Yeni sürecin eşiğinde Jineolojî: Öncü rol üstleneceğiz

  • 09:54 12 Haziran 2025
  • Güncel
 
Şehriban Aslan- Pelşin Çetinkaya 
 
AMED - Jineolojî atölyelerinden Figen Aras, Abdullah Öcalan’ın Jineolojî’ye hitaben yazdığı mektubun, kadınların barış sürecindeki vazgeçilmez rolünü bir kez daha teyit ettiğini vurguladı. “Önümüzde çok anlamlı bir süreç var,” diyen Figen Aras, “Öcalan da toplum da kadınlara tarihi bir görev verdi. Biz kadınlar, barışın kurulmasında öncü bir rol üstleneceğiz” ifadelerini kullandı.
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 30 Mayıs’ta Jineolojî’ye hitaben anlamlı bir mektup gönderdi. Mektubuyla birlikte, cezaevi havalandırmasından kopardığı bir eğreti otu dalını da hediye olarak iletti. Bu sembolik hediyeyle Öcalan, “Kadın çalışmam yarım kalmış bir projedir” diyerek, Jineolojî'nin teorik olarak tamamlandığını ve artık hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Her kelimesi derin anlamlar taşıyan mektubunda, kadınlar için geliştirdiği “umut ilkesi”ne özel bir vurgu yaptı. Özellikle kadınlar tarafından büyük bir heyecan ve umutla karşılanan bu mesaj, Öcalan’ın daha önce yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından başlayan yeni sürece ışık tuttu.
 
Jineoloji çalışmalarında yer alan Figen Aras ile Abdullah Öcalan’ın mektubunu konuştuk.  
 
“Daha çok kadınların kendini bulduğu, kendini tanımladığı, kendi hakikat arayışını sürdürmek için bir yöntemle karşılaştığı bir kavram olarak ele alabiliriz. Dolayısıyla da 15 yılı aşkın bir süredir çalışmalar sürüyor.”
 
*Kadın kimliğine yönelik tarihsel baskılar ve kimliksizleştirme politikaları günümüzde hâlâ etkisini sürdürüyor. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Jineolojî projesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu projenin toplumsal bütünlük açısından önemini nasıl görüyorsunuz?
 
 Jineolojî kavramıyla ilk defa 2008'de çıkan Özgürlük Sosyolojisi Savunmalarında tanıştık. Bizim için çok orijinal bir kavramdı. Hem Latince hem Kürtçe iki sözcük bir araya gelmişti. O günden itibaren büyük bir heyecanla Jineolojî çalışmaları devam ediyor. Jineoloji Dergisi 10 yıldır okuyucularıyla buluşuyor. Yani anlam dünyası çok geniş olan bir kavram Jineolojî… Çünkü kadının yaşamla, yaşamın toplumla, toplumun kadınla olan bağını yöntem olarak, anlam bilimi olarak inceleyen, aslında Öcalan'ın da belirttiği, ‘yarım kalmış projemi Jineolojîyle yol alarak devam ettim’ dediği nokta da oydu. Daha çok kadınların kendini bulduğu, kendini tanımladığı, kendi hakikat arayışını sürdürmek için bir yöntemle karşılaştığı bir kavram olarak ele alabiliriz. Dolayısıyla da 15 yılı aşkın bir süredir çalışmalar sürüyor. Bu da büyük bir heyecan yaratıyor. Çünkü Jineolojî soyut olmaktan ziyade yaşamda karşılığı olabilecek bir önermeydi.
 
“Biz akademik dünyada Jineoloji yer alsın diye bütün dünyaya tanıtmaya çalışırken acaba yaşamdan, halktan, yaşamın gerçekliğinden kopma gibi bir riski de taşıyabilir miyiz? Yani feminizmi tüm mirasıyla, kazanımlarıyla, saygıyla değerlendirirken elit olmasını da eleştiriyorduk. Dolayısıyla Jineoloji elitleşebilir mi?”
 
*Siz de uzun süredir bu alanda mücadele eden birisisiniz. Bu mücadele sırasında ne tür zorluklarla karşılaştınız? Jineolojî eksenli çalışmalarınızı nasıl örgütlediniz, hangi yöntemleri benimsediniz?
 
