'Türkiye'nin dış pollitikası yıkım getiriyor'
- 23:55 18 Kasım 2025
- Siyaset
ANKARA - Dışişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçe görüşmesinde konuşan DEM Parti vekilleri, Türkiye'nin dış politikalarının “Ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmediğini” söyleyerek "Diplomasi kısa vadeli iktidar hesaplarına, bölgesel barış ise sekter ideolojik tutumlara kurban edilemez çünkü söz konusu olan gençlerin, kadınların ve ezilen halkların geleceğidir, söz konusu olan yaşamın ta kendisidir" dedi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Savunma kapasitesini artırma” ifadelerine tepki gösteren DEM Partili Sevilay Çelenek, “Bu durum ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmedi, getirmiyor” dedi.
Dışişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçelerine dair Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılan toplantı sona erdi. Görüşmlerde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri söz aldı. Sevilay Çelenk, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı sunumda geçen ifadelere işaret ederek, Hakan Fidan’ın sunumda caydırıcı küresel güç olma ve savunma kapasitesini artırmaya yönelik vurgular yaptığını ve bu durumu, “milli çıkar” ile meşrulaştırmaya çalıştığını ifade etti.
‘Ölüm ve yıkım' vurgusu
Sevilay Çelenk, durumun gerçeği yansıtmadığını ve bahsedilen hususun “Ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmediğini” söyleyerek, Türkiye’nin dış politikasının bu durumu büyüttüğünü kaydetti. Sevilay Çelenk, “Dış politikayı savunma sanayisi ve silah ticaretinin çıkarları şekillendiriyor. Bu aynı zamanda bir küresel eğilim. Nitekim, geçtiğimiz ay sonunda İngiltere Başbakanı ve Almanya Şansölyesinin Türkiye ziyaretleri özellikle İngiltere'yle yapılan Eurofighter anlaşması da bunun göstergesi. Avrupa'nın önde gelen ülkeleri zaten Türkiye'yle ilişkilerinde mülteci krizi sonrası demokratik öncelikleri bir yana bırakarak göç kontrolüne ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle birlikte de giderek daha çok savunma iş birliğine odaklanmış durumda” dedi.
Barış diplomasisi
Sevilay Çelenk, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Türkiye'nin Rusya'dan S-400 alması nedeniyle maruz kaldığı CAATSA yaptırımlarından kurtulma, F-35 programına geri dönme çabası etrafındaki pazarlıklar, dış politikamızın barış diplomasisi üzerine değil siyasi iktidarın çıkar ve öncelikleri üzerinde kurulu olduğunu gösteriyor. Bu dengeleri savaş endüstrisinin ihtiyaçları yönetiyor. Kısacası milliyetçi, kırılgan ve kriz odaklı dış politika Türkiye'nin bölgesel barış ve diplomasideki rolünü zayıflatıyor, Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik umudu azaltıyor. Barışçıl diplomasi esas olmalıdır.”
‘Türkiye’nin dış politikasının ABD’nin yörüngesinde’
Ardından söz alan Ceylan Akça Cupolo, Türkiye’nin dış politikasının ABD’nin yörüngesinde kaldığını ve ABD’nin bölgesel ve küresel çıkarlarına hizmet ettiğini belirtti. Türkiye’nin dış politikasının istihbarat ve askeri olgular üzerinden şekillendiğini ve ABD ile AB’nin Türkiye’yi her yerde araç konumunda gördüğünü dile getiren Ceylan Akça Cupolo, “Şu anda bize bir illüzyon gibi görünen, bir tepenin tırmanıldığı izlenimini yaratan şey Sisifos'un zaferine benziyor. Yani çıkılan tepenin sonunda karşılaşılacak kader eğer bu perspektifle gidilirse yine yuvarlanmak olacaktır. Bu sebeple, bu perspektifin reddedilmesini, ilkesel ve demokratik ittifakların kurulması yönünde bir dış politika benimsenmesini söylüyoruz” ifadelerini kullandı.
Kıbrıs politikası değerlendirildi
Söz alan Adalet Kaya ise Türkiye’nin Kıbrıs politikasına değindi. Adalet Kaya, Türkiye’nin politikasının çözümsüzlük dayattığının altını çizerek, şöyle konuştu: “Geldiğimiz noktada ve artık uluslararası sistem ve bölgesel konjonktür Kıbrıs'ta bu çözümsüzlük hâlinin artık devam etmemesini istiyor ve biz de bu konuda devam etmemesi gerektiğini düşünen taraftayız. Çözümün çok aktörlü, çok faktörlü ve tamamen müzakereye, demokrasiye dayalı bir şekilde olması gerektiğini düşünüyoruz ve Türkiye'nin de bu konuda kurucu bir rol üstlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama sunumunuzda, Ada'da iki devletin bir arada var olması konusundaki var olan politikayı sürdüreceğinizi ifade ettiniz. Bununla ilgili fikrimiz, aslında bunun sürdürülmemesi, müzakereye destek verilmesi ve bu konuda kurucu bir rol üstlenmenizdir. Çünkü, süregelen bu politika yıllar içerisinde yani özellikle bölge halkına yani Kıbrıslı Türklere bu ‘ana vatan’, ‘yavru vatan’ simbiyotik ilişkisinin yıkıcı zararlar verdiğini biliyoruz.
