‘İklim kanunu doğayı değil sermayeyi koruyor’

  • 09:05 12 Aralık 2025
  • Ekoloji
Büşra Turan
 
WAN - “İklim kanunu doğayı değil sermayeyi koruyor” diyen Eko-Der üyesi Ayşe Ergün, “Doğa üzerindeki hiyerarşik politikalar ortadan kalkmadan barış sürecinin başarıya ulaşmayacağını düşünüyoruz. Doğanın özgür olmadığı bir yerde insanın özgürlüğünün bir anlamı yoktur. Eğer bir barıştan ve bir toplumun inşasından söz edeceksek, bunun Kürdistan’ın doğasının özgürleşmesinden geçtiğini biliyoruz” dedi.
 
İklim Kanunu, Türkiye’de Temmuz ayında Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Enerji ve maden şirketlerinin Kürdistan ve Türkiye'deki doğal kaynaklara yönelik sömürü politikaları yalnızca toprağı değil, onun üzerinde yaşayan tüm canlıların geleceğini de tehdit ediyor. İklim Kanunu’nun “yeşil büyüme” ve “emisyon ticaret sistemi” gibi başlıklar üzerinden çevreyi korumayı hedeflediği belirtilse de ekoloji örgütleri ve aktivistler düzenlemelerin doğayı korumaktan çok sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendiğini vurguluyor. Özellikle karbon ticareti ile hava ve toprak kullanımında ticarileşmenin önünü açan maddeler, kırsal alanlarda yaşayan halkların ve ekosistemlerin daha fazla risk altına gireceği yönünde eleştirileri beraberinde getiriyor. Ekolojistler, kanunun hazırlanma sürecinin de demokratik işletilmediğine dikkat çekerek bilim insanlarının ve çevre örgütlerinin görüşlerinin yok sayıldığını ifade ediyor.
 
Wan Ekoloji Derneği (Eko-Der) üyesi Ayşe Ergün, Meclis’ten geçen İklim Kanunu ile Kürdistan ve Türkiye’de yaşanan doğa talanına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Yeşil büyüme değil sermaye odaklı bir kanun’
 
İklim Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin sermaye odaklı bir dönüşüm içerdiğini belirten Ayşe Ergün, özellikle hava, karbon ve doğa üzerinde ticarileşmeyi derinleştirdiğini ifade etti. Ayşe Ergün şunları söyledi: “İklim kanunu 18 maddeden oluşan bir iklim değişikliği kanunu ve ilk maddesinde sera gazlarının emisyonunun azaltılması, iklim değişikliklerinin etkilerini aza indirgeme meselesi ile ETS, yani emisyon ticaret sistemi kurulması anlamına geliyor. Dikkat çeken maddelerinden biri de havanın ticarileşmesi, metalaşması gibi meseleler var. Bir de ‘yeşil büyüme’ dediğimiz bir mesele var ama bunu biraz daha sermaye odaklı bir kanun olarak değerlendirebiliriz. Yeşil büyüme sürdürülebilir enerji kaynaklarının yönetilmesi ile alakalı bir durum. Çünkü 2053 yılına atıfla söyleniyor. 2053’e kadar iklim değişiklikleri göz önünde bulundurularak havanın daha da metalaşacağı, ticarileşeceği belirtiliyor. Özellikle karbonun ticarileşmesi, borsalaşması durumudur bu. Bu da demek oluyor ki insanların artık soluduğu hava bile metalaşacak, satılmaya başlanacak. İklim kanununa baktığımızda sanayi, tarım, ulaşım, atık ürünlerin kullanımı, arazilerin kullanımı gibi birçok alana çok rahat bir şekilde girebilecek düzenlemeler olduğunu görüyoruz. Mesela köyde yaşıyorsunuz, bir sermaye grubu çok rahat gelip toprağınızı elinizden alabilir, oranın iklimine hiç uygun olmayan ürünler ekebilir ya da oraya GES’ler kurabilir. Yani bu kanunla birlikte bütün bunların önünün açıldığını görebiliyoruz.”
 
