Kuşatma altında büyüyen kuşaklar yok ediliyor
- 09:03 18 Kasım 2025
- Dünya
Derya Ceylan
HABER MERKEZİ – Sudan’da 2023’te patlak veren iç savaş, kısa sürede dünyanın en ağır insani krizlerinden birine dönüştü. Ülkede milyonlarca çocuk; bombardımanlar, açlık, zorunlu göç, cinsel işkence ve eğitimden kopuş nedeniyle çok yönlü bir hak gaspıyla karşı karşıya. Uluslararası kurumlar, Sudan’ı “dünyanın en büyük çocuk yerinden edilme krizlerinden biri” olarak tanımlıyor.
Ortadoğu ve Afrika Boynuzu’nu kapsayan savaş kuşağında en ağır bedeli her zaman olduğu gibi çocuklar ödüyor. Yoksulluk, yerinden edilme, silahlı grupların kontrol alanlarında sıkışma, sağlık ve eğitim altyapısının çöküşü; çocukluğu başlı başına bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürüyor. Çatışmanın toplumsal cinsiyeti Sudan’da da tüm çıplaklığıyla açığa çıkıyor; kız çocukları cinsel işkence, zorla evlendirilme ve bakım yükü altında daha da kırılgan hâle gelirken, erkek çocuklar zorunlu “güvenlik” yapıları, silahlı gruplar ve ağır çocuk yaşta çalıştırılma riskiyle yüz yüze bırakılıyor.
Dünyanın en büyük çocuk krizlerinden biri
15 Nisan 2023’te ordu ile Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasında başlayan savaş, iki yıl içinde ülkenin toplumsal dokusunu parçaladı. BM mekanizmalarına göre 2025 itibarıyla 30 milyondan fazla kişi insani yardıma ihtiyaç duyuyor; bunun en az 15–16 milyonunu çocuklar oluşturuyor.
UNICEF ve diğer kurumlar, Sudan’ı “dünyanın en büyük çocuk yerinden edilme krizi” olarak tanımlıyor. Savaşın başlamasından bu yana yaklaşık 14–15 milyon kişi ülke içinde ve sınır ötesine göç etmek zorunda bırakıldı; yerinden edilenlerin en az yarısının çocuk olduğu belirtiliyor.
Derinleşen savaş, yalnızca cephe hatlarında değil; pazar yerlerinde, mahalle aralarında, okulların ve hastanelerin etrafında da çocukların yaşam hakkını hedef alıyor. Save the Children’ın verilerine göre, sadece ilk yıl içinde 10 milyondan fazla çocuk, aktif çatışma bölgelerine birkaç kilometre mesafede yaşadı; bu da her an top sesleri, bombardıman ve silah sesleriyle büyüyen bir kuşak anlamına geliyor.
Çocuklar kıtlığın eşiğinde
Savaşın en ağır etkilerinden biri, hızla büyüyen açlık ve çocuklarda derinleşen beslenme krizi. UNICEF ve diğer BM ajanslarına göre Sudan’daki çocuk malnütrisyonu artık “acil durum” seviyesinde. 2024 başı itibarıyla 700 binden fazla çocuğun hayatı tehdit edici düzeyde ağır akut yetersiz beslenmeyle karşı karşıya olduğu, bu çocukların on binlercesinin zamanında müdahale edilmezse hayatını kaybedebileceği uyarısı yapıldı.
Özellikle Darfur bölgesindeki kamplarda tablo daha da ağır. WHO ve UNICEF verileri, Merkezi Darfur’da 5 yaşın altı çocuklarda akut malnütrisyon oranının yüzde 15,6, Zamzam kampında ise yüzde 30’a yakın olduğunu ortaya koyuyor. Bu oranlar, çocukların kitlesel bir şekilde kıtlığın eşiğinde olduğuna işaret ediyor. Yetersiz beslenme; yalnızca fiziksel gelişimi değil, çocukların bilişsel gelişimini, okul başarısını ve hayatta kalma şansını da doğrudan etkiliyor.
Milyonlarca çocuk okulun dışında
Savaşın en kalıcı etkilerinden biri de eğitimde yaşanıyor. Sudan’da çatışma öncesinde dahi kırılgan olan eğitim sistemi, 2023’ten bu yana ciddi bir çöküşle karşı karşıya. BM’nin insani ihtiyaç planına göre 17 milyon çocuk okul dışında kalmış durumda; pek çok bölgede okullar ya yıkıldı ya da silahlı gruplar tarafından askeri amaçlarla kullanılıyor.
Yerinden edilme, okulların kapanması, öğretmenlerin göç etmek zorunda kalması ve ailelerin temel ihtiyaçları bile karşılayamaması, eğitimi çocuklar için “erişilemez bir hak” hâline getiriyor. Kız çocukları açısından durum daha ağır; birçok aile güvenlik kaygısı, ekonomik kriz ve patriyarkal baskı nedeniyle kız çocuklarını okula göndermeyi bırakıyor ya da çocuk yaşta evlendiriyor.
Cinsel işkence ve çocuk yaşta evlilik
Sudan’daki savaşın toplumsal cinsiyet boyutu, özellikle kadınlar ve çocuklar için ağır bir şiddet rejimine dönüşmüş durumda. BM ve insan hakları örgütleri, savaş boyunca kadınlara ve çocuklara yönelik yaygın cinsel işkence vakalarını kayda geçirdi; bu vakaların önemli bir kısmının RSF ve ona bağlı milisler tarafından işlendiği belirtiliyor.
