplaşmaların da çok derinden hissedildiği ama itirazların da herkesin kendi meşrebince bir şekilde ifade edildiği bir potansiyeli var. Komisyon kurulmasının kendisi de mücadeleyle olmuş bir şeydi. Şimdi parlamento kadar hantal bir yapı ki bunun etkisini komisyonda da hissedebildik. Bazı görüş alışverişlerinin olmaması, soruların gelmemesi, o zeminin interaktif olarak kullanılmadığına dair bence ortaklaşmış bir fikrimiz var. Sadece sözü dinleyip kayıt altına alıp işi üzerinden atmak gibi bir yaklaşım var. Bunu değiştirmenin kendisi de mücadeleyle ilgili diye düşünüyorum. Bizden sonra görüşlerini sunacak olan kurum iş kadınları mıydı? ‘Psikolojik destek vererek istemediğimiz düşüncelere kapılmalarından uzaklaştıracağız ve kilim dokuma atölyeleri açarak onlara istihdam sağlayacağız’ diyerek, özellikle sunumunda orada barış ihtimaliyle birlikte açılacak istihdam imkânları üzerine konuştular.
Bunun da kadın emeğinin yeniden başka bir sömürü alanına nasıl göz diktikleri üzerine düşünmek açısından da bizim için önemli bence. Barış sürecini Kürdistan’ın, özellikle Kürt illerinde yaşayanların ve o toprakların daha rahat sömürülebilir bir yere çevrilmesine dönük de bir eğilim var bu çevrelerden. Ben bütün bunları beraber okumak gerektiğini de düşünüyorum. Orada daha rahat iş yapmak, doğal güzellikleri ya da doğal kaynakları daha rahat sömürebilmek, ticarileştirebilmek için aslında açıktan iddiaları da vardı.”







