Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı gerçekleştirilecek

  • 09:07 16 Kasım 2025
  • Güncel
 
Melek Avcı
 
ANKARA - DEM Parti Dış İlişkiler Eşsözcüsü Ebru Günay, Orta Doğu’da Kürtlerin bölgesel rolünün belirleyici hale geldiğini vurgulayarak, “Demokratik çözüm için eşit koşullarda müzakere zorunlu” dedi. Ebru Günay, önümüzdeki süreçte dünyanın farklı ülkelerinden aydınların katılacağı Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nın gerçekleştirileceği bilgisini paylaştı. 
 
Orta Doğu’da hızla değişen güç dengeleri, enerji hatlarından siyasi ittifaklara, Kürt toplumunun statüsünden bölgesel çatışma hatlarına kadar pek çok alanı yeniden şekillendiriyor. Bu dönüşümün merkezinde ise hem demokratik toplum arayışı hem de Kürt halkının örgütlü mücadelesinin yarattığı politik etki bulunuyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Dış İlişkiler Komisyonu Eşsözcüsü Ebru Günay, Orta Doğu’da değişen güç dengelerini ve Kürtlerin buradaki belirleyici rolü üzerine JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu. 
 
“Bugüne kadar enerji yolu meselesi Türkiye üzerinden transfer edildi ama artık bu yolun dışında kalacak. Bunların hepsi doğal olarak bir çatışmayı tetikleyen etmenler. Ama tabii son dönemlerde egemenlerin hedefledikleri o çatışma zemininden rahatsız olan ciddi bir demokratik toplum arayışı da var.”
 
* Son yıllardaki hızlı gelişmelere baktığımızda Orta Doğu’da yeni bir dizayn arayışının olduğu görülüyor. Bu arayışın kökleri özellikle neye dayanmaktadır?   
 
Orta Doğu'da son 1, 1 buçuk yıldır çok hızlı gelişmelerin yaşandığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Dengelerin çok değiştiği, statükoların değiştiği ve savaş konseptinin hakim olduğu bir zaman aralığı. Geçmişten günümüze, tarihsel olarak da Orta Doğu hep çeşitli uluslararası güçlerin hedef noktasında, paylaşım savaşlarının ortasında oldu ama hiç bu kadar yıkıcı savaşlarla karşılaşmadı. Son birkaç yılki süreç çok keskin ve çok radikal; savaşın biçim ve nitelik değiştirdiği, artık soykırıma varan bir savaş konsepti ile karşı karşıya toplumlar. Tabii çok klasiktir, hep söylenir, Orta Doğu'nun zenginlikleri ifadesi hep kullanılır. Evet, Orta Doğu’nun zenginlikleri bu konuda kuşkusuz ayrışım hesaplarında belirleyici. Herkes iyi ve güzel olana ve güçlü olana hükmetmeyi hedefler, bu hedefin odağında da bu var. Yönetimler düzeyinde, statükolar değişiyor ama bir taraftan da doğal olarak işbirlikler, çıkar ilişkileri, o ticaret yolları da değişiyor; ve bu o çatışmaların rengini ve biçimini değiştiriyor, daha da arttırıyor. Bir IMEC, enerji yolları tartışmasıdır; bu enerji yolunun hangi topraklardan, ülkelerden geçeceği meselesi bir tartışma konusu. Bugüne kadar enerji yolu meselesi Türkiye üzerinden transfer edildi ama artık bu yolun dışında kalacak, gibi.
 
