
‘Meclis’e ve Adalet Bakanı’na rapor sunacağız'
- 09:02 3 Mayıs 2025
- Hukuk
Elfazi Toral
İSTANBUL - ÖHD üyesi avukat Zozan Vargün, umut hakkı ile ilgili yaptıkları çalışmanın devamı olarak, hasta tutsaklara yönelik ağır tecrit koşullarının tutsaklar üzerindeki etkisine dair hem Meclis’teki ilgili partilere hem de Adalet Bakanı’na bir rapor sunacaklarını belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde 26 yıldır tecrit koşulları altında tutuluyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği "umut hakkı" ihlali kararı, tartışmaların gündemindeki yerini koruyor. Bu bağlamda, AİHM, ömür boyu hapis cezası alan bir kişinin cezalarının belirli bir süre sonra gözden geçirilmesini ve şartlı salıverilme talebinde bulunabilmelerini temel bir hak olarak kabul ediyor.
Türkiye’nin “umut hakkı”na ilişkin yasal düzenleme yapmaması durumu ise Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AKBK) gündeminde yer alıyor. Komite, yasal düzenleme için Eylül 2025 tarihine kadar Türkiye’ye süre tanımıştı. Ancak Türkiye hâlâ söz konusu konuya dair somut bir adım atmış değil. Antidemokratik politikaların yaşandığı yerlerin başında Türkiye cezaevleri geliyor. “Umut hakkı” zemininde gerçekleşen tartışmalar gündemdeki yerini korurken, bir diğer önemli mesele de cezaevlerinde yaşanan yaşam hakkı ihlali. Cezaevlerinde bulunan tutsakların en yasal hakları dahi uygulanmıyor.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği üyesi avukat Zozan Vargün, umut hakkı ve tutsakların yaşadıkları hak ihlallerine dair değerlendirmelerde bulundu.
‘İdam cezasında yapılan değişiklik’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komplo sonucu Türkiye’ye getirildiğinden bu yana ağır tecrit koşullarında tutulduğunu ifade eden Zozan Vargün, bu tecrit nedeniyle yıllarca avukatı ve ailesiyle görüştürülmediğini hatırlattı. “Sayın Abdullah Öcalan tutuklandıktan sonra Türkiye’de idam yasasında bir değişiklik söz konusu oldu” diyen Zozan Vargün, şu ifadeleri kullandı: “2004 yılında idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte, ağırlaştırılmış müebbet infaz rejimi getirildi. Bu da, hükümlünün hayatı boyunca cezaevinde kalması anlamına gelmektedir. Arın Hukuk Bürosu avukatlarının yaptığı başvuru üzerine, 2005 yılında Sayın Abdullah Öcalan’ın adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edildi. Akabinde, 2014 yılında ortaya çıkan 'Öcalan 2' kararıyla da, Sayın Abdullah Öcalan ve diğer ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan tutukluların umut hakkının yok sayıldığı, dolayısıyla ölünceye kadar cezaevinde kalmak suretiyle cezalandırıldıkları ortaya konmuştur.”
Umut hakkı nedir?
Ömür boyu hapis cezasının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olması nedeniyle verdiği bir hüküm olduğunu dile getiren Zozan Vargün, “Dolayısıyla Türkiye bu karara uymakla yükümlüdür. Ancak Türkiye, 2014 yılından bu yana bu karara uymamakta ve farklı şekillerde direniş göstermektedir. Umut hakkıyla ilgili yalnızca bu karar değil; Kaytan, Gurban ve Boltan/Türkiye kararlarında da aynı çerçevede değerlendirmeler yapılmıştır. Umut hakkı, ömür boyu hapis cezası almış mahpuslar için belli bir süre sonra cezalarının gözden geçirilmesi ve yeniden özgürlüğe kavuşma ihtimalinin tanınması ilkesine dayanan bir haktır. AİHM’e göre, hiçbir mahpus hayatı boyunca cezaevinde tutulamaz. Bu uygulama, manevi ve psikolojik açıdan insan onurunu zedelediği için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence yasağını düzenleyen 3. maddesinin ihlali anlamına gelir. Bu nedenle AİHM, her mahpusa bu hakkın tanınması gerektiği yönünde kararlar vermiştir” diye kaydetti.
