Kürtlerin demokrasiye katkısı
- 09:05 24 Kasım 2025
- Kadının Kaleminden
"Bu mesele güvenlikle değil; Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerini tanıyan demokratik bir dönüşümle çözülecek."
Ebru Güden
Türkiye’de Kürt “meselesi”, devletin yüz yıllık tekçi yönetim modeli ile halkların eşitlik, özgürlük ve demokratik katılım talepleri arasındaki en temel siyasal çatışmadır. Bu sorun, artık yalnızca Türkiye’nin iç dengeleriyle değil; dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan benzer demokrasi mücadeleleriyle birlikte anlaşılabilecek ölçüde küresel bir nitelik taşımaktadır. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kürt halkı, “idari sorun”, “güvenlik meselesi” ve “terör parantezi” içinde tanımlanarak inkâr ve bastırma politikalarının hedefi oldu. Bugün ise tarihsel gerçeklik çok daha açıktır: Bu mesele güvenlikle değil, demokrasiyle çözülecek.
Dünya deneyimleri ortak bir sonucu tekrar tekrar doğruluyor: Devlet tekleştikçe çatışma büyür; halklar tanındıkça barış kalıcı olur.
Güney Afrika: Baskının çöküşü, çoğulculuğun inşası
Apartheid rejimi, siyah halkı “güvenlik tehdidi” ilan etmişti. Mandela ve ANC’nin stratejisi bu tanımı kökten reddetti: çözümün yolu eşit yurttaşlık, demokratik temsil ve anayasal güvenceydi. Neden–sonuç açıktır: Tanınma-temsil -demokratik barış. Türkiye’de Kürt halkının talepleri de kültürel görünürlükten çok öte; eşit yurttaşlığın kurumsal teminat altına alınmasıdır.
Kuzey İrlanda: Silahların susması yetmedi, kurumlar konuştu
1998 Hayırlı Cuma Anlaşması, çatışmanın köklerini kurumsal güvenceyle çözdü: kimliğin tanınması, ortak yönetim, güç paylaşımı, bölgesel kurumlar… Bu örnek, Türkiye’de “silahlar sussun” sözünün niçin eksik olduğunu gösteriyor: Asıl belirleyici olan, barışın siyasal zemininin kurulmasıdır.
Nepal: Çok kimlikli Cumhuriyet’e geçiş
Nepal’de halk hareketleri monarşiyi yıktı ve çok-etnikli bir anayasa kurdu. Neden–sonuç: Kimliklerin tanınması-merkezî gücün sınırlanması-demokratik dönüşüm. Bu örnek, Türkiye’de yerel demokrasi ve özyönetim taleplerinin neden “ayrılıkçılık” değil, demokratik cumhuriyetin tamamlayıcı unsuru olduğunu gösteriyor.
Kolombiya: Barış sosyal reform gerektirir
Kolombiya’da FARC ile yapılan anlaşma, silah bırakmayı toplumsal ve siyasal reformlarla birleştirdi. Sosyal dönüşüm olmadan barış sürdürülemez. Türkiye’nin tıkanıklığı da buradadır: çatışmayı yönetmek mümkündür ama çözmek için siyasi alanı genişletmek gerekir.
Bask deneyimi: Özerklik güven yaratır
Bask bölgesinde çatışmanın sona ermesi, özerklik, dilsel haklar ve bölgesel kurumların güçlenmesiyle mümkün oldu. Özerklik-güven-kalıcı çözüm. Türkiye’de yerel-demokratik yönetim taleplerinin stratejik önemi tam da buradadır: demokrasi merkezîleştikçe değil, yerelleştikçe güçlenir.
Kanada–Québec: Benzerlikler ve ayrımlar üzerinden net dersler
Kanada’nın kolonyal geçmişi ile Türkiye’nin çok uluslu imparatorluk mirası farklıdır. Bu nedenle Québec–Türkiye benzetmesi bire bir değildir. Ama büyük benzerlik şudur: Her iki ülkede de devlet, homojen bir ulus yaratmaya çalışmış, farklı kimlikleri merkez dışına itmiştir.
Kanada bu çıkmazı iki adımla aşabildi. Birincisi Québec’in anayasal tanınması, ikincisi çift dilli kamu hizmeti. Tanınma gerilimi düşürdü, çoğulluk devlet krizine dönüşmeden yönetildi.
