
'Kürtçe resmi dil olarak tanınmalı'
- 09:04 26 Nisan 2025
- Kültür Sanat
İZMİR - "Anadil hakkı lütuf değil, temel bir haktır" diyen Cansu Başer, devletin tekçi dil politikasından vazgeçmesi ve Kürtçenin resmi dil olarak tanınması gerektiğini vurguladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından, Türkiye’de demokratik çözüm, barış ve insan hakları gündemi yeniden şekillenmeye başladı. Bu çağrı sonrası oluşan toplumsal beklenti, başta İmralı’daki ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması olmak üzere, anayasal güvenceye kavuşturulmuş temel hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesini zorunlu kılıyor.
Bu kapsamda, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, Sezai Temelli ve Öztürk Türkdoğan’dan oluşan bir heyet, 24 Nisan’da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile iki saat süren bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin ardından yapılan açıklamada, Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak iletişimsizlik halinin son bulması, ağır hasta tutsakların serbest bırakılması, İdari Gözlem Kurullarının keyfi kararlarına son verilmesi ve umut hakkının anayasal düzeyde tanınması gibi başlıklar öne çıktı. Ancak yurttaşların talepleri yalnızca bunlarla sınırlı değil. Bir diğer temel talep ise anadilde eğitim hakkı.
Eğitim Sen İzmir 2 No’lu Şube Kadın Sekreteri Cansu Başer, anadilde eğitimin temel bir hak olduğuna dikkat çekerek, iktidarın bu konudaki tekçi tutumuna dair değerlendirmelerde bulundu. 
‘Anadil en temel haklardan biridir’
Cansu Başer, anadilin doğdukları yeri, varoluş sebeplerini ve kendilerini rahat hissedip ifade edebildikleri bir alan olduğunu ifade etti. Cansu Başer, anadilin insan hakları çerçevesinde temel haklardan biri olduğunu ve Türkiye’deki yasal engellerin Cumhuriyetin ulus devlete geçişiyle başladığını, tekçiliğin dayatıldığını vurguladı. Cansu Başer, “Bu dilin yok sayılması, aynı zamanda bu ırkın ve insanlığın da yok sayılması demektir. Bu dört madde özellikle tamamen tekçiliği dayatıyor. Tek dil, tek din, tek millet anlayışı, diller açısından yasalara engeldir. Sadece Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde değil, anadilin kullanılması ve eğitim görmesi noktasında var olan uluslararası sözleşmelerin hepsine Türkiye çekince koymuştur. Bu, Türkiye’nin anadil konusundaki tutumunu gösteriyor. Bir etnik grup dışında başka bir dil ortaya çıkarsa, başka bir milletin varlığından bahsedilirse, yasal bir zemine oturtulursa ülkenin bölüneceğine dair bir tavrı ve travması var ve bu yıllarca böyle devam etti. Bunun üzerine baskı, şiddet ve birçok şey, o dilin ortaya çıkmaması, o dilin görünmemesi için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bunu da yasayla maalesef kendince güvence altına almış” dedi.
Anadilin güvence altına alınması, resmi dil tanınması
Cansu Başer, dil sorunu çözülmeden kalıcı bir çözümün ve ilerlemenin mümkün olmayacağını belirtti. Anadilde eğitimin güvence altına alınması ve Kürt dilinin kamusallık kazanması gerektiğini vurgulayan Cansu Başer, “Öncelikle yapılması gereken, kamusal anlamda bir resmiyet kazanması, resmi dil olarak tanınması, eğitimin resmileşmesi ve bunların yasalarla güvence altına alınmasıdır. Bu ülkenin ikinci en büyük dili Kürtçedir. Biz İngilizceyi yıllarca öğrenemedik, okullarda iki saat derslerde Kürtçe de bu şekilde öğrenilemez. Lütuf gibi bize verilen bir şey değil, bu bizim en temel hakkımız. Bu bizim kendi anadilimiz. Bunu seçmeli değil, eğitim dili olarak yapılırsa olur. Bireyin anadilinin engellenmesi, aslında şu an kayyım pratikleri de çok ortadayken bireyin beynine kayyım atanması gibi oluyor. Biz ilk doğduğumuz yerden sonra toplu bir alana geçiyoruz. Yedi yaşında evimizden çıkıp gittiğimizde yeni bir dile maruz kalıyoruz, birçoğumuz buna uyum sağlayamıyoruz” sözlerini kullandı.
Kürt çocukların eğitim mücadelesi
Her çocuğun eşit olması gerektiğini söyleyen fakat çocuklar arasında fırsat eşitsizliği olduğunu dile getiren Cansu Başer, çocukların yedi yaşından itibaren yeni bir dil öğrenmekle meşgul olduklarını, batıdaki bir çocukla Kürdistan’daki bir çocuğun eşit bir noktada başlamadığını ifade etti. Cansu Başer, “Hepsi için bütün fırsatlar geçerli deniliyor, ama bizim için öyle bir durum olmadı. Ben bir dil öğrenmeye çalışıyorum, Muş’taki çocuk öğreniyor ama İzmir’deki çocuğun böyle bir kaygısı yok maalesef, öğretilmesi gerekmiyor. Bu çocuklar çok çabuk eğitim alanının dışına çıkabiliyorlar. Biz uzun süre zaten Türkçeyi öğrenmeye çalışıyoruz. Etkin hâkim olan bir dili öğrenmeye çalışıyor bu çocuklar. Bunu öğrendikten sonra da doğal olarak bir şive kalıyor. Bunlar aslında basit şeyler ama o şiveyle eziklik psikolojisi çocuğa sürekli uygulanıyor.