Jineolojî ile ilgili çalışmalar başladığında iki yönlü zorluklar yaşadık. Birincisi kendi içimizde yaşadığımız zorluklardı. Bir diğeri de devletin baskı ve yasak politikalarıydı. Savaşların, katliamların, yoksulluğun olduğu bir dünyada kadın bilimi önermesi ortaya konulmuştu ve biz bunun çalışmalarına başlamıştık. Bununla birlikte kavramsal olarak da önceleri bize ağır geliyordu. Yani böyle jin ve lojî kavramı, sanki kadınlar bilimden anlamaz, kadınlar akademik zeminden üretemez… biz de kendi içimize bunu biraz yedirmiştik. Savaşın, yoksulluğun, kadın katliamlarının ortasında okumalar yapmak çok zordu ama diyalektik gereği anlamlıydı. Üzerimizden savaş uçakları geçiyordu atölyelerde okumalar yaparken… daha çok okuyarak, araştırarak, inceleyerek yaptık ama yeni bir zorlukla karşılaştık. Bu zorluk jineolojînin elitleşme, yaşamdan kopma tehlikesiydi. Biz akademik dünyada Jineoloji yer alsın diye bütün dünyaya tanıtmaya çalışırken acaba yaşamdan, halktan, yaşamın gerçekliğinden kopma gibi bir riski de taşıyabilir miyiz? Yani feminizmi tüm mirasıyla, kazanımlarıyla, saygıyla değerlendirirken elit olmasını da eleştiriyorduk. Dolayısıyla Jineoloji elitleşebilir mi? Böyle bir zorlukla da karşılaştık. Çünkü bu bir tuzak gibiydi yani akademik zeminde tartışmalar, değerli çalışmalar yapmak bazen insanı yaşamdan da koparabiliyor. Çünkü sürekli kapalı mekândasınız, sürekli okuyor, araştırıyor, tartışıyorsunuz. Ağır bir dil olursa halkın gerçekliğini, yaşamın hakikatini nasıl ifade edecektik? Böyle bir zorlukla karşılaştık ama zamanla tartışarak, araştırarak, inceleyerek, birbirimize fikir danışarak aşmaya çalıştık.
 
İkinci büyük zorluk Jineolojînin  Öcalan'ın bir önermiş olmasından kaynaklı sürekli illegalize edilmesi ve baskı politikalarımın oluşmasıydı. Dönemin ruhu itibariyle yani iktidar bazında ele aldığımızda tamamen yasaklı, hukuki boyutta da ceza verilecek bir noktadaydı. Jineolojî ile ilgili bütün dergiler, kitaplar toplanıyor; Jineolojîye dair söz söyleyenlere dosya açılıyordu. Ama şunu çok iyi biliyorduk ki biz doğru olanı yapıyoruz. Önemli olan buydu. Ve hiç geri adım atmadık. Dergimiz 10 yıl boyunca hiç aksamadan çıktı. Dergi çıktığı gibi yasaklanıyor toplatılıyordu ama yeniden çıkıyordu . Atölyeler gerçekleştirdik. Elbette güvenlik kaygıları yaşanıyordu.. hala jineolojî dergisinin içeriye alınmadığı zindanlar var. Böyle bir zorlukla da karşı karşıyaydık.
 
“Atölyeler doğallığında yayılan, yayıldıkça da bir yöntem ihtiyacına dönüşen ve soyuttan somuta geçme, bir yaşamı inşa etmede Jineolojî nasıl bir katkı sunarım arayışı daha bilimsel, daha felsefik düzeyde devam etmeye başladı.”
 
*Kadınlar jineolojîden  güç alarak yaşamın her alanında varlık göstermeye başladı. Sizce bu süreçte kadınlar ne tür kazanımlar elde etti? Size göre jineolojînin  kadın üzerindeki en dönüştürücü etkisi ne oldu?
 