Türkiye ise tam tersini yaşadı: İnkâr –bastırma-çatışmanın sürekliliği. Québec örneği tek ders veriyor: Anayasal güvence olmadan barış kalıcı olmaz.
Bugün içinde bulunduğumuz tablo bir barış sürecinden ziyade; ancak onu mümkün kılacak ilk tartışma zemini olarak adlandırılabilir ve hâlâ devam eden bir süreçtir. Bu zemin, Türkiye’nin demokratik vicdanı ortak bir irade ortaya koyduğunda onurlu bir barışa dönüşebilir. Çünkü hâlâ yüzleşmeyi bekleyen karanlık sayfalar, hakları teslim edilmemiş mağdurlar ve aydınlatılması gereken gerçekler var. Barışın yolu, tam da bu hakikatlerin açığa çıkarılmasından geçiyor.
Tekçilikle demokrasi arasında sıkışmış bir ülke
Türkiye bugün iki yolun tam ortasında duruyor: Bazen diyalog kanalları açılıyor, bazen güvenlik refleksi her şeyi kapatıyor. Bu salınım, kalıcı bir çözümü imkânsız kılıyor. Türkiye’nin ihtiyacı geçici ateşkesler, kısa vadeli yumuşama dönemleri değil; çoğulcu bir demokratik cumhuriyet fikrinin kurumsallaşmasıdır.
Somut stratejik ve öncelikli adımlar
*Anayasal Tanınma: Kürt kimliği, dili ve kültürü anayasal güvence altına alınmalı. Vatandaşlık tanımı çoğulcu hâle getirilmeli.
*Anadilde Eğitim ve Çift Dilli Kamu Hizmeti: Her düzeyde anadilde eğitimin önü açılmalı. Belediyeler ve kamu kurumları çift dilli hizmet verebilmeli.
*Yerel Demokrasi / Özyönetim: Bölgesel meclis modelleri yasal güvenceye kavuşturulmalı. Merkeziyetçi yapı, bütçe ve idari yetkilerin devriyle demokratikleştirilmeli.
*Çatışmanın Siyasallaşması: Silahlı çatışma yerine açık müzakere mekanizması kurulmalı. Demokratik temsilin önündeki tüm siyasal yasaklar kaldırılmalı.
*Hakikat, Yüzleşme ve Onarım: 1925’ten bugüne yaşanan ihlaller için Hakikat Komisyonu kurulmalı.
Toplumsal barış yüzleşme olmadan inşa edilemez.
Türkiye’nin demokrasi kapısı Kürtlerle açılacak
Bugün Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya tekçi devlet aklının dar koridorunda tıkanıp kalacak, ya da halkların eşitliğini kabul ederek demokratik bir cumhuriyete geçecek. Kürt meselesi bu ülkenin yükü değil; devletin demokratikleşmesinin sınavıdır. Bu sınav verildiğinde yalnız Kürtler değil, Türkiye’nin tüm halkları özgürleşecek.
Dünya deneyimleri aynı hakikati söylüyor: Tanımayan devlet çöker, tanıyan devlet güçlenir. Bastıran rejim çatışmayı büyütür, konuşan toplum barışı kurar.
Türkiye’nin bugün ihtiyaç duyduğu şey, güvenlik siyasetinin makyajı değil; Kürt halkının kimliğini, dilini ve siyasi iradesini tanıyan sahici bir demokratik dönüşümdür.
Kürtler bu ülkenin ötekisi değil; demokratik cumhuriyetin kurucu gücüdür.
Güney Afrika’dan Bask’a, Nepal’den Québec’e kadar bütün dünya örnekleri aynı gerçeği doğruluyor: Halklar tanındıkça büyür, devletler demokratikleştikçe sağlamlaşır.
Türkiye’nin bugün aşması gereken eşik tam da budur. Kürt halkının eşitlik, özgürlük, anadil ve özyönetim talepleri yalnızca Kürtlerin değil; tüm toplumun daha adil bir geleceğe kavuşması için zorunlu bir demokratik kapıyı işaret ediyor. Türkiye bu kapıyı açabildiği ölçüde nefes alacak; açamadığı ölçüde kendi geçmişinin karanlık döngüsünde sıkışıp kalacaktır.
Türkiye’nin geleceği bu tercihte gizlidir.








