
Figen Yüksekdağ: Bu süreçte asıl çaba göstermesi gereken iktidardır
- 09:01 22 Mart 2025
- Güncel
Elfazi Toral
İSTANBUL - HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının tarihi bir dönüm noktası olduğunu belirterek, “Türkiye’nin bir kez daha Kürt sorununu boğuntuya getirme şansı yok. Barış, en çok yoksul evlere ve kadınlara lazım. Bu süreç kadın hareketinin taşıyıcı gücüyle ilerleyecek” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı Cezaevi’nde 26 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulurken, 4 yıl aradan sonra ilk kez 23 Ekim 2024’te Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Ömer Öcalan tarafından ziyaret edildi. Bu ziyaretin ardından başlayan süreçte, DEM Parti İmralı Heyeti ilk olarak 28 Aralık 2024’te İmralı Adası’na giderek Abdullah Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirdi.
Görüşme trafiği hızla devam ederken heyet, ikinci buluşmasını 22 Ocak 2025’te yaptı. Tarihi öneme sahip üçüncü ziyaret ise 27 Şubat 2025’te gerçekleşti. DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, milletvekili Cengiz Çiçek, Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ile Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Faik Özgür Erol’un da yer aldığı heyet, İmralı’da Abdullah Öcalan ile bir araya geldi. Görüşmenin hemen ardından heyet, İstanbul’da düzenlediği basın toplantısında Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını dünya kamuoyuna duyurdu. Başta Kürt halkı olmak üzere, dünya genelinde geniş yankı uyandıran çağrı, gündemdeki yerini koruyor.
Kocaeli Kandıra Cezaevi’nde tutsak olan HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, sürece dair JINNEWS’ın sorularını yanıtladı.
“Barış ve demokrasiyi egemen güçler hiçbir zaman çıkarsız, dayatmasız ve kefaretsiz halklara sunmadılar. Bizi ilgilendiren, toplumun bağrında şovenizmin faşizmin bilinçlere vurduğu prangaları kırmak ve demokratik özgürlükler hareketini yaşamın bütün maceralarına yaymaktır.”
*Abdullah Öcalan'ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu çağrı, Kürt sorununun çözümünde yeni bir dönemin başlangıcı olabilir mi? Tüm toplumsal kesimlere düşen rol ve misyon nedir?
Sayın Öcalan’ın 27 Şubat’a Türkiye-Kurdistan ve dünya kamuoyuyla paylaştığı çağrı elbette Kürt sorunun çözümü bağlamında yeni bir dönemin işaret fişeğidir. Bu çağrı, Kürt halk hareketinin yüzyıllık taleplerinin ve yarım asırlık mücadele ve önderlik birikiminin dışa vurumudur. sadece bir andan ve bir buçuk sayfalık bir metinden müteşekkil görülemez. Sayın Öcalan, Kürt sorununu Türkiye halklarıyla birlikte demokratik toplum ve bilinç formasyonu içerisinde çözme kararlılığını güçlü ve tarihsel bir iradeyle beyan etmiştir.
İçinde bulunduğumuz süreç Kürt halkının uzattığı barış elinin, onurlu ve demokratik barış siyasetiyle karşılanması bakımından kritik önem taşıyor. Yaşanan çok ağır acılar, travmalar, inkar ve imha saldırıları halk üzerinde tarihsel bir haksızlık ve büyük mağduriyetler yarattı. Bu, ancak onurlu ve demokratik bir barışla bir ölçüde telafi edilebilir.

