
Katiller serbest, halk tutsak: Cezasızlığın resmi
- 09:04 1 Nisan 2025
- Kadının Kaleminden
“Adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil; halkın hafızasında, kadınların ve gençlerin kurduğu örgütlülükte, direnen bir halkın kolektif bilincinde inşa edilir. Kürdistan’da halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesi bastırılamaz.”
Saliha Aydeniz
DEP Milletvekili Mehmet Sincar, 31 yıl önce Êlih’te (Batman) faili meçhul cinayetleri araştırdığı sırada katledildi. Bu katliam devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş politikasının kısa ama çarpıcı bir özetidir. Mehmet Sincar, halkın iradesini taşıyan bir vekildi. Silahsız, korumasız ve açık kimliğiyle sokak ortasında katledildi. Katledilme sebebi, halkın ve kadınların hakikatini Meclis’e taşımış olmasıydı. Bugün, o cinayetin faillerinden biri olan Hizbullah üyesi Hamit Çöklü’nün Cumhurbaşkanı affıyla serbest bırakılması, sadece geçmişin suçlarıyla yüzleşmeyi reddetmek değil; bu suçları bugün de meşrulaştırma dayatmasının bir ifadesidir. O gün devlet “Ben bu düşmanlığa devam edeceğim” dedi; bugün de devam ediyor.
Kadın mücadelesini hedef alan tercih
“Hizbullah kasabı” olarak bilinen bu kişi, yalnızca Mehmet Sincar suikastında değil; Konca Kuriş’in kaçırılması, işkenceyle sorgulanması ve sonrasında vahşice katledilmesi sürecinde de ismi geçen biridir. Toplumun vicdanına sığmayan bu suçların failini “hastalık ve kocama hali” bahanesiyle özgür bırakmak kabul edilemez. Hele ki bugün, siyasi hakkını savunduğu için gençler hapisteyken; Kürt siyasetçiler, gazeteciler, kadınlar ve ağır hasta tutsaklar hâlâ cezaevindeyken, böylesi bir affın hiçbir meşruiyeti yoktur. Bu karar, adaleti, toplumsal hafızayı ve kadın mücadelesini hedef alan bir tercihtir. Ve bu tercih, iktidarın hangi çizgide siyaset yürüttüğünü net biçimde göstermektedir. Bu çizgi yalnızca ülkeyi geriletmekle kalmaz; toplumu vicdandan, hukuktan ve hakikatten daha da uzaklaştırır.
1990’lı yıllarda Hizbullah, devletin bilgisi ve kimi zaman doğrudan desteğiyle Kürdistan’da büyütüldü. Devletin, yükselen Kürt özgürlük hareketini bastırma politikasının bir aracı haline getirilen bu yapının temel hedefi, hem siyasi hem toplumsal alanda Kürt halkının iradesini kırmak, özel olarak da kadın varlığını sindirmekti. Camilerden mahallelere, okullardan sokaklara kadar uzanan bir kuşatma kuruldu. Yalnızca silahla değil; “mahalle baskısıyla” örgütlenmiş bir “itaat” düzeni inşa etmeye çalıştılar. Kürt halkı, özellikle de kadınlar bu dönemi hem fiziksel hem ideolojik şiddetin yoğunlaştığı bir karanlık olarak yaşadı.
İşte böyle bir dönemde kararlılığıyla öne çıkan Mehmet Sincar bu halkın hafızasında sadece bir simge değil, yaşamı pahasına hakikati savunmuş on binlerce direniş odağından biridir. Baskının, inkârın ve sistematik imhanın yoğun yaşandığı bir dönemde Mehmet Sincar, halkının sözüyle, acısıyla, iradesiyle Meclis’e yürüdü. Onu susturmak isteyenler, Kürt halkının siyasal varlığını ve hakikat iddiasını yok etmek istedi. Ama başaramadılar. Çünkü Mehmet Sincar’ın adı sadece bir mezar taşına değil; milyonların hafızasına, mücadelesine ve yürüyüşüne yazıldı. Onun ardından bu topraklarda onlarca Mehmet Sincar doğdu. Onun sorduğu sorulara sahip çıkan, “ben de buradayım” diyen milyonlar büyüdü.
Mehmet Sincar’ı katledenler, kadınların iradesini karanlık sokaklara gömmek isteyip de başarısız olanlar, bugün aynı çizgiyi farklı yollarla sürdürmeye çalışıyorlar. Katilleri affetmek, sadece geçmişle yüzleşmemek değil; geçmişi bugüne bilinçli bir şekilde taşımaktır. Barış söylemleri eşliğinde gelen böylesi bir affın tesadüfi olmadığını geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Çünkü barış umuduyla yapılan görüşmelere dair irade devlete kendiliğinden ya da bir lütufla gelmedi. Bu süreç, halkların, kadınların ve gençlerin bedel ödeyerek ördüğü güçlü bir toplumsal iradenin sonucunda gündeme girdi. Ancak devlet aklı, her defasında bu süreci yalnızca bir yumuşama iklimi değil; aynı zamanda kendi politikalarının taşeronlarını aklama fırsatı olarak görüyor. Her “barış” ya da “normalleşme” döneminde ilk affedilenler, yine savaş politikalarının uygulayıcıları oluyor.
