
Casenê’den süzülen kadın iradesi
- 09:02 15 Temmuz 2025
- Kadının Kaleminden
“Bu bağlamda, barış sürecine katkı sunma gerekliliğiyle kadın mücadelesine doğru temelde sahip çıkılması; hissettiğimiz duyguların ve tüylerimizi ürperten anların samimiyetini ortaya koymak için önemli bir fırsat olacak.”
Eda Bazencir
Süleymaniye’nin Dukan bölgesi, Casenê Mağarası’nda silahların imha edilmesine dair fazlasıyla yazılıp çizilenlerden ziyade, orada yaşananların kadın perspektifinden değerlendirilmesini elzem buluyorum.
Öncelikle, silahların imha edilmesi gibi önemli bir eyleme bir kadının öncülük etmesiyle başlayalım. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, PKK’nin en üst düzey kadrolarından biri. Dolayısıyla, bu denli önemli bir güne öncülük etmesi elbette tesadüfi bir tercih değil. Besê Hozat’ın bugüne öncülük etmesini ontolojik bir bakış açısıyla değerlendirmek önemli. Örtük olan mesajların iyi anlaşılması; bu mesajın bir varlık mücadelesi olduğu, demokratik toplumun inşası sürecinde yaşanan kafa karışıklıklarına ışık tutacağı anlamına gelir.
Dolayısıyla, eylemin derin yapısında yer alan anlamın ve çok katmanlı bu yapıyı çözmeye yardımcı olacak noktanın, kadınların bugüne öncülük etmesi olduğu özellikle vurgulanmalıdır. Bugüne bir kadının öncülük etmesi, on beş kadın ve on beş erkekten oluşan bir grupla eşit temsiliyetin ortaya konması, bir erkek ve bir kadının silahların imha edileceği kazanı birlikte ateşe vermesi, harlaması… Bu üç başlığın açımlanması; kadın mücadelesini, erkeğin dönüşümünü ve toplumsal sözleşme ihtiyaçlarımızı ifade etmektedir.
İndirgemeciliğin yanlışlığı
Besê Hozat’ın kadın, Kürt ve Alevi kimliği; Kürdistan coğrafyasında yaşayan kadınların maruz bırakıldığı şiddetin kaynağına işaret ediyor. Bu kimliklere sahip olmak, kadınların ailede, sokakta ve devlette her türlü şiddete maruz bırakılmasını meşrulaştırıyor. Kadın statüsünün ikincil konuma itildiği tarihsel dönemlerden bugüne dek, kadınlar ağır bir zulümle karşı karşıya kalmaya devam ediyor.
Biyolojik indirgemeciliğin yanlışlığını ise Besê Hozat ve beraberindeki on beş kadın net bir biçimde ortaya koyuyor: “Öncülük edebiliyoruz, dağlarda da zor koşullarda da yaşayabiliyoruz, savaşabiliyoruz ve kazanabiliyoruz.” Bu, erkekle bir kıyas değil; doğrudan kadının varlığının ve ortaya koyduğu iradenin söylemi oluyor.
On beş kadın ve on beş erkekle sağlanan eşit temsiliyetin önemi vurgulanıyor. Özgürlük sorununun yalnızca bir cinsin değil, her iki cinsin de temel sorunu olduğu ve dolayısıyla bunun bir toplum meselesi olduğu ifade ediliyor.
“Kadının kölelik tarihi henüz yazılmamıştır. Özgürlük tarihi ise yazılmayı bekliyor,” der Sayın Öcalan. Casene Mağarası’nda kadınlar, bu özgürlük tarihine anlamlı bir cümle bırakıyor. Kadın varlığının ve mücadelesinin, tüm dünya kadınlarına ve halklarına ilham vereceği açıkça dile getiriliyor.
Bu eylem, erkeğin dönüşmesi ve dönüştürülmesi gerektiği noktasında; toplumdaki özgürlük sorunuyla birlikte kadın sorununu da kendisinin dışındaki bir mesele gibi gören kesimlere ve sorunun kendi sorunu olmadığını düşünen egemen, eril zihniyete karşı güçlü bir mesaj içeriyor. Kadın mücadelesini "normal" görme ve birlikte mücadele etmeye direnme tutumlarına karşı sert bir eleştiri sunuyor.
Eylemin toplumda yarattığı etki gözlemlendiğinde, eyleme katılan kadınlara saygı duyulurken, legal alanda kadın mücadelesi yürüten kadınlara aynı saygının gösterilmemesi; verili bilgiler çerçevesinde Kürt kadın hareketinin aşağılandığını, beğenilmediğini ve bu tutumun üstenci bir erkek egemen zihniyeti açığa çıkardığını gösteriyor. Kırsalda savaşan kadın "iyi", şehirde mücadele eden kadın ise "sorun çıkaran", "tehlike arz eden", "sekter" ve "uzak durulması gereken" biri olarak tanımlanıyor.
En kötü tarafı ise, bu yaklaşımı sergileyen kesimlerin kendilerini eşitsizlikler karşısında “aşmış” bireyler olarak görmesi. Tıpkı pembe tişört giymeyi kadın-erkek eşitliği konusunda aşılmış ciddi bir eşik olarak değerlendirmeleri gibi.
Toplumsal sözleşme
Konuyu dağıtmadan bugünkü eylemde verilen mesajlara dönecek olursak; silahların bir erkek ve bir kadın tarafından birlikte yakılması, barışa giden yolda demokratik, ahlaki toplum inşası temelinde her iki cinsiyetin de gönüllü taraf olduğu bir toplumsal sözleşmeyi zaruri kılıyor. Kadınların ve kadınlar nezdinde halkların tarihsel süreçte yaşamın birçok alanından tek taraflı sözleşmelerle tecrit edilmesine karşı, alternatif bir toplumsal sözleşmenin geliştirilmesi ve tüm kesimlerin bu doğrultuda demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmaya katkı sunması, barış sürecinin hem bir gerekliliği hem de sorumluluğumuz olarak önümüzde duruyor.
Bu bağlamda, barış sürecine katkı sunma gerekliliğiyle kadın mücadelesine doğru temelde sahip çıkılması; hissettiğimiz duyguların ve tüylerimizi ürperten anların samimiyetini ortaya koymak için önemli bir fırsat olacak.