Öncelikle şunu baştan koymak lazım; Jineolojî sıfırdan hiçbir yerden başlamadı. Bu büyük bir yanılgı olur. Çünkü 40 yılı aşkındır bir Kürt kadın hareketi deneyimi var. Muazzam başarılar var. Öcalan'ın mektubunda da belirttiği binlerce şehit var bu uğurda mücadele eden. Öncesinde kadın kurtuluş ideolojisidir, sonsuz boşanmadır, erkekliği öldürmektir, demokratik aile, özgür eşyaşam gibi kavramların, kuramların ele alındığı partileşme, okullaşma, akademileşme  gibi birçok çalışmanın olduğu bir kadın hareketi deneyimi var. Dolayısıyla yarım kalmış projenin tamamlanması dediğimiz şey Jineolojî tüm bunlardan güç alarak, yoluna devam etti. Kendi alanında bir başlangıç yaptı. Dikkatimizi çeken en önemli nokta Jineolojî çalışmalarında ve Jineolojî Dergisinin okunmasında biz kadınların kendi hakikatimizle yüzleşme, kendi hakikat arayışımızda yöntem kaygımızı nasıl aşabiliriz? Ya ben kimim sorusuna cevap ararken nasıl yaşamalı? İktidar nedir? İktidarla bağım nedir? Erkekliği nasıl çözümleyebiliriz? Bir erkekle nasıl yaşanır, ölçüsü nedir gibi? sorular aslında çok değerli sorulardı ve bu sürekli bir sorgulamaya, bir arayışa, dolayısıyla mücadele gerekçesine dönüşmeye başladı. Diyebiliriz ki; hemen her ilde hem Kürdistan'da hem de Batıda, İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin ve birçok şehirde atölyeler oluşuyordu. Doğalında kendiliğinden oluşan atölyelerdi, okumalar, araştırmalar yapılıyordu. Bir yanıyla Jineolojî nedir? anlamaya çalışmak ve Jineolojîyi güçlendirmeye çalışmak ama bir yanıyla da kadın buluşmalarının kendisinin bir kutsiyeti vardı. Çok değerliydi.
 
Kadınlar bir araya geldikçe güçleniyor. Bir araya geldikçe birbirlerini sevmeye, o cins sevgisini açığa çıkarmaya başlıyor. Çok kıymetli çalışmalar oldu ama derginin hakkını da vermek lazım. Dergi ve çıkan kitaplar. Nagihan arkadaşımız katledildi .Süleymaniye'de Jineoloji çalışmalarındaydı o da. Kendisinin yazıları, kendisinin araştırmaları, dili, söylemi, pratiği, yaşam felsefesi Jineolojîye çok büyük katkılar sundu. Atölyeler doğallığında yayılan, yayıldıkça da bir yöntem ihtiyacına dönüşen ve soyuttan somuta geçme, bir yaşamı inşa etmede Jineolojî nasıl bir katkı sunarım arayışı daha bilimsel, daha felsefik düzeyde devam etmeye başladı.
 
“Dolayısıyla bir kadın bile öldürülse, bir kadın bile tecavüz edilse, bir kadın bile yersiz yurtsuz bırakılsa bunun aslında kendimizin sorunu, kadınlığın sorunu olduğunu görme noktasında önemliydi.”
 
*Abdullah Öcalan’ın 30 Mayıs’ta Jineoloji’ye gönderdiği mektup çok güçlü anlamlar taşıyordu. Siz bu mektubu ilk okuduğunuzda neler hissettiniz? Bu mesaj sizde nasıl bir iz bıraktı?
 
Yıllardır Jineolojî çalışmaları devam ediyor, atölyeler devam ediyor. Tabii bunun öncesinde Rojava'daki DAİŞ saldırıları altındaki mücadele zemininde Jineolojî akademisinin oluşması, oradaki kadınların bunu akademik düzeyde ve halkın içerisinde yaşamın içinde büyütmesi, geliştirmesi, tanıtması çok kıymetliydi. Bizler açısından da burada önemliydi. Heyecan da yarattı. Çünkü Öcalan’ın önermesiydi ve kendisi tarafından bir anlam yüklenmesi de çok kıymetliydi. Çünkü Öcalan şunu söylüyor, ‘yani evet kadın mücadelesi ortaya çıktı. Kurumsallaşmalar ortaya çıktı. Ama bu benim için yeterli değil, yarım kalmıştı Jineolojîyle  de yol aldı’ diyor. Aslında demek istediği yani anladığımız kadarıyla kadının kendini tanımlama, varlık ve kimlik özdeşliği bilimsel ve felsefik temelde ele alınıyor. İşte buradaki o kendini tanımlama, kendi adına karar verme, tüm kadınları aslında bir birey olarak değil de bir varoluşun temsili olarak görme. Dolayısıyla bir kadın bile öldürülse, bir kadın bile tecavüz edilse, bir kadın bile yersiz yurtsuz bırakılsa bunun aslında kendimizin sorunu, kadınlığın sorunu olduğunu görme noktasında önemliydi.
 