UNICEF verilerine göre cinsel işkencenin hedefinde sadece kız çocukları değil; çocuk yaşta erkekler ve hatta bebekler de var. 2025 başında yayımlanan bir çalışmada, Sudan’daki çatışma boyunca en az 221 çocuğun cinsel işkenceye uğradığı, bu çocuklardan bir kısmının 5 yaşın altında, dört çocuğun ise henüz 1 yaşında olduğu aktarıldı. Vakaların yaklaşık üçte birinin erkek çocuklar olduğu ifade ediliyor.
Bu tablo, savaşın cinsel işkenceyi bir silah olarak kullanan karakterine işaret ederken, aynı zamanda çocuk yaşta evliliklerin de arttığına dikkat çekiyor. Güvenlik gerekçesiyle ya da ekonomik kriz nedeniyle aileler kız çocuklarını “koruma” bahanesiyle evlendirmeye zorlayabiliyor. Bu durum, çocukluk ile yetişkinlik arasındaki sınırların zorla silindiği, kız çocuklarının bedenleri ve yaşamları üzerinde çok yönlü bir tahakküm kurulduğu anlamına geliyor.
Çocuklar hedefte
Sudan’daki savaş yalnızca açlık ve göçle değil, doğrudan çocuk bedenlerini hedef alan saldırılarla da sürüyor. BM’nin “Çocuklar ve Silahlı Çatışma” mekanizmasına bildirilen vakalara göre 2023–2024 döneminde en az bin 500 çocuk, ağır şiddet biçimleriyle karşı karşıya kaldı; bu çocuklardan yüzlercesi katledildi, yüzlercesi uzuvlarını kaybetti. 200’den fazlası silahlı gruplar tarafından çatışmaya zorla dahil edildi ve en az 100 kız çocuğu cinsel işkenceye uğradı.
Bu “ağır ihlaller”; çocukların katledilmesi, uzuvlarını kaybetmesi, cinsel işkence, zorla silah altına alınma, kaçırılma ve okul ya da hastane gibi korunaklı alanlara yönelik saldırıları kapsıyor. Hem devlet güçleri hem de RSF’ye bağlı yapılar ile farklı milis gruplar, çocuk hakları ihlallerinin failleri arasında sayılıyor.
Kuşatma altında büyüyen bir kuşak
Savaşın en ağır yaşandığı bölgelerden biri Darfur. Özellikle Kuzey Darfur’un merkezi El-Faşer, uzun süredir kuşatma altında. UNICEF, El-Faşer ve çevresini, çocukların en ağır insani krizi yaşadığı bölge olarak tanımlıyor. Bölgede yüz binlerce çocuk açlık, hastalık ve sürekli şiddet riskiyle karşı karşıya kalırken, geçtiğimiz günlerde Sudan Doktorlar Ağı, El Faşer’de, bir haftada 32 kadın ve çocuğun tecavüze uğradığını belgeledi.
Kentteki kuşatma, yardım konvoylarının girişini engelliyor; sağlık ve beslenme hizmetlerine erişim neredeyse imkânsız hâle gelmiş durumda. Bu tablo, Darfur’u gelecek kuşaklar için de onarılması güç bir yıkım alanına dönüştürüyor.
Yerinden edilme ve görünmezleşen çocukluk
Sudan içinde ve sınır ötesinde yaşanan zorunlu göç, çocukları özellikle kırılgan kılıyor. UNFPA’nın raporuna göre, 2025 itibarıyla 12–15 milyon kişi yerinden edilmiş durumda; bunların en az yarısı çocuk.
Mülteci kamplarında ya da gayri resmî yerleşim alanlarında doğan çocuklar çoğu zaman doğum kaydı yaptıramıyor; bu da Sudan’da gelecekte “kimliksiz bir kuşak” riskini büyütüyor. Kimliksiz kalmak, eğitime kayıt olamamak, sağlık hizmetlerine erişememek ve ileride siyasal-toplumsal temsil ve yurttaşlık haklarından dışlanmak anlamına geliyor.
Çocukların özgürlüğü: Sudan’da sorumluluk kimde?
Sudan’daki mevcut tablo, çocuk haklarının açık bir politik mesele olduğunu gösteriyor. Devlet güçleri, RSF ve onlara bağlı milis yapılar; çocukların yaşam hakkına, beden dokunulmazlığına, eğitime erişimine ve güvenliğine dönük ağır ihlallerin başlıca failleri arasında. Buna ek olarak uluslararası güçlerin sessizliği, silah akışının sürmesi ve insani yardıma erişimdeki engeller de bu suçların sürmesine zemin hazırlıyor.
Çocuk haklarının korunması; silah satışlarının ve dış askeri desteklerin durdurulması, çatışan taraflar üzerinde etkisi olan tüm aktörlerin ateşkes ve koridor açılması yönünde baskı kurması, çocuklara dönük ağır ihlallerin cezasız bırakılmaması, insani yardımın siyasete malzeme edilmeden ulaştırılması gibi adımları zorunlu kılıyor.
Bugün Sudan’da büyüyen kuşak, savaşın ortasında ölüme, açlığa, göçe ve cinsel işkenceye maruz bırakılıyor. Bu tablo, yalnızca “insani kriz” değil; çocukluk üzerinde işlenen sistematik bir suç anlamına geliyor. Çocukların haklarının kâğıt üzerinde değil, yaşamın her alanında güvence altına alınması, Sudan’da geleceğin bir “kayıp kuşak” olarak değil, onarıma açık bir kuşak olarak yeniden inşa edilebilmesinin tek yolu olarak öne çıkıyor.







