Kastik katilin mekanları (8)
- 09:01 8 Aralık 2025
- Dosya
İnfazı ertelenen tutsaklar kastik katil gerçekliğini anlattı
Melek Avcı
ANKARA - Şiddet mekânı Sincan Cezaevin’den yazan Nuriye Adet ve Süheyla Taş, “Bir kastik katil gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Direndikçe, örgütlü olduğumuz sürece varlığımız güçlenecek. Bizler özgürlüğün mekânları-zamanı aştığını biliyoruz, buna göre bir yaşamı burada inşa ediyoruz” dedi.
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi başta olmak üzere siyasi tutsakların bulunduğu birçok cezaevi, kadınlar için yalnızca “özgürlükten mahrum bırakılmanın” ötesine geçen bir şiddet alanına dönüşmüş durumda. Siyasi tutsakların maruz bırakıldığı uygulamalar, infaz rejimi sınırlarını aşarak devlet eliyle yürütülen kastîk bir şiddet politikasına işaret ediyor. Kadın bedeni, kimliği ve politik iradesi, cezaevi mekanizması üzerinden çok katmanlı bir denetim altında tutuluyor; bu denetim kimi zaman doğrudan, kimi zaman da sistematik hak gasplarıyla sürüyor.
"Kastik katilin mekanları" adlı dosyamızın son bölümünde siyasi tutsakların neden bırakılmadığına, infazların nasıl keyfi biçimde ertelendiğine ve bu sürecin kadınlar üzerinde hangi baskı araçlarıyla işletildiğini, Sincan’da infazı ertelenen kadınlar anlattı.
“Cezaevleri öğütme merkezleridir. Devletin kadına uyguladığı somut bir şiddet örneğin özelde Sincan’da 2021’den beridir tahliyeler engelleniyor, bu aslında devlet sisteminin ‘jin-jîn’ diyalektiğimizden ne kadar korktuğunu göstermiyor mu?”
*Öncelikle şunu sormak istiyorum; Sincan Cezaevi'nde kadınlara şiddete dönüşen psikolojik, fiziki, kültürel vb. şiddet uygulamaları neler olmuştur, kadınlar olarak hangi biçimleriyle karşılaşıyorsunuz?
Süheyla Taş: Özellikle şunu söylemek isterim; cezaevleri devlet şiddetinin bir sonucudur. Devlet onu reddeden, ‘aykırı’ olan bireyleri önce toplumdan koparır, sonra tecrit ile ‘ehlîleştirmeye’ çalışıyor. Barbarlık ruhu kurar. Kurulan ruhu yeniden oluşturmaya çalışan her kadının maalesef yolu cezaevinden geçiyor. Elbette ki 12 Eylül Darbesinde faşizme karşı verilen büyük direniş onun derinleştiği; özgürlük adası dediğimiz önder Öcalan’ın yarattığı çizgi ile zindanlar büyük direniş sahaları ancak özelde zindanlar kaba direniş noktasında kazanımlar elde ettikçe psikolojik şiddet ile daha da derinleşen tecrit sistemi ile yüz yüze kalıyoruz. Nuriye yoldaş bu konuda tarihselliği ele alacaktır, büyük bir kadın zindan direniş tarihimiz var. Cezaevleri öğütme merkezleridir. Dikkat ederseniz İdare ve Gözlem Kurulu gibi gayri hukuki uygulamalarla şimdi tahliyeler bire engelleniyor, devletin kadına uyguladığı somut bir şiddet örneğin özelde Sincan’da 2021’den beridir tahliyeler engelleniyor, bu aslında devlet sisteminin “jin-jîn” diyalektiğimizden ne kadar korktuğunu göstermiyor mu?
Nuriye Adet: 12 Eylül askerî rejim sonrası Kürdistan’da özelde de 90’lara geldiğimizde devletin üzerinde yoğun bir şiddeti başladı, faili ‘belirli’ler, işkenceler, köy yakmaları bunların hepsi toplumun gücü olan kadının yönünü, kendi şahsında toplumu da özgürleştirilmesi adına yönünü dağlara dönmesine sebep oldu. Ben de bu süreçte iki devletin anlaşması sonucu (İran devleti tarafından) Türkiye’ye teslim edildim. DGM Askerî Mahkemesi'nde idamla yargılanırken değişen infaz şekliyle müebbet hapse çarptırıldım. Benim gibi onlarca kadın yoldaşım aynı şeyleri yaşadılar o dönem. Sonrasında Sivas gibi özel bir alan, kadınlar için kuruldu. Bunun için Sivas’ın seçilmesi bile tarihsel bir anlam taşıyor. Orada kaldığımız süre boyunca fiziki şiddet de dahil şiddetin birçok boyutuyla karşılaştık diyebilirim. Tek tek bu boyutları burada açmayacağım ancak devletin cinsiyetçi milliyetçi zihniyeti tüm bu boyutları anlaşılır kılacaktır. Ama buradaki şiddete rağmen yeni bir yaşamı da inşa ettik. Tarihsel, kültürel, sosyolojik, sanatsal daha bir sürü alanda birçok çalışmamızı da burada yaptık. Kadın mücadelemizin eril zihniyete karşı kazandığı ilk zaferdi bunlar. Bugüne gelince sistemin derinleşerek içten çürütmeye çalıştığını görebiliriz. YGC ve S tipi bunlara örnektir. Ya da DGM gibi en acımasız yargı mercii olan mahkeme bile bana 30 yılı yeterli bulmuşken şimdi İdare ve Gözlem Kurulları ile bırakılmıyorum. Yani DGM’lerin bile altında kalan bir hukuk sistemi, devlet şiddetiyle yüz yüze kalıyorum.