“Çünkü yeni bir süreç var. Bir çağrı var. Demokratik toplum çağrısı var. Jineolojî bu noktada, bundan sonra ne yapacak? Yani evet bugüne kadar belli çalışmalar yapıldı. Belli bir düzeye gelindi. Ama tam da karşılığı verebildi mi? Bu tartışmalar sürecek.”
 
*Jineolojî çağrıdan sonra ne yapacak?
 
Öcalan’ın çağrısı da gönderdiği eğreti otu dalı da çok heyecan yarattı. Aslında ekoloji ile Jineolojî arasındaki bağı da çok temsil ediyordu gönderdiği dal. Hemen araştırdık tabii. Böyle bir şey gördüğümüzde, bir şeyle buluştuğumuzda, tanıştığımızda hemen birbirimize soruyoruz, araştırıyoruz. İlginç geldi bize çünkü mitolojideki anlamı bilgelik, direnç, direnmek, ölümsüzlük, yaratım, böyle sürekli bir eğrelti otunun derin anlamlarıyla karşılaşıyoruz. Bu da çok kıymetliydi. Fakat yani heyecanla birlikte sorumlulukların da arttığını gördük. Çünkü yeni bir süreç var. Bir çağrı var. Demokratik toplum çağrısı var. Jineolojî bu noktada, bundan sonra ne yapacak? Yani evet bugüne kadar belli çalışmalar yapıldı. Belli bir düzeye gelindi. Ama tam da karşılığı verebildi mi? Bu tartışmalar sürecek. Çünkü toplumun acilen barışa, toplumun acilen kadın katliamlarının durmasına, özgür eş yaşamının inşasına ihtiyacı var. İşte bu noktada Jineolojî, anlam bilimi olarak, kadın ve yaşam bilimi olarak mevcut Özgürlük Sosyolojisine, Demokratik Toplum inşasına, Demokratik moderniteye nasıl bir katkı sunacak, nerede yer alacak? Bunun sorumluluğu da farklı, değerli bir aşama olarak önümüzde duruyor.
 
“Jineolojî, Tevgere Jınen Azad'ın bir inşa hareketinin ideolojik kimliğidir. Yani kimlik ifade etme alanıdır. Böyle baktığımızda bugüne kadarki çalışmalar, mücadele, örgütlenme, bütün bunların kendisi bir değer yarattı, bir noktaya geldi”
 
*Abdullah Öcalan, mektubunda kadın çalışmasının tamamlandığını ve artık hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Sizce bu ne anlama geliyor? Kadın özgürlük mücadelesinde nasıl bir aşamaya gelindi?
 
Elbette ki çok büyük mücadeleler verildi, kurumsallaşmalar da yaşandı. Örneğin; bugün Jineolojî diyoruz ama Jineolojî, Tevgere Jınen Azad'ın bir inşa hareketinin ideolojik kimliğidir. Yani kimlik ifade etme alanıdır. Böyle baktığımızda bugüne kadarki çalışmalar, mücadele, örgütlenme, bütün bunların kendisi bir değer yarattı, bir noktaya geldi. Jineolojî ile birlikte bunun daha bilimsel, daha felsefik şekillenmesi; yoğunlaşmalar, akademik boyutuyla da halk boyutuyla da bütünleşmiş olması ve dediğimiz o ‘xwebun’ olma bilincinin bilimsel ve felsefik boyuta gelmesi önemliydi. Örneğin; özgür eş yaşam çok kıymetliydi. Erkekliği dönüştürmek çalışmaları çok kıymetli. Bunların hepsi yarım kalmıştı. Kendisi (Abdullah Öcalan) ‘yetiştiremedim, vaktim yetmedi’ diyordu ya. İşte bu noktada jineolojînin çok büyük katkıları oldu. Örneğin; erkek nedir? Erkeklik nedir? Nasıl değişim-dönüşüm olabilir? gibi çalışmalar yapıldı. Bununla birlikte bilimin kendisinin eleştirisi ve pozitivizm dediğimiz aslında bugün ki tüm sorunların neredeyse belirleyicisi noktasında olan düşünce yönteminin açığa çıkması; kendimizde bunu görmemiz, buna göre ölçülerimizi belirlememiz, etik ve estetik tartışmaları, etik ve estetik bakış açısına sahip olmak aslında bu projenin daha güçlü hayat bulmasına da katkı sunacaktır diye düşünüyoruz.
 