‘Ahlak’ sopasıyla kadınlar hedef alındı
Bugün devletin içinde barışa mesafeli, hatta doğrudan karşı olan odakların bu süreci baltalamaya çalıştığını tahmin etmek zor değil. Katillerin affedilmesi, hakikatin üzerinin örtülmesi, halkın hafızasına saldırılması — tüm bunlar barış iradesine değil, ona gözdağı vermek için yapılıyor.
Ve bu gözdağının en çok hedef aldığı kesimlerden biri kadınlardır. Çünkü bu ülkede yalnızca silahlı şiddetin değil; ideolojik şiddetin, beden ve kimlik üzerindeki tahakkümün de çok uzun bir tarihi var. Bu sebeple kadınlar bu af kararının ne anlama geldiğini en açık şekilde anlayanlardır. Çünkü burada yalnızca bir siyasi cinayet değil; kadın özgürlük mücadelesine yönelmiş sistematik bir saldırı da söz konusudur. Konca Kuriş cinayetinin yanı sıra, Hizbullah’ın Kürdistan’da Kürt kadınlarına dönük uyguladığı politikalar bizleri hayattan izole etmeyi, kamusal alandan silmeyi hedefliyordu. Kadınların sokağa çıkmasını, çalışmasını, eğitim almasını, hatta yalnız başına yürüyebilmesini dahi tehdit olarak gören bu zihniyet; kezzaplı saldırılarla, örtünmeye zorlamalarla, “ahlak” sopasıyla uzun zaman kadınları hedef aldı.
Zihniyetin hedefinde hakikat ve özgürlük var
Hamit Çöklü’nün affı, işte bu geçmişin üzerinin örtülmesi çabasıdır. Bu yalnızca bir şahsın değil, kadınları hedef alan koca bir zihniyetin cezasız bırakılmasıdır. Ve o gün bu zihniyeti Hizbullah’la sokaklara süren Hamit Çöklü neyse, bugün Musa Orhan odur, Zaynal Abarakov odur. Kadınları hedef alan şiddetin faili değişir, ama cezasızlık politikasının özü hep aynı kalır. Bugün hâlâ kimi köylerde, kasabalarda o zihniyetin izleri ısrarla yaşatılıyor. Yakın zamanda Narin Güran’ın katledilmesinin ardındaki zihniyet tam da bu zihniyettir. Hamit Çöklü’nün temsil ettiği anlayış sadece geçmişte kalmadı; yerel güç ilişkileri içinde, özellikle Kürt kadınlarının yaşam alanlarında hâlâ bir korku düzeni olarak yaşatılmaya çalışılıyor. Bu nedenle affedilen bir fail yalnızca eski bir dosyanın değil, bugün de diri olan bir zihniyetin meşrulaştırılmasıdır. Ve bu zihniyetin hedefinde yine kadınlar, yine hakikat, yine özgürlük var.
Bizler bu affı yalnızca politik bir hata değil; etik, toplumsal ve tarihsel bir kırılma olarak görüyoruz. Bu, sadece Mehmet Sincar’ın davası değil; Kürt halkının belleği, kadınların direnişi ve halklara yönelmiş cezasızlık rejiminin tümüyle ilgilidir. Affedilen kişi, yalnızca bir siyasi cinayetin faili değil; Kürdistan’da kadınlara ve topluma dönük yürütülen karanlık bir ideolojik saldırının da uygulay ıcılarındandır.Bu nedenle bu affı yalnızca bir bireyin serbest bırakılması değil; tüm bir topluma, tüm bir mücadeleye karşı yürütülen tarihsel bir inkâr olarak okuyoruz. Sessiz kalmayacağız. Affa değil adalete; sessizliğe değil direnişe; karanlığa değil hakikate yaslanıyoruz.
Adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil; halkın hafızasında, kadınların ve gençlerin kurduğu örgütlülükte, direnen bir halkın kolektif bilincinde inşa edilir. Kürdistan’da halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesi bastırılamaz. Mehmet Sincar’ın ve binlerce kaybımızın anısı, bugün yürüttüğümüz mücadelenin taşıyıcısıdır. Barış, bu kararlılıkla, bu hakikatle ve bu halk iradesiyle kurulduğunda bir anlam taşır. Biz bu iradeyiz; barışı da, adaleti de bu inançla kuracağız.