Bunların hepsi doğal olarak bir çatışmayı tetikleyen etmenler. Tabii bir de şöyle Ortadoğu'da tarihsel olarak hep Sünni çatışma zeminleri oluşturdular. Çok uzun bir süre Suriye'de Araplar ve Kürtler arasında bir çelişki varmış gibi yansıtılması ya da Orta Doğu'nun genelinde bir Sünni, Şii çatışması hep işlendi ve bir şey yaratıldı; farklı inançlardan, kimliklerden olanlarla o çatışma hattı hep kışkırtıldı çünkü istikrar ve demokratik bir zemin, egemenlerin kendi planlarını yapması önünde bir engel. Dolayısıyla toplumu buna göre dizayn etmeye başladılar. Ama tabii son dönemlerde egemenlerin hedefledikleri o çatışma zemininden rahatsız olan ciddi bir demokratik toplum arayışı da var.  İktidarlar, devletler, egemenler saldırırken toplum da dayanışmaya, o savaş politikalarına karşı bir konsept, bir birliktelik oluşturmaya devam ediyor. Bunlar tabii ki önemli. Çünkü dünya, farklı örneklerin olabileceğini özellikle Ortadoğu'da demokratik ulus perspektifiyle bir yaşam tarzının mümkün olabileceğini fark etti ve bu biraz işleri halklar lehine çeviren bir atmosfer yarattı. Ama tabii saldırı konsepti, özellikle Kürtlerin kazanımlarına yönelik saldırıların merkezde olması, Kürtlere yönelik fiziki soykırım ve IŞİD tehdidi başta olmak üzere, Alevilere ve Dürzilere yönelik gerçekleşen soykırım politikaları farklılıklara tahammülsüzlüğün bir göstergesi. 
 
“Özerk yönetimin, Suriye’nin demokratik geleceğinde tanınması gerçekten çok önemli. Yeni hükümet aynı tanımazlıkta ısrar ederse demokratik bir Suriye'den söz edemeyiz. Dönüp baktığımızda şu ana kadar Colani hükümetinin bu konuda çok iyi bir sınav verdiği söylenemez.”
 
*Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile Geçici Suriye Hükümeti arasında görüşmeler sonucu anlaşmaya varıldığı duyuruldu. HTŞ’e DAİŞ’e karşı koalisyona katılırken 10 Mart anlaşmasına da geri dönüldüğü belirtildi. Bu sürecin Suriye’ye ve Türkiye’ye yansıması nasıl olacaktır?
 
Suriye'deki gelişmeler bütün Orta Doğu'yu etkileyecek. Maalesef ki çok uzun süredir coğrafi olarak bir savaş merkezi durumuna dönüştü. Şimdi istikrarın, demokratik zeminin olduğu, seküler hayatın olduğu yer aslında Kuzeydoğu Suriye toprakları. Bu Orta Doğu'da çok ciddi bir örnek hem model hem de başka bir gelecek perspektifi sunuyor. Dolayısıyla o demokratik zeminin gelişmesi ve güçlenmesi açısından Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması, Suriye halklarıyla beraber yönetime dahil edilmesi çok önemli. Nihayetinde bugüne kadar Suriye'de farklı kimlikler, kültürler kabul edilmediği için bir savaş konsepti gelişti. Şimdi bunu aşmanın zemini var çünkü birçok güçlü bir Kuzeydoğu Suriye deneyimi var. Şam hükümetinin ve HTŞ güçlerinin hem Dürzilere hem de Alevilere yönelik saldırılarında Kuzeydoğu Suriye'nin aldığı pozisyon, destek, insani yardım birçok tabuyu yıktı, birçok değişime ön ayak oldu. 
 