“Kadınlar bilinç açığa çıkararak, mücadeleyi yükselterek hançeri toplumun sırtından çıkarabilir. Umutsuz yaşanmaz ama umudun kendisini politikleştirmek, ideolojik zeminde örgütlemek ve bu örgütlenmeyi de mücadeleye aktarmak çok kıymetli.”
 
Abdullah Öcalan mektubunda “umut ilkesi”ni vurguladı. Sizce bu ilke neyi ifade ediyor? Jineolojînin umutla kurduğu bağ ne anlama geliyor?
 
Nagihan'ın ‘Benim hayallerim gideceğim yolun müjdecisidir.’  diye bir sözü var. Burada anladığımız kadarıyla ‘umut’ denilen şey aslında kadınların özgürleşme imkanı. Yani bu özgürleşme imkanının kendisi bir umudu barındırıyorsa bu çok kıymetli. Çünkü bugün hem bir yanıyla mücadele içerisinde umutlu olanlar var. Yani birebir pratikte umutlu olanlar var. Örneğin; bizler şu anda, ‘demokratik toplumun inşasında umudumuz var. Biz yaparsak, biz kurumlarımızı oluşturursak, biz örgütlenirsek, mücadeleyi yükseltirsek…’  diyoruz. Dolayısıyla umudumuz var, gerçekleşebilme imkanı var. Ama bir yanıyla da dışarıdan bir bekleme hali var. Yani ‘biri beni kurtarsın, biri beni eşin şiddetinden, babanın baskısından, patronun mobinginden beni bir kurtarsın, yasalar değişsin, polis beni kurtarsın’ gibi… Aslında kadının kendi öz iradesinden ziyade henüz örgütlülük ile mücadele ile tanışamadığı için bir dışarıdan bekleme hali, bir edilgenlik hali var. Dolayısıyla her kadın özgürleşebilmeli, her kadın kendi adına kararlar verebilmeli ve her kadın barışın öncülüğünü yapabilmeli. Ama bu da ancak örgütlenme ile bilinç açığa çıkmasıyla mümkündür.
 
Umut hiç bitmiyor. Eğer önümüzde bir perspektif, bir ideoloji ve bu ideoloji kadın kurtuluşunu esas alıyorsa zaten umut vardır. Yani umutsuzluk mümkün değildir. Hem sözü hem pratiği hem de düşüncesi var. Dolayısıyla da umutlu olmak jineolojînin zaten hakikat arayışında, yöntem önermesinde çok önemli bir boyut diye düşünüyorum. Öcalan ‘Toplumun sırtında bir hançer var’ diyor ya. Yani bu hançerin kendisi kadın köleliği. Örneğin; bu o hançeri çıkarmanın umudu var. Ama nasıl çıkaracağız? Bu kadınlar örgütlenerek bu hançer çıkarılır. Kadınlar bilinç açığa çıkararak, mücadeleyi yükselterek hançeri toplumun sırtından çıkarabilir. Umutsuz yaşanmaz ama umudun kendisini politikleştirmek, ideolojik zeminde örgütlemek ve bu örgütlenmeyi de mücadeleye aktarmak çok kıymetli.
 
“Bizi çok değerli, çok anlamlı bir süreç bekliyor. Çünkü toplum da Öcalan da bize büyük bir sorumluluk verdi. Öcalan, ‘Barış öncüsü kadınlar olacak’ diyor . Demokratik toplum inşasında çok önemli roller alabiliriz.”
 
*Bundan sonraki süreçte Jineolojî nasıl bir rol üstlenecek? Sizce kadınlar bu projeyi daha da ileri taşımak için hangi adımları atmalı? Toplumsal dönüşüm için jineolojînin güncel hedefleri neler olabilir?
 