AKBK’nin Türkiye’ye yönelik kararı
Bir tutsağa “koşullu salıverilme” imkânı tanınmadığında, manevi anlamda “işkenceye” maruz kaldığının altını çizen Zozan Vargün, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan bir tutsağın aynı zamanda hem ömür boyu tecrit edildiğini hem de yalnızlaştırıldığını ifade etti. Zozan Vargün, “Bir mahpusa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi, onun toplumsal bağlardan kopmasına, topluma geri dönüş imkânının ortadan kalkmasına ve yalnızlaşmasına neden olmaktadır. Nitekim, son dönemde inşa edilen S ve Y tipi hapishanelere baktığımızda, bu cezaevlerinde mahpusun yoğun bir tecrit altına alındığını ve yalnızlaştırmaya yönelik bir yapının oluşturulduğunu görmekteyiz. Bu durum, ceza infaz sisteminin öngördüğü adalet anlayışının insan onuruna uygun biçimde düzenlenmediğini göstermektedir. AİHM’in bu konuda verdiği kararlarla da umut hakkı tanınmalıdır. Nitekim, AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kasım 2021 ve Eylül 2024 tarihli kararları bulunmaktadır. Bu kararlarla Türkiye’ye süre tanınmıştır. Türkiye’nin, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış tüm mahkûmların ceza infaz sistemini ve yargılamalarını umut hakkı çerçevesinde yeniden düzenlemesi ve dönüştürmesi gerekmektedir” dedi.
Komitenin Türkiye için kararı
Zozan Vargün, “Türkiye, bu Eylül 2024 tarihli karar doğrultusunda umut hakkı ile ilgili bir çalışma yapmadığı takdirde, Komite bu kararları bir daha Eylül 2025'te görüşecek ve ona göre Türkiye'nin durumuna ilişkin bir karar verecek. Bu daha icraî bir karar olacağı yönünde bizim de izlenimlerimiz var. Çünkü Komite ilk defa bu kadar ciddi bir adım atıyor. Bizim burada özellikle vurgulamak istediğimiz şey, yaşanan ve hepimizi de umutlandıran toplumsal barışa giden süreçte umut hakkı ile ilgili yasal düzenlemelerin yapılması ve bu yasal düzenlemeler yapılırken de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile karşı karşıya kalmış tutsakların bırakılmasıdır. Adalet Bakanlığı’yla, DEM Parti’nin ve heyetin yaptığı görüşmelerde fiiliyata geçmesi ve Meclis’in de bu açıdan yasama organı olarak çalışır vaziyete gelerek en kısa zamanda bu konuda bir düzenleme yapması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
Umut hakkı düzenlemesi
“2004 yılında ölüm cezasının kaldırılmasıyla birlikte, anayasa ve yasalarda yapılan bazı değişiklikler doğrultusunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası uygulanmaya başlandığını” belirten Zozan Vargün, sözlerine şöyle devam etti: “2014 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Öcalan kararlarıyla birlikte, artık umut hakkının tanınması gerektiğini ve yasaların da buna göre yeniden düzenlenmesi zorunluluğunu konuşur hale geldik. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke olduğundan, AİHM’nin verdiği kararlara uymakla yükümlüdür. Adalet Bakanı'nın yaptığı açıklamada, umut hakkına ilişkin bir mevzuatın bulunmadığı ve bu nedenle düzenleme yapılamadığı belirtilmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar ve yasama organının çıkarabileceği yeni yasalarla, umut hakkının tanınması son derece hızlı ve mümkün bir adımdır. Bu açıdan bakıldığında, mevcut sistemin değiştirilmesi ve dönüştürülmesi hukuken ve pratikte rahatlıkla gerçekleştirilebilir.”
Tecridin yayılması
İmralı Cezaevi’nde uygulanan tecrit politikalarının zamanla tüm cezaevlerine yayıldığını dile getiren Zozan Vargün, tecridin giderek daha da derinleştiğini ifade etti. Zozan Vargün, “Bizim temel amacımız ve talebimiz, AİHM’in verdiği kararın uygulanması ve buna paralel olarak iç hukukta da gerekli yasal değişikliklerin yapılmasıdır. Özellikle altını çizmek istediğimiz nokta şudur: İmralı Ada Hapishanesi’nde bulunan Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki koşullarında bir değişiklik yapılması, aynı zamanda Türkiye’deki tüm cezaevlerinde kalan mahpusların koşullarının iyileştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle öncelikli ve ivedi talebimiz, Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridin kaldırılması ve onun insanca yaşanabilir, çalışılabilir bir ortamda tutulmasının sağlanmasıdır. Aynı şekilde umut hakkının da tanınması, bu sürecin önemli bir parçasıdır” şeklinde konuştu.