Kuzeydoğu Suriye açısından şu önemli; Suriye'nin demokratik geleceğinde tanınmak ve müdahil olmak gerçekten çok önemli. Şöyle düşünün, Esad hükümeti bir Baas rejimiydi ve hiçbir gücü ve hiçbir yapıyı tanımıyordu. Şimdi tırnak içerisinde bir değişim oldu. Bu yeni gelen hükümet de aynı tanımamazlıkta, aynı tekçilikte ısrar eder ve devam ederse demokratik bir Suriye'den söz edemeyiz. Demokratik bir Suriye için farklı kimliklerin yönetime dahil olması önemli. Dönüp baktığımızda şu ana kadar mevcut Colani hükümetinin bu konuda çok iyi bir sınav verdiği söylenemez. Özellikle Kürt güçlerinin, Kuzeydoğu Suriye güçlerinin diyalog ve müzakere arayışları hep oldu. O diyalog zeminini korumak ve buradan müzakereyle yol almak istemelerini hep ifade ettiler ama hem Dürzilere hem Alevilere yönelik saldırılarında, en son Halep'te yaşananlar, Şêxmeqsûd ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde ortaya çıkan gerilimden dolayı Colani hükümetin çok güven verdiğini de insan ifade edemiyor. Bu konuda bir güven duygusu oluşmuyor, nihayetinde geldikleri zemin de ortada. Tabii diyaloglarla Kuzeydoğu Suriye Hükümetiyle ya da özerk yönetimle görüşmeleri, anlaşmalara bağlı kalmaları, üzerinde mutabık oldukları konularda ısrarcı olmaları elbette ki önemli. Ama bunların çoğu şu ana kadar sözde kaldı. Yani pratiğin nasıl olacağı önemli. Nihayetinde güçlü bir özerk yönetim var orada. Şöyle anlaşılmasın; Kürtler ya da Kuzeydoğu Suriye yönetimi talepleri sadece kendisi için istiyor. Böyle anlaşılmamalı, oradaki bütün halklar için bunu istiyorlar ve onların da derdi demokratik bir Suriye'yi inşa edebilmek. Ama dediğim gibi zaman içerisinde nasıl davranacakları, pratik adımları bunları belirleyecektir.
 
“Türkiye'nin Suriye'deki yaklaşımı, Diyarbakır'daki, Mardin'deki, Van'daki Kürt'ün bu hükümete güven duyup duymamasını belirleyecek bir yerde duruyor. Türkiye, Suriye politikasını, Ortadoğu politikasını bir barışçıl zemine çekmezse bu denklem birbirini negatif etkileyecektir.”
 
*Yıllardır Türkiye’nin özerk yönetime dönük saldırıları ve Esad sonrası sadece HTŞ ile görüştükleri düşünüldüğünde, Türkiye’nin Suriye’ye dönük yaklaşımında bir değişimin söz konusu olabileceğini ön görüyor musunuz?  
 
Özellikle Suriye'deki gelişmeler ve Rojava Devrimi, özerk yönetimin kendisini ilan ettiği süreçten bu yana ifade ediyorum;  IŞİD saldırısı, Kürt halkının, kadınlarının, gençlerinin orada direnmesi ve gerçekten insanlık için mücadele etmesi çok muazzam bir deneyim yarattı ve Kürt halkının haklı mücadelesini bütün dünyaya tanıttılar. Ama aynı zamanda o deneyim şöyle bir şeyin de önünü açtı bence; çok ciddi bir Kürt ulusal birliği, Kürtler farklı farklı ülkelerin topraklarında olabilir ama kalpleri hiç olmadığı kadar birlikte atmaya başladı. Bunu şunun için söylüyorum. Türkiye'nin Suriye'deki yaklaşımı, Diyarbakır'daki, Mardin'deki, Van'daki Kürt'ün bu hükümete güven duyup duymamasını belirleyecek bir yerde duruyor. Türkiye bugüne kadar dış politikasını, içeride olduğu gibi Kürtlerin, demokrasi güçlerinin kazanımlarına karşı mücadele etmek üzerinden kurguladı. İçeride Kürt'e düşmanlık yaptığı gibi dışarıda da Kürt'e düşmanlık yapmaya devam etti. Şimdi son bir yıllık gelişmeler bağlamında düşünün. Türkiye, Suriye politikasını, Ortadoğu politikasını bir barışçıl zemine çekmezse bu denklem birbirini negatif etkileyecektir. 
 