Kürt halkı manen, içsel olarak ‘tarihsel kardeşliğe’ böyle bir zeminde ikna edilebilir. Koskoca bir halkın terör parantezine alınarak uğradığı derin haksızlık ortadan kaldırılmadan, ortak vatan addedilen Türkiye’nin ve bütün toplumsal kesimlerin öngörülebilir bir geleceği de yoktur. Bütün deneyimlerimiz ve günün gerçeğinin bize gösterdiği gibi; barış ve demokratik toplum fikri ve politikaları doğrudan mücadele ile ilgilidir. Yeni bir mücadele döneminin kapısı aralanmıştır. Barış ve demokrasiyi egemen güçler hiçbir zaman çıkarsız, dayatmasız ve kefaretsiz halklara sunmadılar. Bizi ilgilendiren, toplumun bağrında şovenizmin faşizmin bilinçlere vurduğu prangaları kırmak ve demokratik özgürlükler hareketini yaşamın bütün maceralarına yaymaktır.
“Ateşkes ve silahların devre dışı kalmasının düzleminin anlam kazanması kalıcı olması için iktidar eliyle sürdürülen siyasi şiddetin son bulması gerekiyor.”
*Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine PKK'nin 1 Mart tarihinde ilan ettiği ateşkesin, Türkiye'de barış sürecine etkileri neler olabilir? Bu ateşkesin kalıcı bir barışa dönüşmesi için hangi adımlar atılmalıdır?
Şiddetin ve ölümlerin durması konuşmaya ve bütün tarafların birbirini duymasına alan açmak bakımından önemlidir. Tabi hepsinden önemlisi de bu fırsatı doğru ve çözüm odaklı biçimde değerlendirebilmektir. Siyasi iktidar bu fırsatı değerlendirecek bir samimiyete ve halkın canını, ekmeğini, geleceğini önceleyen siyasi kararlılığa sahip mi? Bu sorunun cevap hanesi hala karanlık. Siyasi baskı ve tasfiye operasyonları hız kesmiyor. Bir taraftan Kürtlere, Dem’e, ve sosyalistlere, demokrasi güçlerine siyaset alanı kapatılırken, diğer yandan da içi boş sivil siyaset çağrıları ve güzellemeleri yapıyorlar. Kayyım kılıcı tepemizde sallanıyor, HDK gibi barışı toplumsallaştırabilecek bir siyasi platforma terör operasyonları çekiliyor. ESP gibi Kürt sorunun demokratik çözümünde pozitif bir rol oynayan bir sosyalist partiye kitlesel tutuklanma ve sürgün muamelelerin dayatılması, yeniden hortlatılan Gezi soruşturmaları, CHP’li belediyelere yönelik şaibeli operasyonlar ilk sayılabilecek örnekler arasındadır. 8 Mart Gece Yürüyüşü’ne müdahale ve kitlesel gözaltı- şiddet saldırısını da unutmamak gerek. Ateşkes ve silahların devre dışı kalmasının düzleminin anlam kazanması kalıcı olması için iktidar eliyle sürdürülen siyasi şiddetin son bulması gerekiyor.
“Bütün toplumsal dinamiklerin önünü açmak, barışı ve halkların kardeşliğini adil demokratik bir iklimde hayata geçirmek için olanak yaratmak başat görevleridir. Demokratik siyasetin, böyle zor ve çetrefilli bir dönemde halkların iradesini ve kararlılığını temsil etme gibi bir görevi vardır.”
*Siyasi partilerin, özellikle DEM Parti'nin, Abdullah Öcalan'ın çağrısına ve PKK'nin ateşkes kararına yönelik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreçte sizce tüm siyasi aktörlerin rolü ne olmalıdır?
DEM Parti bu süreçte kilit rol oynuyor. Gerek İmralı’da Sayın Öcalan’la geliştirilen temas gerekse de iktidar ve muhalefet partileriyle yapılan kapsamlı görüşmeler, barış müştereğine kapsam kazandırmak açısından itici bir rol oynadı. Bütün farklılıkları ve çelişkileriyle Türkiye toplumunun çözüme hazırlanması geniş kamuoyunun onayının kazanabilmesi açısından bu çalışmalar önemlidir. Bilhassa temsiliyet fonksiyonu ziyadesiyle baltalanmış olsa da Meclis’in resmi sorumluluk merkezi olarak devreye girmesi zorunluluğuna da işaret eder. Elbette ki bu süreçte siyasetin hayati rolü vekillerden çok asillere dayanmalıdır. Barış ve demokratik toplum temasına inanan bütün siyasi partiler, temsiliyetler toplumu bu dönüşüm sürecinin öznesi ve yapıcısı olarak gördüğü müddetçe yararlı işlev sergiler. Bütün toplumsal dinamiklerin önünü açmak, barışı ve halkların kardeşliğini adil demokratik bir iklimde hayata geçirmek için olanak yaratmak başat görevleridir. Demokratik siyasetin, böyle zor ve çetrefilli bir dönemde halkların iradesini ve kararlılığını temsil etme gibi bir görevi vardır.
