
Faili gizleyen medya, çöken eğitim sistemini gizleyemedi
- 09:06 7 Eylül 2025
- Medya Kritik
Melek Avcı
ANKARA- Boğaziçi Üniversitesi’nde 15 yaşındaki Hilal Özdemir’in katledilmesi, erkek şiddetini, üniversitenin rant düzenini ve medyanın eril dilini aynı anda görünür kıldı. Fail yine gizlendi, kadın sorgulandı; kamusal eğitimin çürütülmesi ise gizlenemedi.
30 Ağustos’ta Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’nde 15 yaşındaki kız çocuğu Hilal Özdemir, çalıştığı kafede erkek Ayberk Kurtuluş tarafından katledildi. Boğaziçi yönetimi tarafından yapılan açıklamada 24 suç kaydı bulunan fail, güvenlik görevlilerine “düğüne geldim” diyerek aramadan geçti; ikinci kez giriş yaptığında da plakasının sistemde kayıtlı olması nedeniyle durdurulmadı. Güvenlik önleminin hat safhada olduğu üniversitede, öğrenciler ve mezunlar dahi kampüs içerisine alınmazken, fail Ayberk Kurtuluş üniversiteye ateşli silahla girdi. Üniversite yönetimi yaptığı açıklamada failin davetiye göstererek içeri girebildiğini söylerken, ortaya çıkan kamera kayıtları bu açıklamayı yalanladı. Kamera görüntülerinde failin aracıyla kampüse geldiği, güvenlikle kısa bir konuşma yaptıktan sonra hiçbir belge göstermeden içeri girdiği ortaya çıktı.
Bu katliam, bir üniversite kampüsünde yaşanmasıyla kadın kırımının geldiği durumun da ötesinde; aynı zamanda eğitim sisteminin piyasalaştırılması, kamusal alanın rant uğruna güvensizleştirilmesi ve medyanın eril dilinin şiddeti yeniden üretmesiyle birçok çürümüş noktayı tekrar gözler önüne serdi.
Eğitimde kayyımın eline geçti
Bu katliama giden nedenleri kadın kırımının yanı sıra eğitim sistemindeki çürümenin kalıntılarını da barındırdığını tartışmayan medya üniversiteye atanan kayyımları görmezden geldi. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım atanması süreci 2021’in başında başladı ve halen devam eden bir direnişle birlikte akademik özerklik tartışmalarının sembolüne dönüştü. Cumhurbaşkanı kararıyla 2 Ocak 2021’de Melih Bulu’nun rektör olarak atanması, üniversitenin köklü geleneğini bozan bir adım oldu.
Çünkü Boğaziçi’nde rektörler yıllardır üniversite bileşenlerinin katılımıyla belirleniyor, seçim yapılıyordu. Melih Bulu’nun dışarıdan, doğrudan siyasi iktidarın atamasıyla gelmesi hem öğrenciler hem de akademisyenler tarafından “kayyum rektör” olarak nitelendirildi. Atamaya karşı hemen protestolar başladı; öğrenciler kampüs içinde ve dışında gösteriler düzenledi, akademisyenler ise her gün rektörlük binasına sırtlarını dönerek sessiz eylemler yaptı. Bu süreçte çok sayıda öğrenci gözaltına alındı, davalar açıldı, kampüs sık sık polis ablukasına alındı. Bu büyük kontroller, öğrencilere yönelik baskılar eğitim dönemi boyunca sürerken kampüste yapılan bu katliam yaşanırken kayyımı koruyan polisler çocuğu koruyamadı.
Her gün polis ablukasında olan kampüs katliamı önlemedi
Yanı sıra Temmuz 2021’de Melih Bulu görevden alındığında protestoların dineceği beklentisi vardı, ancak kısa süre içinde Cumhurbaşkanı bu kez Melih Bulu’nun yardımcısı Mehmet Naci İnci’yi rektör olarak atadı. Üniversite bileşenlerinin büyük çoğunluğu bu atamayı da kabul etmedi ve direniş kaldığı yerden devam etti. Akademisyenler, üniversiteye yönelik müdahalenin yalnızca rektörlükle sınırlı kalmadığını, fakültelere, enstitülere ve bölümlere de kayyım benzeri atamaların yapıldığını dile getirdi. Senato ve akademik kurulların iradesi hiçe sayıldı; üniversitenin kurumsal özerkliği sistematik biçimde zayıflatıldı. Bu süreç boyunca öğrenciler ve akademisyenler yalnızca atamaları değil, aynı zamanda artan baskı politikalarını da protesto etti. Dersleri iptal edilen ya da görevden alınan öğretim üyeleri oldu, öğrencilere disiplin cezaları verildi. Polis şiddeti ve gözaltılar kampüs gündelik hayatının parçası haline geldi.