Çünkü, bu süreç bağlamında bir sürü toplantı, görüşme gerçekleştirdik, halkla bir araya geldik. Herkesin asıl merak ettiği Rojava'da yaşanacaklar, Türkiye'nin orada alacağı pozisyon. Colani'nin nereden geldiğini hepimiz biliyoruz. Türkiye, onunla muhatap olup onunla görüşmeye devam ederken öbür taraftan, Kuzeydoğu Suriye'ye hala saldırıyı, düşman politikasını devam ettirdiğinde bu, politikalarını sorgulamayı beraberinde getirir. Bir güven problemini açığa çıkartır. Dolayısıyla bunlar birbirine bağlı ve şöyle bir tablo var; Kürt halkı İran, Irak, Suriye ve Türkiye devletlerin sınırları içerisinde yaşıyor. Ama hepsinin gözü kulağı birbirinde. Bugün Diyarbakır Süleymaniye'nin, Hewler’in ne yaptığını merak eder ya da Kamışlı, Diyarbakır'ın ne yaptığını merak eder. Bir iç içe geçmelik, bir Kürt ulusu bilinci söz konusu, ulusal birliği tabanda özellikle gelişmiş. Dolayısıyla bu kazanıma karşı yürüteceğiniz düşman politikasını Kürt halkı yaşadığı her yerde reddeder ve bu bir sorun ve bir güven problemi olarak karşımıza çıkar.
 
“Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmal hat toplumlara umut olmaya başladı. Bu değişim, Kürt halkının meselelere yaklaşımına, ilişki ve ittifaklarını geliştirme biçimine yansıdı”
 
*Dört parçayı da düşündüğümüzde, Kürt toplumunun siyasi ve toplumsal rolünde son yıllarda ortaya çıkan dönüşümün temel belirleyicileri sizce neler? Bu dönüşüm Türkiye’deki politik denklemi nasıl etkiliyor?
 
En belirleyici temel etken Sayın Öcalan’ın politik perspektifi ve ideolojik paradigması. Kürt Özgürlük Hareketi ve Sayın Öcalan dört parça Kürdistan ve Kürtlerin yaşadığı her coğrafyada çok muazzam bir deneyim ortaya çıkarttı. Bu kazanımlarla beraber aynı zamanda çok güçlü bir ideolojik, politik, zihni, vicdani bir değişimi de beraberinde yarattı. Rojava Devrimi’nin üzerine dünya konuştu, tezler, yazılar yazdı. Herkesin “evet alternatif bir dünya mümkün”e ikna olduğu yer Rojava ve oradaki paradigmanın ve politik felsefenin mimarı Sayın Öcalan. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmal hat toplumlara umut olmaya başladı. Dolayısıyla bu değişim topluma, Kürt halkının meselelere yaklaşımına, ilişki ve ittifaklarını geliştirme biçimine yansıdı. Sonuçta bu paradigmasal perspektifin de içerisinde bir demokratik ulus, demokratik birliktelik, ortak mücadele zemini, konfederal sistem tartışıla geldi ve bu tartışıla gelmeyle beraber eş zamanlı olarak pratiğe geçirilmeye çalışıldı. Dolayısıyla güçlü bir toplumsal değişim, dönüşüme bir aradalığa işaret ettiği gibi aynı zamanda da bir demokratik inşada rol de aldı. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü perspektifin çok büyük bir katkısı oldu. Okuyanların kendisini değiştirip dönüştürmesini ve aynı zamanda pratiği hayata geçirerek de dünyaya örnek olmasının önünü açtı diye düşünüyorum. 
 
“Artık Kürt özgürlük mücadelesi dünyanın her yerinde bilinen, tanınan bir güç. Şimdi iki ihtimal var: Ya sınır ötesi hegemonik ilişkileriniz için bütün dünyanın tanıdığı, seküler, kadın özgürlükçü bir yapıyı karşınıza alıp savaşacaksınız ya da bir diyalog zemininde ittifakı nasıl geliştiririm, nasıl ortak iş yaparımı tercih edeceksiniz.”
 