DEM Parti kitabın ortasından kavrayacak bir bilinç ve birikimi temsil ettiği için olabilecek en iyi şekilde sürecin görevlerini göğüslemeye çalışıyor. Ancak bu süreçte kimsenin bütün sorumluluğu DEM Parti’ye yükleme lüksü yoktur. Şimdiye kadar iktidar, iktidar olduğu için muhalefet, iktidar olmadığı için gereken sorumluluğu üstlenmedi. Böylesine tarihsel ve toplumsal yansımaları çok boyutlu bir duruma iktidar gibi muhalefette siyasi bagajlarla, rekabet ve hakimiyet hesaplarıyla yaklaşırsa, çözüm değil başka bir sorun doğar. O sorunu çözmek mümkün olur mu, olmaz mı ayrı bir konu. Kürt özgürlük hareketi ve siyaseti bagajını boşaltıp karşınıza gelmiş. Ama siz ona damperler dolusu bagajla gidiyorsanız bu ciddi bir risktir. Herkese malum olan gerçek şu ki; Türkiye bir kez daha Kürt sorununun çözümünü boğuntuya getirme şansına sahip değil. Bu şansı geçmiş iktidarlar ve siyasi partiler sonuna kadar kullandı. Artık tarihsel, toplumsal jeopolitik ve oluşan yeni güç denklemleri açısından bol şans dönemi kapandı. Bu süreçte asıl çaba göstermesi, Kürt halkını tarihsel kardeşliğe hayal kırıklıklarını giderecek, ikna etmesi gereken iktidar ve geleneksel merkez siyaset vektörleridir.
“Bugüne kaç yoksul evinde kaç kadın ağıt yaktı ve yoksunluğun pençesinde kıvranıyor? Bu sorunun cevabıyla ülkeyi yönetenler ilgilenmeyebilir, ama biz ilgilenmek zorundayız. Çünkü barış asıl bizlere lazım. Savaşla ufku ve hayatı karartılan halklara lazım.”
*Abdullah Öcalan'ın çağrısı, kadın hareketine nasıl yansıdı? Bu anlamda kadınların barış ve demokratik toplum inşasındaki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Kadın hareketi yapısı itibariyle şiddete karşı kesintisiz mücadelesi ve savaşın en zirvede olduğu anlarda alanlarda yükselttiği barış mücadelesi bakımından toplumun en tutarlı gücü oldu. Kadın hareketini bu süreçteki konjonktürel ya da zorlama değil, kesintisiz ve stratejiktir. Her şeyden önce kadınlar, cins kırımına ve bütün kişisel toplumsal yaşam damarlarına hücum eden şiddete karşı var olma mücadelesiyle tanımlanıyor. Bu mücadelenin belli bir zamanı ve mekanı yok. Ama bugün çok geniş bir zamanda ve mekanda oluşan bilinçle birikimin çok etkin bir güce dönüşeceğini söyleyebiliriz. Adil, onurlu barış ve demokratik toplum yolunda ilerlemek, kadınlığın öz savunma gücünü inşa etmek, geliştirmek anlamına da gelecektir. Kadın özgürlük hareketinin, Sayın Öcalan’ın çağrısının ardından gelişen politik şekillenmede taşıyıcı ana kolon olacağını söyleyebiliriz.