Hasta tutsaklara yönelik umut hakkı
Umut hakkının uygulanmamasından kaynaklı olarak cezaevlerinde bulunan hasta tutsakların doğrudan etkilendiğine vurgu yapan Zozan Vargün, “Bu durum, onların yaşadığı sorunları daha da derinleştirmekte ve sağlık haklarının ihlaline yol açmaktadır. Tecrit, bir tehdit halini almış durumdadır ve bu nedenle hızlıca kaldırılmalı, bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Hapishanelerde sağlık hakkı ve insan onuruna yakışır tedavi imkânlarına erişim sağlanmalıdır. Çünkü cezaevlerinden gelen başvurularda da gördüğümüz üzere, mevcut durumda tedavi hakkının fiilen ortadan kalkmış olması, mahpuslar açısından bir işkenceye dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle özellikle hasta mahpuslara umut hakkı mutlaka tanınmalıdır” diye belirtti.
Keyfi uygulamalar
Zozan Vargün sözlerini şöyle sürdürdü: “2020 yılı itibariyle İdari Gözlem Kurulu diye bir kurulla karşı karşıya kaldık. İdari Gözlem Kurulu, infazını tamamlamış bir mahpus için ‘hapishaneden çıkabilir mi, çıkamaz mı’ üzerine karar veren ve bu kararı verirken de kendini bir yargı mekanizması gibi gören bir yapı. Ama içerisinde hâkim-savcının olmadığı, cezaevi müdürünün, psikoloğun ya da çeşitli mesleklerden farklı kişilerin olabildiği bir mekanizma. Bu mekanizmanın son dönemde 30 yıllık tutsaklar için ya da infazını tamamlamış tutsaklar için kötü niyetli olarak kullanıldığı ve bu tahliyelerin önüne geçmek için bir engel olarak kullanıldığı görülmektedir. İnfazını tamamlayıp çıkacağını uman mahpuslar, İdari Gözlem Kurulu'yla karşı karşıya kalmakta.
Bundan dolayı, bu sürecin bizler açısından en önemli noktalarından bir tanesi de sonradan getirilen bu İdari Gözlem Kurulları’nın kaldırılmasıdır. Çünkü bu keyfi uygulama, bugün yapılabilecek bir genel afla ya da başka bir afla ortadan kaldırılmayacağı için, sonradan bu sürecin devamı olabileceğinden dolayı İdari Gözlem Kurulu’nun kaldırılması gerekmekte. Ya da İdari Gözlem Kurulu’ndan bağımsız üçüncü kişiler tarafından gözlenebilir, objektif ve şeffaf bir şekilde denetiminin yapılması gerekiyor. Bu açıdan, İdari Gözlem Kurulları’nın da bu umut hakkı çerçevesinde yapılacak yasalarda değişikliğe uğraması gerekmektedir.”
Meclise ve Adalet Bakanı’na rapor
Cezaevlerinin tutsaklar için “işkence” mekanlarına dönüştüğünü aktaran Zozan Vargün, tutsakların sağlık hakkına erişemediğini ve hasta tutsakların tedavi edilmediğini belirtti. Zozan Vargün son olarak şöyle konuştu: “Mahpuslar hastaneye gittikten sonra ‘hapishanede kalamaz’ raporunun dikkate alınması, ATK'ye giden mahpusun taraflı raporlarla ‘hapishanede kalabilir’ yönündeki düzenlemenin değiştirilmesi gerekiyor. Toplumsal barış sağlanacaksa ve buna ilişkin adım atılması gerekiyorsa, bunun en önemli samimiyet göstergesi hasta mahpusların bırakılmasıdır. Özellikle üzerinde durmak istediğimiz nokta şu: Bir toplumsal barış gerçekleşecekse, muhalefetin, iktidarın ve aydın olarak nitelendirilen tüm kesimlerin bu sürece dahil olması, bu süreci desteklemesi çok önemli.
Bununla birlikte ÖHD ve TOHAV olarak, yaşanan süreçle birlikte umut hakkının tanınması için 28 Nisan’da umut hakkına ilişkin çeşitli sivil toplum örgütlerinin de içinde bulunduğu bir açıklamada bulunduk. Umut hakkı ile ilgili yaptığımız bu çalışmanın devamı olarak, hapishanedeki tutsakların ağır tecrit koşullarından nasıl etkilendikleri ve bir kişinin ömür boyu cezaevinde kalmasının üzerinde nasıl bir etki uyandırabileceği, travmatik boyutlarına ilişkin olarak bir çalışma yapmayı planlıyoruz.
Bu çalışmayı hem Meclis’teki ilgili partilerle hem de aynı zamanda Adalet Bakanı ile yapacağımız bir görüşmeyle paylaşmayı ve buna ilişkin çalışmalarımızı devam ettirmeyi düşünüyoruz.”