*Tüm bu gelişmeler yaşanırken Kürt Halk Önderi 27 Şubat’ta bir çağrı yaptı, PKK kendini feshetti ve Türkiye’den güçlerini çekti. Birlikte değerlendirildiğinde Kürt halkının Orta Doğu’daki konumu bu barış sürecine geçişi nasıl zorunlu kıldı?
 
Şu hakikat kendisini gösterdi; eğer örgütlüysen, bir alternatif umut yaratacak bir perspektife sahipsen,  o örgütlü gücünle de öncülük yapabilecek durumdasın. Kürt halkının Ortadoğu'daki bu denklemdeki en temel özelliği o. İdeolojik farklılıkları bir arada tutmaya çalışan, demokratik bir bakış açısına sahip olan ama aynı zamanda da buna toplumda örgütlü güç olarak öncülük eden bir şey yaptı. Bu egemenlik ilişkileri içerisinde, örgütlü olana saldırmak, örgütlü olanı denklem dışına itmek gerçekten çok da mümkün değil. Ve Kürt halkının avantajı biraz burada söz konusu. Türkiye'deki son bir yıllık gelişmelerde bütün baskı politikalarına rağmen, neredeyse günlük soykırımla, ölüm tehdidiyle karşı karşıya kalan bir Kürt özgürlük mücadele geleneği ve direniş geleneği var ama buna rağmen o direniş alanını hiç terk etmeyen bir güç var. Bu örgütlü olmasından kaynaklanıyor. Artık Kürt özgürlük mücadelesi sadece Ortadoğu'da bilinen bir güç değil. Dünyanın her yerinde bilinen, tanınan bir güç. Ki özellikle Rojava deneyimle birlikte tüm dünyanın tanıdığı ve Orta Doğu'nun önemli aktörlerinden biri pozisyonundaki bir güçten bahsediyorsunuz. Şimdi iki ihtimal var: Ya siz sınır ötesi hegemonik ilişkileriniz için bütün dünyanın tanıdığı, bu kadar örgütlü ve bu coğrafyalarda çok ayırt edici özelliklerden biri olan seküler, kadın özgürlükçü bir yapıyı karşınıza alıp savaşacaksınız, yok etme tehdidi ile karşı karşıya kalacaksınız ve aslında yıllardır da bunun sonuç yaratmadığını deneyimliyorsunuz; ya da ben bugün bu gücü karşıma alacağıma bir diyalog zemininde ilişkiyi, ittifakı nasıl geliştiririm, nasıl ortak iş yaparım mı tercih edeceksiniz. Bence bu süreci böyle de değerlendirmek lazım ve ben tekrar söylüyorum, Sayın Öcalan’ın çağrısıyla 50 yıllık PKK kendisini feshetti. Bu Sayın Öcalan’ın gücünü gösterir.  Ya da Süleymaniye'deki o silah yakma merasimini sıradan insanlar yapmadı, bu örgütte yıllardır mücadele eden önemli öncü kadrolar gerçekleştirdi. 
 