‘İklim kanunu demokrasiden uzak bir kanun’
 
Ayşe Ergün, kanunun özellikle HES, GES ve madencilik projelerini kolaylaştırdığını belirterek sürecin demokratik yürütülmediğini vurguladı. Ayşe Ergün, “Kanunla birlikte özellikle HES ile alakalı ÇED raporları alınıyor. ÇED raporunun gerekli olmadığına dair çok rahat madencilik faaliyetleri, GES’ler kurulabilir. Yeşil politika derken kulağa çok hoş gelebilir fakat çok riskli bir mesele çünkü özellikle sermayenin, kapital sistemin çok daha fazla doğaya sirayet edeceğini, çok fazla sömüreceğini görebiliyoruz. Kürdistan gerçekliği çok daha fazla açığa çıkıyor. Bölgemizde hem madencilik faaliyetleri hem GES faaliyetleri çok fazla artmış durumda. Bu madencilik faaliyetlerinin artık çok daha rahat yapılabileceği, şirketlere çok rahat peşkeş çekilebileceği durumları görebiliyoruz. Kanunun ortadan kaldırılması gerekiyor. Kanuna bağlı olarak sürece baktığımızda usulen bir yanlışlık vardı. Kimsenin fikri alınmadan yapılan bir kanundu. Demokrasiden çok uzak bir şekilde yapıldı. Ekoloji aktivistlerine, bilim insanlarına ya da hiçbir çevreye sorulmadan geçti” dedi.
 
Kürdistan’da eko-kırım
 
Ayşe Ergün, Kürdistan’da yürütülen eko-kırım politikalarının daha görünür hale geldiğini belirterek şunları aktardı: “Politikaların tamamen ortadan kaldırılması gerekiyor. Yeşil politika adı altında yapılan birçok üsler GES’le alakalı bunların kesinlikle durdurulması gerekiyor. Yaşadığımız bölgede de barajlar var ve bunun iklimi müthiş etkilerini görebiliyoruz. Hava nem oranında artması, özellikle daha sertleşmesi gereken kışlar daha ılık geçmekte. Mesela Kars’tan örnek verebiliriz. Kars'ın en iyi karı vardı fakat bu barajlarla birlikte bu özellik de kayboldu. Kanunla birlikte artık her yere kurabileceklerini biz görebiliyoruz. Daha çok doğayla iç içe, yani doğayla uyumlu politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Yerel yönetimlerin bu konuda güçlenmesi gerekiyor ya da uluslararası kanunlara bağlı olarak fikirleri alınarak geniş çaplı çalıştaylar, paneller düzenlenerek bu düzeltilebilir. Çok geç kalmış değiliz. Bu kanundan vazgeçmemiz, daha çok doğaya dönmemiz ve doğa–insan ilişkisini düzelttiğimiz bir toplumda kesinlikle doğa da kendine gelecektir.”
 
‘Kadının özgürleşmesi, doğanın özgürleşmesi demek’
 
Toplumsal ekoloji mücadelesinin merkezinde kadın özgürlüğü ile doğa özgürlüğünün bulunduğuna dikkat çeken Ayşe Ergün, “Biz toplumsal ekoloji mücadelesi veren bir yerdeyiz. Kadının özgürleşmesi, doğanın özgürleşmesi demek. Kadının özgürleştiği bir yerde doğa üzerindeki tahakkümün ve hiyerarşinin de erkek elinden alınması gerekiyor. Özgürlük sadece insanlar için değildir. Hayvan özgürlüğü ve doğa özgürlüğü de bunun bir parçasıdır. Kadın bakış açısında bu üçünü birlikte söylememizin nedeni, hatta kadından önce ekolojiyi öne koymamız, bu alanın demokratikleşmesi gerektiğine inanmamızdandır. Doğa üzerindeki hiyerarşik politikalar ortadan kalkmadan barış sürecinin başarıya ulaşmayacağını düşünüyoruz. Doğanın özgür olmadığı bir yerde insanın özgürlüğünün çok bir anlamı yoktur” ifadelerini kullandı.
 
‘Barış süreçlerinde bile ekolojik kırımların arttığını gözlemliyoruz’
 
Doğa talanının görünmezleştirildiğini belirten Ayşe Ergün, “Kadını ve toplumu özgürleştirirken doğayı da özgürleştirmemiz gerekiyor. Savaş en büyük ekolojik yıkımdır. Dünya tarihinde bunun birçok örneğini gördük. Barış süreçlerinde bile ekolojik kırımların arttığını gözlemliyoruz. Gündem yoğunlaştığında doğa katliamları görünmez hale geliyor, bu yüzden çok dikkat etmek gerekiyor. İnsan özgürlüğü ile doğa özgürlüğü birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bunu parçalamadan, birbirini inşa ederek ilerletmeliyiz. Kürdistan’da artık bu ‘yeşil politika’ adı altında yürütülen uygulamaların tamamen ortadan kaldırılması gerekiyor. Eğer bir barıştan ve bir toplumun inşasından söz edeceksek bunun Kürdistan’ın doğasının özgürleşmesinden geçtiğini biliyoruz. Kürdistan’ın toprakları özgür olmadan bizler de özgürleşmeyeceğiz” sözlerine yer verdi.