Tarih ve tüm toplumsal mücadeleler göstermiştir ki barış ve demokrasi kavramları, sömürücü otoriteler için hiçbir toplumsal değer taşımaz. Barış, kesintisiz savaş iştahından boğulacak noktaya geldiklerinde bir durup dinlenme aralığı ya da yeni siyasi hesaplarını deftere yazma anlarıdır. Demokrasiden anlaşılan ise çoğu durumda kendi özgürlükleri sınırsız serbestiyetleridir. Ama barış, yoksul evleri ve o evlere mahkum edilmiş kadınlar için değerlidir. Çünkü candır, ekmektir, özgürlük ihtimalidir. Bugüne kaç yoksul evinde kaç kadın ağıt yaktı ve yoksunluğun pençesinde kıvranıyor? Bu sorunun cevabıyla ülkeyi yönetenler ilgilenmeyebilir, ama biz ilgilenmek zorundayız. Çünkü barış asıl bizlere lazım. Savaşla ufku ve hayatı karartılan halklara lazım. Demokratik özgürlüklerin kadın özgürlüğüyle bütün olduğunu hatta kadın özgürlüğünü geliştirmenin demokratik toplumu kurmak için gereken temel olduğunu da unutmayalım. Şüphesiz kadın hareketi bütün bileşenleriyle kadın yaşam özgürlük çizgisini gelişecek sürecin merkezine taşıyacaktır.
“Bugün herkes bir durum değişikliğinden, paradigmadan bahsediyor, ama asıl konuşması gereken toplumsal politik kanallara ulaşması gereken konunun sahibidir, yani Sayın Öcalan’dır.”
*Sürecin başarılı olması için hangi yasal ve demokratik reformların hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Bu bağlamda, hükümetin atması gereken somut adımlar nelerdir?
Öncelikle sürecin selameti için Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının sağlanması gerekiyor. Bu noktada bir adım atılmadığında sürecin ana aktörünün işlevini kısıtlamış olursunuz ki, o zaman söylenenlerin hükmü kalmaz. Sayın Öcalan zaten en büyük sorumluluğu, riski ciddi bir liderlik vizyonu ve ferasetiyle üstlendi. Bu, aynı zamanda devasa bir toplumu misyon ve tecrit hücrelerine hapsetmeye kalkmanın artık topluma karşı işlenmiş bir suç anlamına geldiğini gösterir. En basit haliyle baksak bile sürecin nesnel, pratik ihtiyaçları bakımından kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bugün herkes bir durum değişikliğinden, paradigmadan bahsediyor, ama asıl konuşması gereken toplumsal politik kanallara ulaşması gereken konunun sahibidir, yani Sayın Öcalan’dır. Diğer acil adım ise Meclis’in çalıştırılarak yasa ve komisyon oluşumlarının tamamlanmasıdır. Siyasete demokratik katılımı güvenceleyecek yasa ve düzenlemelerde, bu sürecin ayrılmaz parçasıdır. Sayın Öcalan ön şartsız ve tek yanlı risk ve sorumluluk üstlenerek 27 Şubat’ta bir irade ortaya koydu. Ama bu her şeyin tek taraflı devam edeceği anlamına gelmez. En basit insan ilişkileri düzleminde bile karşılılık vardır. Dolayısıyla Kürt tarafının makul ve politik insani taleplerine karşı yaklaşımlar kabul edilemez. Aksine bir halkın onuruna kastetmek anlamına gelir. Herkes özenli ve temiz bir dil kullanmalı; iktidar ise mecburi ihtiyaçları bir lütuf ya da pazarlık aracı olarak görmemelidir.
“Benim duyduğum ve anladığım sadece bir buçuk sayfalık metinden ibaret değildi. Koca bir dün, koca bir yarın ve ikisinin arasındaki andan bahsediyoruz.”
*Abdullah Öcalan'ın çağrısı nasıl bir etki yarattı?