Dünya ilk ‘Kürtler ne yapacak’ diye soruyor
 
Dolayısıyla Sayın Öcalan'ın bu konudaki gücü, etkisi, politik perspektifi, pozitif bir ortamın gelişmesini, barışın, demokrasinin inşa edilmesinde çok belirleyici. Ya bu demokratik güçle yan yana durma başarılacak ya da karşısına alınacak ama şu da bir hakikat, yüzyıllık Kürt soruna baktığımızda Kürt sorununu çözmeyen, Kürtleri düşman düşman olarak benimseyen ve savaş politikalarında ısrar eden her yönetim biçimi bir şekilde tasfiye oldu. Dönüp muhtemelen bunun da bir analizini yapmakta fayda var. En güçlü hükümetler bile Kürt sorunu çözemeyip savaşı derinleştirdikleri için bir şekilde kaybettiler ve tasfiye oldular. Demek ki demokrasinin, müzakerenin gelişmesi, demokratik bir toplumun inşasında Kürt halkıyla yan yana durmak önemli. Yani Kürtlerle dost olmak önemli bu yüzyılda. En kısıtlı ve zorlu koşulda bile bir mücadele geleneği yaratan bir halktan söz ediyoruz. Rojava'da IŞİD Kobani'ye saldırdığında herkes orada IŞİD'in kazanacağını beklerken Kürt halkı çok büyük bir başarı gösterdi. Ya da Saddam Kürtlere Halepçe'te de saldırıp kimyasallarla yok ettiğinde ‘Kürt halkı yeniden mücadele edemez’ dendi. Türkiye'deki isyanlara baktığımızda Hayali Kürdistan burada mefhumdur dendiğinde sanki Kürt halkı kendi kimliğinden ve kültüründen vazgeçmiş gibi bir tablo ortaya çıktı. Ama geldiğimiz aşamada kendi kimliğini, kültürünü açıkça ifade eden, bir halkın diriliş öyküsünün tanıklarıyız ya da yaşayanlarıyız. Kısaca bir halkın haklı bir davasında önce örgütlü davranması önemli. Şimdi Ortadoğu'da hangi denklemi bir planlarsan planda herkesin ilk dönüp soracağı şey “Kürtler ne yapacak?” Bu önemli bir ayrıntı. Bu güç olduğunu gösterir. Direnişte olduğu kadar diplomatik alanda da güç olduğunu gösterir. Dolayısıyla bu güce karşı durmaktansa bu güçle bir müzakere zemini yakalayıp bir ortak payda yaratmak daha önemli ve daha yararlı olacaktır. 
 
“Sayın Öcalan'ın politik sorumluluğuyla gerçekleşen adımlar oldu. Böyle bir baş aktörün, bu sürecin ilerlemesi açısından masanın karşısında olanlarla eşit koşullarda olması önemli.”
 
*Türkiye ile Kürt halkı arasındaki ilişkilerin geleceğine dair konuşurken, sizce hangi toplumsal ve siyasal başlıklar “ortak bir zeminin” oluşması açısından kritik? Bu ortak zemini güçlendirecek hangi adımları öncelikli görüyorsunuz? Hangi siyasi aktörlere ne tür sorumluluklar düşüyor?
 
Barış ve demokratik toplum sürecinde tarafların eşit koşullarda olması önemli. Bu konudaki temel adımlardan bir tanesi. Elbette ki Sayın Öcalan’ın “umut hakkı”nın tanınması ve İmralı Cezaevi koşullarında değil de serbest çalışabilir koşullarda olabileceği, kendi yol arkadaşları, mücadele arkadaşları Türkiye'nin demokratik kamuoyuyla ile doğrudan temas kurabileceği bir zeminin yaratılması bu sürecin gidişatı açısından çok önemli.  Deminden beri saydığımız birçok şeyin sorumluluğu, politik perspektifi, bunların hepsi Sayın Öcalan'ın politik sorumluluğuyla gerçekleşen adımlar oldu. Böyle bir baş aktörün, bu sürecin ilerlemesi açısından masanın karşısında olanlarla eşit koşullarda olması önemli. Bu sürecin olmazsa olmazlarından biri ve önce umut hakkı sonrasında bütün dünya deneyiminde olduğu gibi özgürlüğüne giden yolun açılmasıdır. Bir diğeri ise yüzyıllık Kürt inkarı, son 50 yıllık savaş politikası çok ciddi tahribatlara yol açtı. Bu hem ekonomik hem sosyal açıdan gerçekleşti. Ve bu savaşı yürütebilmek için Türkiye'deki yasal mevzuatın içerisine girdiğinizde birçok konuda "Bu da değişmeli, şu da değişmeli. A bu da böyle bir mağduriyet yaratıyor" dediğimiz o bütün müktesebatın demokratik bir zemine çekilmesine, evrensel, hukuksal, yasal normlara uygun bir şekilde yeniden inşa edilmesine ihtiyaç var.
 
