Kapitalist vitrinde ahlakın pazarlanışı!

  • 09:04 16 Nisan 2025
  • Kadının Kaleminden
  
 
“Abdullah Öcalan’ın toplumsal ahlaka yaklaşımı, sistem eleştirisinin ötesinde, alternatif bir yaşam arayışını da barındırır. Ona göre ahlak; iktidarın dayattığı “itaat ve kontrol” sistemine karşı, toplumun kendi yaşamını ve değerlerini koruma biçimidir. Ve bu, ancak kadın özgürlüğü, öz-yönetim, dayanışma ve kolektif etikle mümkündür.”
 
Dilan Babat 
 
Günümüz toplumunda ahlaki değerlerin sınırlarını zorlayan olaylar artık sadece istisna değil, adeta gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumda. Örneğin, sabah kuşağı programlarında yaşanan olayların reyting unsuru olarak sunulması, ahlaki yozlaşmanın izleyici tarafından “normalleştirildiğini” gözler önüne seriyor. Bir diğer örnek ise Sivasspor’un açtığı pankart, toplumsal kutuplaşmayı ve algı savaşlarını körüklüyor. 
 
Medya organları reyting uğruna ailevi ve toplumsal değerleri istismar ederken, “normal” kavramı da sistem tarafından yeniden tanımlanıyor. Yüzeyde masum görünen bu içerikler, derinlemesine bakıldığında adeta bir toplum mühendisliği projesinin parçası gibi işliyor. İnsanların duyguları, ilişkileri ve ahlaki sınırları ekranlarda birer eğlence nesnesine dönüştürülüyor. Bu durum, bireylerin gerçeklik algısını da çarpıtıyor; sonuç olarak etik sınırlar bulanıklaşıyor. Üstelik bu dönüşüm sadece bireysel ahlakı değil, toplumsal yapıyı da sarsıyor. “Aile, mahremiyet, sadakat” gibi kavramlar artık medyatik malzeme haline gelmiş durumda. İnsanlar yalnızca izlemiyor; içselleştiriyor, örnek alıyor, tekrar ediyor. Kitle iletişim araçları bu yönüyle yalnızca bilgi değil, aynı zamanda değer de aktarıyor.
 
'Makbul Ahlak'a göre şekillenen yaşamlar
 
Toplumsal ahlak, (toplumun ortak değerleri, normları ve davranış kalıplarına dayanan ortak bir yaşam sözleşmesi) olarak tanımlanır. Ancak günümüzde bu sözleşmeye baktığımızda, bireysel çıkarlar, siyasi manipülasyonlar ve ekonomik kaygıların toplumsal değerlerin yerini aldığı görülür. Ahlakın çöküşü, yalnızca bireylerin yozlaşması değil, aynı zamanda sistemsel bir dejenerasyondur. Bu bağlamda sistemin kendisi, siyasal iktidarın dili ve Diyanet gibi dini kurumların söylemleri bu çöküşün hem nedeni hem de sürdürücüsü konumundadır.
 
Tam da burada sistemin rolünü açmak gerekir: Ahlak, tüketimle pazarlanmaya başlanılır. Kapitalist sistem, bireyi önce yalnızlaştırır, sonra ona “ahlak” adı altında bir yaşam biçimi sunar. Modern toplumlarda ahlak artık içsel bir değer değil, bir vitrin meselesidir. Reklamlarla, televizyon dizileriyle ve dijital medya fenomenleriyle dayatılan yaşam tarzı, erdemli olmayı değil, “görünür olmayı” yüceltir. Ahlaki değerler, neoliberal düzende birer pazarlama stratejisine dönüşür. Devletin eğitim ve medya politikaları da bu süreci pekiştirir. Okullarda eleştirel düşünce yerine biat kültürü öğretilir, medyada ise sorgulayan seslere değil, yandaş ahlaka yer verilir. Böylece birey, kendi vicdanı yerine iktidarın tanımladığı "makbul ahlak"a göre şekillenir.
 