Şüphesiz tarihi bir andı. Bütün Türkiye, Kürdistan ve bölge halkları açısından bir dönüm noktası olduğu da tartışma götürmez. Bu çağrı, asıl gücünü halklar, kadınlar ve tüm demokrasi güçlerinin sahiplenmesiyle kazanacak. Benim duyduğum ve anladığım sadece bir buçuk sayfalık metinden ibaret değildi. Koca bir dün, koca bir yarın ve ikisinin arasındaki andan bahsediyoruz. Bir köprü gibi düşünebiliriz. Ama ezilenlerin mücadele tarihinde çoğu zaman dünle yarın arasında bir köprü yoktur. Dağılıp savrulan kırılıp yenilen ilerleyişler ve geri dönüşler daha fazladır. Sayın Öcalan’ın yaptığı da bir köprü sunmaktır, köprü olmaktır. İçerdiği politik akıl ve maneviyat bakımından oldukça değerli buluyorum. İşin esası ise bizim hissiyatımızın, soru işaretlerimizin ya da algımızın ötesinde toplumun gelişimi, devrimci demokratik dönüşümü için taşıdığımız sorumluluktur. Elbette sürecin en başında adı dahi konulmamışken Sayın Öcalan’ın çaba ve iradesini nasıl desteklediysek gelişen aşamalarda da üzerimize düşen sorumluluğu sergileyeceğiz.
“Öcalan’ın çağrısı, hiçbir emperyal gücün dayatmalarına ve ajandasına fırsat tanımama, İsrail siyonizminin işgalci ve katliamcı yayılmasına set çekme kaygısıyla yapılmış bir çağrıdır. Bunun değerini en iyi, savaştan, ölümlerden, yıkımdan ve yoksulluktan yorulmuş bölge halkları bilebilir.”
*Uluslararası toplumun, özellikle komşu ülkelerin ve küresel aktörlerin, Abdullah Öcalan'ın çağrısına dair açıklamaları söz konusuydu. Bu açıklamalar, süreci nasıl etkileyebilir?
Kürt sorununun öteden beri uluslararası bir karakter taşıdığı düşünüldüğünde, bu kritik dönüm noktasında yaşananların uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırması doğaldır. Savaşa, emperyalist ve siyonist müdahalelere boğulan Orta Doğu coğrafyasında, bugün de tayin edici bir etki yaratmıştır. Suriye’de Rojava merkezli bu etki, yakın gelecekte tüm bölgeyi etkileyebilecek bir güce ve kapsayıcılığa sahiptir. Diğer yandan, dünyada sağ, milliyetçi, faşizan kabarışların yaşandığı bir dönemde, alternatif bir odak yaratmak ve halkların küresel demokratik ve anti-şovenist hareketlerine zemin sunmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Halklarımız, bu sürecin yapıcı özneleri olarak, dünyayı savaşa sürüklemeye çalışan küresel hegemonya karşısında, dünya halklarının barışını ve özgürlüğünü sağlamaya odaklanmalıdır. Öcalan’ın çağrısı, hiçbir emperyal gücün dayatmalarına ve ajandasına fırsat tanımama, İsrail siyonizminin işgalci ve katliamcı yayılmasına set çekme kaygısıyla yapılmış bir çağrıdır. Bunun değerini en iyi, savaştan, ölümlerden, yıkımdan ve yoksulluktan yorulmuş bölge halkları bilebilir. Çünkü bu çağrı doğrudan onların yaşamına yansımaktadır. Bu değerin kırılmasına ve çarpıtılmasına izin vermemek ise her şeyden önce ahlaki ve politik bir sorumluluktur.
*Belirtmek istediğiniz bir çağrınız ya da mesajınız var mı?
Bütün kadınlara, halkımıza kıymetli basın emekçilerine en içten selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. Barış ve özgürlük halaylarının kurulduğu meydanlarda kavuşma dileğiyle başarı ve kolaylıklar diliyorum. Bu duygularla Kürdistan ve Türkiye halklarının Newroz’unu kutluyorum. Daima umutla ve dirençle kalın.