Mesele bir demokratikleşme meselesi
 
Parlamento önemli sorumluluk alanlarından biri çünkü 50 yıllık inkarın temelinde ya da bu çözümsüzlük politikasının nedenlerinden biri şu ki Kürt sorununu bir güvenlikçi politika olarak değerlendirmekten geçiyor. Oysa ki Kürt sorunu bir güvenlik denklemi değildir. Kürt sorunu Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesidir. Farklı kimlikleri, kültürleri, inanışları, seçme seçilme hakkını tanıma meselesidir. Bugüne kadar bizim mağdur olduğumuz, seçme seçilme hakkının gasp edildiği, kayyum atanan belediye başkanlarının, milletvekillerinin, önceki dönem eş başkanlarının tutuklandığı bir siyasi parti geleneğinden bahsediyoruz. Bunu Kürt sorununun çözümsüzlüğünden bağımsız düşünmemek gerekiyor.  O, çözümsüzlük ve savaş politikalarının sonucuydu. Dolayısıyla meseleyi bir demokratikleşme sorunu olarak ele almalı,  bu ülkede barış ya da özgürlük sadece Kürt halkının sorunu değil. AİHM kararlarının tanımadığı, gazetecilerin tutuklu olduğu, belediyelere kayyumların atandığı, birazcık böyle rutinin dışına çıkan gazetecinin tutuklandığı bir Türkiye gerçeğinden bahsediyoruz. Ve bunu Kürt sorunundan bağımsız ele almamak gerekiyor. Dolayısıyla parlamento bu konuda gerçekten rol ve sorumluluk almalı. Bunu, Türkiye'nin demokratikleşmesi, evrensel hukuksal normlara göre yasal mevzuatın düzenlemesi olarak ele alacak zemin parlamentodur. Bütün toplumsal kesimlerin temsiliyetinin bulunduğu en yüksek seçilmiş irade. Dolayısıyla yasama organı olması itibariyle, bu konuda parlamentodaki her bir milletvekiline çok ayrı ve özel bir sorumluluk düşüyor.
 
 
“Siyasetçinin dilinin de pozitifleşmesi süreçte bir ivme yaratır. Kamuoyuna hitap ediyorsunuz ama diliniz sürekli negatif ve sürekli bir şeyleri şarta bağlıyorsanız bu çok kabul edilebilir bir şey değil.”
 
*Bugün hareket birçok adım atarken iktidar sözcüleri hala “PKK yetmez” diyor. Bu dile nasıl buluyorsunuz?
 
Bir barış sürecinin sağlıklı yürüyebilmesi açısından söylem dili çok önemlidir. Neyi nasıl söylediniz karşınızda etki yaratır. Meseleyi getirip güvenlikçi politikaları indirgediğinizde “şurası silah bıraksın, burası o şöyle yapsın, şu şöyle yapsın” diyerek, sürekli bir ön koşul ifade ettiğinizde karşı taraftaki de dönüp sorar ki “sen benim için ne yapıyorsun?” Meclis'te kurulan komisyonun bile İmralı adasına gidip hala Sayın Öcalan'ı dinlememiş olması bir örnek ya da Kürt dilinin hala yasaklı olması, Barış Annelerinin parlamentoda yaptıkları konuşma için tercümanın atanmamış olması çok büyük bir talihsizlik. Siyasetçinin dilinin de pozitifleşmesi süreçte bir ivme yaratır. Kamuoyuna hitap ediyorsunuz ama diliniz sürekli negatif ve sürekli bir şeyleri şarta bağlıyorsanız bu çok kabul edilebilir bir şey değil. AKP'nin kimi aktörleri bunu böyle yapmaya devam ediyor ama Kürt meselesi güvenlikçi mesele değil. Şimdi demokratik bir zeminde demokratik örgütlülüğüne müsaade etmediğinizde bu toplum ne yapacak? Üç kuşak haklara bile vurduğumuzda, örgütlenme ve mücadele hakkı çok temel üç kuşak haklar içerisinde sayılıyor. Şimdi bunu yok sayıyorlar. Dolayısıyla meseleyi bir güvenlikçi politika meselesi yapmak, demokratik adımlarla bir değişim dönüşüm süreci olarak ele almamak demek, toplumu oyalamaya çalışmak, mış gibi bir tablo ortaya çıkartıyor.  Bu hala bir çözümsüzlüğü devam ettirme politikası ama bu kimseye kazandırmayacaktır.
 