“Kadın kurtuluş ideolojisi, Kadın Kurtuluş Politikası bu şiddetin panzehiridir. Önder Öcalan’ın paradigması yeni bir yaşam sunuyor.”
*Kürt kimliği, siyasi tutsak olma ve kadın olma kesişimsel olarak nasıl bir şiddet sarmalına dönüşüyor cezaevinde?
Süheyla Taş: Çok katmerleşiyor (Gülüyorlar)
Nuriye Adet: Tüm toplumlarda bireyler bu kesişim sarmalında bambaşka şiddet durumlarıyla karşılaşır, bu sadece fiziki şiddet olarak da tanımlanamaz. Önderliğimizin yarattığı özgürlük düşüncesi kadına karşı pejoratif yaklaşımları, aslında zihniyetini paramparça etti. Kadın kurtuluş ideolojisi, Kadın Kurtuluş Politikası bu şiddetin panzehiridir. Biz kadınlar özgürlük mücadelesi yürüttükçe, demokratik toplum inşasında rol aldıkça ve bunu yaşamsallaştırdıkça şiddetten arınan toplum gerçekliğini açığa çıkaracağımıza inanıyorum. Özelde genç kadınlar geleceğin inşasında öncü rolü oynamalılar; devlet şiddeti, erkek şiddeti, psikolojik-fiziksel şiddet böylece son bulacak.
Süheyla Taş: Ben de ilk fiziksel şiddeti ulusal kimliğim sebebiyle gördüm. Colemêrg’de 90’larda çocuk olmak savaşla büyüyen ya da hiç büyümeyen çocuk gerçekliği yarattı. Hiç unutmam, okula gittiğim zaman öğretmen bizi okuldan içeri sokmadan önce ağzımızın içine bakardı; “Dişinin arasında Kürtçe harf kalmış” der, cetvelle ellerimize vururdu. Çocuk aklı işte, dişlerimi defalarca yıkardım ki öğretmen harfleri görmesin. İlk ulus–kadın olma hakikati. Katmerleşiyor dediğimiz nokta da tam da kurulu bir sistem var ve en ağır haline kadınlar uğruyor. Önder Öcalan’ın paradigması yeni bir yaşam sunuyor bizlere. Bu açıdan Nuriye yoldaşa katılıyorum. Bugünlerde tarihi bir süreç yaşanıyor, sorumluluğumuz çok daha büyük. Politik tutsaklar olarak bu sorumluluğun bilinciyle devlet şiddetine karşı zindanlarda direniyoruz.
“Burada hiçbir yoldaşımız, hukuki dil ile infazları yanmadı ancak fikriyatta uyguladığı bu şiddet dediğimiz nokta da burası zaten. Ağır hasta olduğu halde bırakılmayan yoldaşlarımız, insanlık dışı uygulamalara karşı çıktığı için işkence gören yoldaşlarımız, derinleşen tecrit altında tutulan yoldaşlar var; bunlar daha çoğaltılabilir.”
*Kadın siyasi tutsaklar olarak infazların yakılması, cezaevlerinin de şiddet mekânına dönüşmesi devlet şiddetinin hangi boyutunu gözler önüne seriyor, özellikle kadın boyutuyla?