Jineolojînin bir yaşam bilimi olması, kadın öncülüğünde, kadın eksenli bir yaşam bilimi olması noktasındaki hassasiyetlerin daha çok yerele, köklere giderek yani kendi anlam dünyamızı, kültürümüzü, tarihimizi ve tüm dünya kadınlarının bunu yaparak Jineolojîyi beslemek gerektiğini düşünüyoruz. Yoksa çok elit kalabilir, anlaşılmaz olabilir. Örneğin; geçen gün Türk bir arkadaş, ‘Ya sanki Jineolojîyi ben hep şöyle algılıyordum. İşte Kürt kadınlar kendi köklerini arıyor. Kürt kadınlar kendi kültürünü arıyor. Bir baktım ben kimim? Ben de bir kadınım. Ya ben bir Türk'üm. Ben niye Anadolu kimliğini araştırmıyorum?2 dedi. Ve o arkadaş daha sonra, ‘Ben Anadolu kültüründe kadının statüsünü araştıracağım’ dedi. Bu çok kıymetli. Karadeniz'deki kadınlar da öyle ya da İç Anadolu'daki kadınlar da… Her kadının aslında toprakla, doğayla olan bağını, iktidarla olan çatışmalarını, çekişmelerini, tarihsel ve güncel boyutunun siyasete yansımalarını ve ekonomiye yansımalarını daha fazla yoğunlaşarak, daha fazla tartışarak ve somut bir zeminde bunu ele alarak değerlendirmek çok kıymetli olacak. Çünkü çağımız artık düşüncelerin çatıştığı bir çağ. Çağımız artık postmodernizmin, çok da bireyi sorgulatmadığı, hazır bilgiye konmasını istediği bir çağ. Tehlikeli bir çağ. Çağımız artık yapay zekâların insan adına düşündüğü bir çağ. Jineolojî bu noktada da o doğal toplumun özüne giden, o toplumsallığın özü olan, birlikte kolektif düşünme, kolektif hareket etme, doğruyu hakikati birlikte arama noktasında önemli katkılar sunacaktır diye düşünüyoruz.
 
Dergimiz elbette yayın hayatına devam edecek ama daha çok okunabilmesi için daha çok çalışmak, tanıtmak gerekecek. Ne yazık ki hala derginin olduğunu bilmeyen insanlar var. Ama bu kişiler dergiyi gördüklerinde, okuduklarında çok heyecanlanıyorlar. Atölyeleri, kampları çoğaltmak değerli olacak. Aslında her yerde anlatmak, her yerde konuşmak lazım. Çünkü Jineolojî yaşamdan kopuk bir şey değil. Bilim anlayışı, yaşamın kendisi. Dolayısıyla da 24 saatimizi aslında daha da çok hakikat arayışımızla ve bunun bilimsel ve felsefi karşılığıyla değerlendirmek jineolojînin başta görevlerinden olacaktır. Okur buluşmaları düzenlemek, festivaller yapmak önemlidir. Ve en önemlisi de diplomasi, kadın konfederalizmi dediğimiz yani tüm dünya kadınların düşünsel, pratik, örgütsel deneyimlerini bir araya getirmek ve ortak hareket etme zeminde farklılıkların birlik halinde kadınlar olarak nasıl ortak hareket edebileceğimizin yöntemini araştırmak, ele almak kıymetli olacaktır.
 
Bizi çok değerli, çok anlamlı bir süreç bekliyor. Çünkü toplum da Öcalan da bize büyük bir sorumluluk verdi. Öcalan, ‘Barış öncüsü kadınlar olacak’ diyor . Demokratik toplum inşasında çok önemli roller alabiliriz. Almak için de düşüncedeki, ideolojideki, örgütlenmedeki duruşumuz önemli.  Mücadeleyi yükseltmedeki kararlılığımız önemli, erkekle olan ilişkimizde, erkekle birlikte nasıl yaşama konusundaki ölçülerimiz önemli. Zihniyet değişimi-dönüşümü için daha çok, daha fazla buluşmalar, okumalar, tartışmalar ama bir yanıyla da başta Kürdistan'ın tarihsel, kültürel birikimlerini açığa çıkarma, özünden kopmamaya dönük çalışmalar da demokratik toplum inşasında kıymetli olacaktır.