Ahlak ve yasak
 
Sistem eliyle çürütülmek istenen toplum, iktidarın söylemleriyle araçsallaştırılmaya çalışılır. Bir yandan ahlakı bir denetim aracı olarak kullanan iktidar, diğer yandan yolsuzluk, kayırmacılık ve adaletsizlik gibi etik dışı uygulamaları yaygınlaştırır. İktidarlar, “ahlakı” yalnızca belirli “yasaklar” üzerinden tanımlar: kadının giyimi, bireyin yaşam tarzı gibi. Böylece ahlak, “özgürlükleri” bastırmak için bir bahaneye dönüştürülür.Sadece bununla da kalmayan iktidar, Diyanet’in söylemlerini de “ahlak”a göre şekillendirir. Kadın bedeni, aile yapısı ve gençlik gibi konular Diyanet’in söylemlerinde sürekli olarak öne çıkar. Ancak yoksulluk, sınıf adaletsizliği ve yolsuzluk gibi temel ahlaki sorunlar neredeyse hiç gündeme gelmez.
 
Ahlaki toplum, özgür toplumdur
 
Sistemin, medyanın ve iktidarın söylemlerine karşılık, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a göre ahlak, bireysel bir vicdan meselesi olmanın çok ötesinde, toplumun kendi varlığını sürdürme biçimi olarak ele alır. Ahlak, toplumun öz-savunma mekanizmasıdır ve hiçbir dış otoritenin ya da devletin belirleyici olduğu bir alan değildir. Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda şöyle der:“Ahlak, toplumsal yaşamın korunması ve geliştirilmesinde temel belirleyici güçtür; ahlaki toplum, özgür toplumdur.” Ahlak, halkın gündelik yaşamda geliştirdiği dayanışma, paylaşım, adalet anlayışları ve direniş biçimlerinden doğar. Abdullah Öcalan, devletin tarihsel olarak ahlaki değerleri yozlaştırdığını vurgular. Devletin ortaya çıkışıyla birlikte, ahlak iktidarın çıkarlarına hizmet eden bir araca dönüşmüş ve toplumdan kopmuştur. Bu nedenle Abdullah Öcalan, “Devletin ahlaktan söz etmesi kadar büyük bir yalan yoktur. Ahlak toplumundur; devletin ise yasası vardır,” der. Böylece, "yasaya dayalı toplum" ile "ahlaka dayalı toplum" ayrımını yapar. İlki baskı ve itaate; ikincisi ise özgürlük ve rızaya dayanır.
 
Kadın ve ahlak
 
Ahlak ile politika ilişkisine dair Abdullah  Öcalan, bu iki alanın birbirinden ayrılamayacağını savunur. Politikayı “toplumsal sorunları çözme sanatı” olarak tanımlar ve bu çözümün ahlaki temeller üzerinde yükselmesi gerektiğini vurgular. “Politika, ahlaki toplumun aracıdır. Ahlaksız bir politika, toplumun çözülmesidir” diyen, Abdullah Öcalan, demokratik konfederalizm modelini, ahlaki ve politik toplumun inşası temelinde ele alır. Toplumun, kendi ahlaki ilkelerine göre kendini örgütlemesi gerektiğini savunur.Kadın bedeni üzerindeki denetim üzerinden yaptığı değerlendirmelerde ise ahlaki çöküşün, en çok kadının bedeninin ve kimliğinin denetlenmesiyle başladığını ifade eder. Bu nedenle kadının özgürleşmesini, ahlaki toplumun yeniden inşasında birincil koşul olarak değerlendirir: “Kadının özgürlüğü, ahlaki toplumun ölçüsüdür.”
 
Ahlaki çöküşe karşı alternatif ne olmalı?
 
Abdullah Öcalan, bu ahlaki çöküşe karşı, yeniden ahlaki bir toplum inşası için "ahlaki, politik toplum" modelini önerir. Bu model; özgür birey ve kolektif yaşam uyumu, kadın özgürlüğü ve cinsiyet eşitliği, ekolojik toplum ve dayanışmacı ekonomi ilkelerini içerir. Hem kapitalist modernitenin hem de devletçi zihniyetin ahlak dışı yapısına bir alternatif sunmayı amaçlar. Abdullah Öcalan’ın toplumsal ahlaka yaklaşımı, sistem eleştirisinin ötesinde, alternatif bir yaşam arayışını da barındırır. Ona göre ahlak; iktidarın dayattığı “itaat ve kontrol” sistemine karşı, toplumun kendi yaşamını ve değerlerini koruma biçimidir. Ve bu, ancak kadın özgürlüğü, öz-yönetim, dayanışma ve kolektif etikle mümkündür.