Nuriye Adet: Evet, bizim Kürt kadınları olarak belirleyici bir kimliğimiz var. Oluşturduğumuz bir mücadele tarihi de var. Devlet de bu tarihe karşı büyük bir korku yaşıyor. Bunun somut örneğini Sincan Cezaevi infaz uygulamalarında görebiliriz. DGM’lerde intikam alınırcasına verilen 30 yıllık ceza ile yetinilmeden tahliyeler önünde engeller çıkarılıyor; üstelik bu engeller hiçbir hukuki zeminde, uluslararası sözleşmelerde yeri olmayan gerekçeler. Şunu söylemeliyim; burada hiçbir yoldaşımız hukuki dil ile infazları yanmadı ancak fikriyatta uyguladığı bu şiddet dediğimiz nokta da burası zaten. Bu zihniyete göre Kürt olmak suç, kadın özgürlüğü istiyorsan bunu da ikrar suç olarak görüyor; bu sebeple de bundan ‘pişman’ olmamız isteniyor, dayatılan da budur. Özgürlüğü, eşitliği, barışı istemek nasıl suç teşkil eden bir düşünce olabilir ki? Bu düşünceler neden bir pişmanlık sebebi olsun ki? Bakın bu istemlerin yanında, 32 yıldır zindandayım; hep ayrıştırıcı, aşağılayan, terörize eden bir dil, yaklaşımla yüz yüze kaldım, kaldık. Bunların devlet şiddetinin anı anına yaşattığı–reva gördüğü bir sarmaldı. Tabii şunu da belirtmem gerekiyor; Ortadoğu’da yüzyıllardır süren bir savaş gerçekliği var, bir kaos ve krizle süreç her geçen gün derinleştirildi. Bugün de Ortadoğu devlet sınırlarının (burada bir parantez açmak isterim; halkların iradesine rağmen çizilmiş olan sınırları doğru bulmuyorum, bu başka bir röportajın konusu olsun) yenilenmek istendiğini görüyoruz. Hegemonik güçlerin yeni olan arayışı halklara savaş, şiddet olarak geri dönüyor. Coğrafik koşulları nedeniyle bunun en yoğun yaşandığı yerlerden biri de Kürdistan’dır. İşte izdüşümü de zindanlardır: Ağır hasta olduğu halde bırakılmayan yoldaşlarımız var, insanlık dışı uygulamalara karşı çıktığı için işkence gören yoldaşlarımız var, derinleşen tecrit altında tutulan yoldaşlar var; bunlar daha çoğaltılabilir.
“Bir kastik katil gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Direndikçe, örgütlü olduğumuz sürece varlığımız güçlenecek. Bizler özgürlüğün mekânları–zamanı aştığını biliyoruz, buna göre bir yaşamı burada inşa ediyoruz.”
*Son olarak bu şiddet mekânlarıyla başa çıkma ve bunun mücadelesini yürütme nasıl olmalıdır? Siz bunu nasıl yapıyorsunuz?
Süheyla Taş: Kararlılıkla karşı durmak, direnmek, tarihten bugüne gelen zindan mücadelesini büyüterek. Bir kastik katil gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Aslında önceki sorularınızda da açtım, açtık. Şiddetin olmadığı bir dünya mümkün. Bu bir ütopya değil; gerçekleşmesi bize bağlı olan düş. Direndikçe, örgütlü olduğumuz sürece varlığımız güçlenecek. Bizler özgürlüğün mekânları–zamanı aştığını biliyoruz, buna göre bir yaşamı burada inşa ediyoruz. Yeni bir dünya için yaşamı örme irademiz var ve bunun için her anımızı eğitimle güçlendiriyor, her anı nefes mücadelesine dönüştürmeye çabalıyor, pratik–politik bir kişilik inşa etmeye çalışıyoruz. Çünkü inşa önce bireyin dönüşümüyle başlar, topluma aktıkça da bütünsellik oluşur. Yani anlayacağınız, biz bu mekânları uçsuz bucaksız bir ormana dönüştürdük.
Nuriye Adet: Bu mekânlar adı üstünde ‘ceza’evi yani şiddet mekânlarıdır. Biz de bize dayatılan zindan yaşamını kabul etmiyoruz elbette. Bunun için de sürekli mücadele içerisindeyiz. Biz kadın tutsaklar bu mekânları birer Özgürlük Akademisine dönüştürdük. Akademilerimizin güçlü temeli, özü Mazlum Doğan direnişine, Dörtler’e, Ölüm Orucu Direnişine, en son aşamada da İmralı direnişimize dayanıyor. Öz sağlam bir temele oturtulunca oluşturacağı örgütlülük de güçlü oluyor. Bu direnişleri içselleştirmeyi bu yüzden önemli buluyoruz. Devlet şiddetinin en yaygın olduğu bu mekânlarda kendi dilimiz, kültürümüz ve en son temel değerlerimizle demokratik toplum inşası için çalışıyor, iç mücadelemizi derinleştiriyoruz. Bu dönem de en çok kadın örgütlülüğünü geliştirmemiz gerekiyor çünkü şiddet kadının sömürge tarihiyle aynı yaşta; bunu unutmadan her anı mücadeleye kanalize etmemiz önemlidir. Barışın çok yakın olduğu bugünlerde en çok ihtiyacımız olan da bu.”
Son.