Çocuk zaten o alanda kalmak istemiyor, eğitim ortamında bile kalmak istemiyor. Bu çocukların eğitim alanı dışına çıkması çok yüksek ihtimal. Eğitim alanının dışına çıkan çocuk, zaten kamusal alana giremiyor. Ekonomik anlamda bir üretim de yapamıyor. Kültür ve dil anlamında bu eğitim dediğimiz kurumlarımız, okuma yazmaya en temel beceriler, bugün her bireyin yapması gereken becerilerin bize öğretilen yerlerdir. Biz bunların hepsinden mahrum kalıyoruz. Bunun sebebi gerçekten o dili yapamadığımız için. Yapsak bile şiddete de maruz kalıyorsun. Baskıya da maruz kalıyorsun, bunları öğrenirken bunlar sana dayatılıyor. Zaten dayatma sonucunda bazen bunların karşısında eğitim alanının dışına çıkarak en iyi çözüm olarak bunu kendine seçiyorsun ve bu, senin bütün hayatını etkileyen bir durum oluyor” diye belirtti.
‘Dilin susturulması, kadının kimliğine müdahaledir’
Cansu Başer, anadilin kadın kimliğiyle iç içe geçmiş bir süreç olduğunu belirterek, yatılı okullarda yaşanan anadil problemleri ve özellikle kız çocuklarına yönelik baskılara dikkat çekti. Bu okullarda “Türkçe konuş, çok konuş” gibi ifadelerin dayatıldığını dile getiren Başer, dil yoluyla utanma duygusunun sistemli biçimde öğretildiğini ifade etti. “Dilinden utanıyorsun, konuşmuyorsun; bunun sonucunda ise bir asimilasyona uğruyorsun. Doğal olarak dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor,” diyen Cansu Başer, Türkiye’de bugün hâlâ direnen ve mücadele eden dil toplulukları olduğu gibi, artık var olmayan dillerin de bulunduğunu vurguladı.
‘Tek dil dayatmasından vazgeçilmeli’
Cansu Başer, anadil sorununun ve tek dil anlayışının sona erdirilmesi gerektiğini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın herkesin kendini ait hissedebileceği bir yapıya kavuşması gerektiğini vurguladı. Bu nedenle, toplumun tüm kesimlerini kapsayan yeni bir anayasanın zorunlu olduğunu ifade eden Cansu Başer şu ifadeleri kullandı: “Kürt sorunun çıkmasının sebepleri tek dilin dayatılmasıdır. Bugün hâlâ bunlar diretildiği için hâlâ ortada problem, şiddet, baskı var ve hâlâ devam ediyor. Bunlar ortadan kalkarsa, tek dili kaldırırsan çok dillilik bir avantajdır. İsviçre’de 4 resmi dil var ve ülke bölünmüyor. Ulus devlet çizgisinden çıkıp bunu kabul etmek gerekiyor. Kürtler bugün kendi dillerini baskıda olsa, zorla da olsa, şiddetle de olsa her türlü öğrenmeye çalışıyor. Biz sosyal bir devlette yaşıyoruz, aslında olması gereken bizim sahip çıkmamız değil, devletin bunu korumasıdır. ‘Anne ve baba evde öğretsin, devlete mi kaldı?’ gibi saçma bir argüman var ama evet, devlete kaldı. Bu ülkenin bir vatandaşıyım, benim anadilim Kürtçeyse, devletin bunu güvence altına alıp beni ana dilimde kendimi en iyi ifade edeceğim şekilde ya da bana rahat bir ortam oluşturması, ana dilimle alakalı baskı yaşamayacağım, konuştuğumda benimle dalga geçilmeyecek, ikinci sınıf aşağılık psikolojisi yaşatılmayacak hale getirilmesi gerekiyor.”
‘Yeni bir anayasa ile birlikte yaşayabiliriz’
Cansu Başer, herkesin anayasa yapım sürecinde aktif rol alması gerektiğini vurgulayarak, toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir anayasanın, bireylerin kendilerini bu metne ait hissetmelerini sağlaması gerektiğini ifade etti. Cansu Başer, “Devletin artık anadilinde eğitim, devleti bölen, parçalayan bir durum olmadığını; tam tersi, insanlar kendini eşit bir yurttaş olarak görürlerse, kendini bu anayasa içerisinde kendine ait bir parça bulursa, bu ülke ancak bu şekilde bu şiddetin, bu çözümsüzlüğün, bu baskının içerisinden ancak bu şekilde çıkabileceğimize inanıyorum. Bugün savunma sanayisine aktarılan paraların çok ufak bir kısmı ile bile çok daha farklı şeyler yapılabilir. Ülkeyi çok daha birleştirici hale getirebilirsin. Israrla sen savaşlara, ölümlere, savunma sanayisine aktarıyorsun. Bunu yapacağına, ilkokuluna, ortaokuluna, üniversitelerine, ulusal ve yerel anlamda okullar açabilirsin. Kesinlikle birleştirecek olan yeni anayasa ile beraber birlikte yaşayabileceğimize inanıyorum” diye konuştu.