Kamusal alan sermayeye açıldı
Boğaziçi Üniversitesi, kayyım yönetimleriyle birlikte yalnızca akademik özerkliğini değil, kamusal alanlarını da kaybetti. Öğrencilere ait olması gereken sosyal ve güvenli mekânlar özel işletmelere kiralandı. Hilal Özdemir’in kampüsün içerisinde yer alan ve düğün için kiralanan bu yer de bulunması bunun göstergesi olmuştur.
Üniversite, öğrencilerin ve çocukların güvenliği için sorumluluk almak yerine binalarını sermayeye açtı. Böylece bir üniversite kampüsü, gençlerin güvenle bulunması gereken yer olmaktan çıkıp ticari işletmelerin kontrolüne geçti. Hilal’in ölümü, işte bu rant politikalarının doğrudan sonucuydu.
Rant hırsının katliama götürmesi gizlendi
Katilin kampüse iki kez rahatlıkla girmesi, sistemsel bir güvenlik açığıydı. Ancak birçok anaakım havuz medya üniversitenin “prosedür uygulandı” açıklamasını sorgulamadan aktardı. Devletin eğitim politikaları, kayyım yönetiminin ve Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) politikaları görmezden gelindi. Eğitimin ticarileştirilmesi, özel okullar, dershaneler gibi eğitim sistemindeki piyasa son 10 yıldır hat safhalara çıkmış ve tartışılırken, üniversite kampüslerindeki mekanların piyasalaştırılarak rant alanı haline getirilmesi ise bu katliamla ne kadar gizlenmeye çalışılsa da tekrar gün yüzüne çıktı. Medyanın haber kurgularıyla birlikte, böylece üniversitenin sorumluluğu sıradan bir “ihmal”e indirgenmiş oldu. Güvenlik zaafının kaynağı olan rant politikaları ise haberlerde hiç yer almadı.
Failin erkekliği nasıl gizlendi?
Eğitim sisteminin yanı sıra bu katliamda her anaakım ve muhalif medyada gördüğümüz kodlar yine değişmedi. Birçok haber başlığında fail “eski erkek arkadaşı” olarak tanımlandı. “Genç kız yaşamını yitirdi”, “Talihsiz olay” gibi başlıklarla katilin erkekliği görünmez kılındı. Oysa eril erkek şiddeti toplumsal bir sorunken, haberlerde bireysel bir “kıskançlık krizi” gibi sunuldu. Katilin 24 suç kaydı ise çoğunlukla küçük bir detay olarak aktarıldı. Bu dil, failin sorumluluğunu hafifletti.
Sorgulanan 15 yaşında bir çocuk!
Hilal Özdemir’in yaşı, çalıştığı yer, hatta orada bulunma nedeni haberlerin bir kısmında sorgulanmaya açıldı. Muhabirlerin ve çalıştıkları kurumların eril erkek zihniyeti burada da varlığını açık bir şekilde teşhir etti. Çocuğun “neden orada olduğu” sorusu öne çıkarıldı. Böylece 15 yaşındaki çocuk, dolaylı biçimde okuyucunun önünde “yargılandı.” Faili aklayan, mağduru suçlayan bu yaklaşım, erkek şiddetini toplumsal bir sorun olmaktan çıkarıp mağdurun tercihlerine indirgeyen cinsiyetçi bir kurgunun yeniden üretimi oldu.
Dijital medya yargılamaları
Hilal Özdemir’in katliamı sonrası dijital medyada açılan tartışmalar, erkek şiddetinin yalnızca faille sınırlı olmadığını; toplumun zihniyetinde nasıl yeniden üretildiğini de ortaya koydu. Birçok paylaşımda Hilal Özdemir’in fail ile olan ilişkisi konuşuldu. Katliamın öznesi olan erkek yerine, katledilen çocuğun hayatı mercek altına alındı.Bu yaklaşım, kadını sorgulayan cinsiyetçi bakış açısını güçlendiriyor. Oysa 15 yaşındaki bir kız çocuğu, en temelde “ilişki” değil, çocuk olma hakkı ve yaşam hakkıyla anılmalıydı. Kadın katliamlarında çokça gördüğümüz bu durum, erkek şiddetini meşrulaştırmaktan başka bir işlev görmemekte. Bu, cinsiyet temelli bir tahakküm; Erkek şiddetini olağanlaştıran, kadınları ve kız çocuklarını ise sürekli denetim altında tutmak isteyen ataerkil kültürün dijitalleşmiş hali…
Yapısal sorunlar nasıl görünmez oldu?
Eğitim sisteminin piyasalaştırılması, üniversitelerin rant düzenine teslim edilmesi, kamusal güvenliğin tasfiyesi gibi yapısal sorunlara değinilmedi. Oysa Hilal Özdemir’in katliamı, doğrudan bu süreçlerin sonucuydu. Eğitimdeki çürüme, sosyal medyanın çocukları sürüklediği yaşam ve tabi ki kadın kırımının devletin cezasılık politikalarıyla asla durmamasıyla birlikte sistem ve toplumsal çürümeyle ilgili birçok okumanın çıkabileceği bir katliam iken medyanın yüzeysel dili ve bakışı bu katliamın da kodlarını örtmeye çalıştı.