“Bu süreci dünya aydın entelektüelleriyle tartışacağımız, ortak bir geleceği nasıl inşa edeceğimizi konuşacağımız bir uluslararası konferansa da hazırlanıyoruz. Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı olarak gerçekleştireceğiz.”
 
*Sizce toplumsal barışı güçlendirebilmek için hangi politik veya toplumsal stratejiler ön plana çıkmalı? Sizin bu süreci örgütlemek için ne tür çalışmalar önünüzde?
 
Dünya deneyimlerinden de biliyoruz ki, bir kalıcı barışı inşa etmek toplumun bütün kesimlerinin destek vererek toplumsallaşmasıyla ve sürecin şeffaf yürümesiyle olacak bir şeydir. Dolayısıyla bu konuda parti olarak her aşamada toplumu bilgilendirmeyi, bir araya gelmeyi çok güçlü gerçekleştirdik. Ama tabii sadece burayla ilgili değil, bir de bunun evrensel boyutu var. Sonuçta Kürt sorunu artık dünyanın tanıdığı bir sorun. Avrupa'da da çok güçlü bir diaspora var. Amerika'da, Ortadoğu'da, Asya'da yaşayan, Japonya'da bile yaşayan Kürtler var. Meselenin artık bir evrensel yönü ve zemini de var. Kabul edelim veya etmeyelim. Dolayısıyla bunu biraz uluslararası zeminde de tartışmaya ihtiyaç var. Bizim bu konuda bir hazırlığımız var. Özellikle bu süreci dünya aydın entelektüelleriyle tartışacağımız, ortak bir geleceği nasıl inşa edeceğimizi konuşacağımız bir uluslararası konferansa da hazırlanıyoruz. Bu yıl içerisinde gerçekleştirmeyi planladığımız önemli çalışmalardan bir birisi olacak. Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı olarak gerçekleştireceğiz ve dünyanın çok çeşitli yerlerinden bu meseleye kafa yormuş, deneyimleri olan insanlarla bir araya gelip, buradaki barış ve demokratik toplum sürecini daha güçlü nasıl gerçekleştirebilirizi tartışacağız. Bunu aynı zamanda Türkiye'deki aydın yazarlarla beraber de yapmak istiyoruz.
 
Onlarla beraber bir ortak tartışma zeminine ihtiyacımız var ve DEM Parti olarak buna öncülük edeceğimiz İstanbul'da gerçekleştireceğimiz bir Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı'nın hazırlıklarına başladık. Bu konuda güçlü ve önemli isimleri bekliyoruz ve daha önemlisi geleceğin inşasına dönük önemli tartışmalar bir ortak ve bir arada yaşama kültürü nasıl oluşturuluru tartışacağımız bir zemin olacak. Bir aksilik olmazsa Aralığın ilk haftasında bu konferansımızı gerçekleştireceğiz. Bu süreç bağlamında yapacağımız önemli çalışmalardan bir tanesi olacak. Daha önce ittifak güçlerimizle Ankara'da bir toplantı gerçekleştirdik. Benzer bir tartışmayı yürüttük. Ama şimdi uluslararası demokrasi mücadelesi yürütenlerle bu işin nasıl yürüyeceğini tartışacağımız bir zemini oluşturacağız.