'Kıbrıs suç cenneti haline gedli'
Kara para aklama, uyuşturucu ticareti, kumarhaneler ve uluslararası baronlar için bir suç cenneti haline gelmesine neden olmuştur. Tabii, bütün bunları değerlendirdiğimizde, Kıbrıs meselesinin öznesi Kıbrıs halkıdır, Kıbrıslı Türklerdir. Ne yazık ki dışarıdan müdahalelerle Ada'nın istikrarı ve huzuru yerli halk açısından uzak bir beklentiye dönüşmüştür. Nesiller boyunca Kıbrıslı Türkler ne yazık ki vatanlarını, oraları terk etmek zorunda kaldılar. Özellikle Türkiye'nin ucuz iş gücünü yönlendirmesi sonucunda Kıbrıslı emekçiler, zanaatkârlar da ne yazık ki İngiltere, Kanada, Avustralya, gibi başka ülkelere gitmek zorunda kaldılar. Bu da bölgenin, Kuzey Kıbrıs'ın demografik yapısında değişiklik yarattı.
‘Halkın eşit temsiline dayalı bir yönetim modeli talep ediliyor’
Kıbrıslı Türklerin diplomatik ve ekonomik bağımlılık sarmalından çıkması gerekiyor ve bunun için de rasyonel ve karşılıklı güveni temel alan yeni bir yaklaşıma ihtiyaç var diyoruz ve bu konuda Türkiye'nin ve tabii ki Dışişlerinin aktif bir rol alması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Kıbrıslı Türkler adada kalıcı bir barış istiyor. Barış sadece çatışmanın olması, sona ermesi demek değildir, refahın ve huzurun artması ve toplumsal birlikteliğin güçlenmesi demektir. Taksim yerine birleşik, bir arada, her iki halkın eşit temsiline dayalı bir yönetim modeli talep ediyor oradaki halk.”
'Mevcut dış politika mekanizması yerelden kopuk, merkeziyetçi'
Ardından konuşan Semra Çağlar Gökalap ise şunları kaydetti: “Bir ülkenin dış politikası içerdeki demokrasi düzeyinden bağımsız değildir. İçeride demokrasi baskılanırsa dış politika daralır, halkların söz hakkı kısıtlanırsa diplomasi tek sesli hâle gelir. Mevcut dış politika mekanizması yerelden kopuk, merkeziyetçi ve ideolojik olarak homojenleştirilmiş bir yapıya dönüşmüş durumda. Oysa, dünya artık dar bir diplomatik elitin yönettiği eski model diplomasi tarzıyla ilerlemiyor. Halkların, yerel yönetimlerin, kadınların, gençlerin ve kültürel toplulukların söz sahibi olduğu yeni bir dış ilişkiler dönemi zorunludur. Buna karşın, Türkiye'nin dış politika yönelimi son yıllarda giderek savunma sanayi ihracatı, güvenlik anlaşmaları ve askerî iş birlikleri etrafında şekillenmiştir.
'Dış politika ancak halkla kurulan bağ güçlendikçe demokratikleşir'
Dış politika ancak halkla kurulan bağ güçlendikçe demokratikleşir. Kültürel diplomasi ancak farklı kimliklere alan açtığında itibarlı olur. Yerel yönetimler uluslararası iş birliklerine özgürce katılabildiğinde ülkenin küresel görünürlüğü artar. Bu nedenle, Dışişleri Bakanlığı bütçesinin merkeziyetçi, tekçi ve ideolojik bir çizgiye değil yerel yönetimlerin, kültürel toplulukların ve sivil toplumun özgürce katıldığı yeni bir diplomasi mimarisine yönlenmesi gerekiyor. DEM Parti olarak bizler, dış politikanın profesyonel bir bürokrasi alanı olmaktan çıkıp demokratik siyasetin bir parçasına dönüşmesini ve halk temelli diplomasi anlayışını savunuyoruz. Diplomasi kısa vadeli iktidar hesaplarına, bölgesel barış ise sekter ideolojik tutumlara kurban edilemez çünkü söz konusu olan gençlerin, kadınların ve ezilen halkların geleceğidir, söz konusu olan yaşamın ta kendisidir.”







