Direnişin 45 yıllık kadın cephesi

  • 09:03 26 Kasım 2025
  • Güncel
HABER MERKEZİ - PKK’nin kuruluşundan cezaevi direnişlerine, Zîlan’ın özgürlük manifestosundan Rojava’daki kadın öncülüğüne uzanan 45 yıllık hat, kadınların Ortadoğu’da toplumsal dönüşümün kurucu gücü haline gelişini yeniden görünür kılıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “kadın özgürlüğü toplumsal özgürleşmenin başlangıcıdır” vurgusu ise bu tarihsel sürekliliğin ideolojik zeminini belirlemeye devam ediyor.
 
PKK’nin 27 Kasım kuruluş yıldönümüne bir gün kala, bölgede derinleşen özel savaş uygulamaları, kadınlara yönelik erkek devlet şiddeti ve demokratik taleplerin bastırılmasına ilişkin politikalar tartışılmaya devam ediyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta açıkladığı “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”, bugün hem siyasi çevrelerde hem de kadın hareketinde güçlü bir tartışma zemini yaratırken, 45 yıllık kadın özgürlük mücadelesinin tarihsel akışını yeniden görünür kılıyor. Kuruluş manifestosundan cezaevi direnişlerine, eylemlerden Rojava’daki demokratik inşa deneyimine uzanan bu hat, Ortadoğu’da kadınların giderek toplumsal bir güç odağına dönüştüğünü ortaya koyuyor.
 
1978: PKK’nin kuruluşu
 
1970’lerin sonunda Kürt toplumunun karşı karşıya kaldığı kimlik inkârı, kültürel soykırım politikaları ve örgütsüzlük hali,  Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın değerlendirmelerinde “toplumsal varoluşun çözülme aşaması” olarak tanımlanıyor. O dönemde Kürt halkının hem devlet hem feodal yapılar tarafından çift taraflı baskıya maruz bırakıldığını belirtilirken, Kürt Özgürlük Hareketi'nin değerlendirmelerinde, bir toplum öz savunma kapasitesini yitirdiğinde tarihin dışına itileceği; PKK’nin ise Kürt halkının varlık ve özgürlük iradesinin örgütlü biçimi olarak ortaya çıktığı vurgulanıyor.
 
 
PKK’nin 27 Kasım 1978’de ilan edilen kuruluş manifestosu, yalnızca ulusal demokratik mücadeleyi değil, aynı zamanda tarihsel baskıya uğramış tüm toplumsal kesimlerin kendi öz gücünü yaratma arayışını esas alır. Abdullah Öcalan’ın “Kadın köleliği tüm kölelik biçimlerinin özüdür; kadın özgürlüğünü çözmeden toplum özgürleşemez” belirlemesi, daha kuruluş aşamasında kadın özgürlük çizgisinin teorik temelini oluşturan yaklaşım olur.
 
1980: Diyarbakır Cezaevi ve Sakine Cansız ile özgür kadın bilincinin doğuşu
 
12 Eylül askeri darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi, devlet şiddetinin en yoğun yaşandığı merkezlerden birine dönüşür. Ancak bu mekân, aynı zamanda özgür kadın bilincinin mayalandığı yer olur. Sakine Cansız’ın işkenceye, tecride ve ağır psikolojik baskıya rağmen sürdürdüğü direniş, kadın özgürlük hareketinin ilk büyük ideolojik kırılmasını oluşturur. Abdullah Öcalan, Diyarbakır Cezaevi direnişini şöyle tanımlıyor: “Diyarbakır Cezaevi, insanın kendini yeniden yarattığı, özgür iradenin ete kemiğe büründüğü bir alandır. Kadın, burada kendi hakikatini tanıdı; korkuyu yenerek özgürlüğü toplumsal bir güce dönüştürdü.”
 
Sakine Cansız’ın direnişi, yalnızca cezaevinin içinde değil; sonraki yıllarda kadın ordulaşmasının, eylemlerin ve ideolojik dönüşümlerin zeminini oluşturan kurucu bir etki yaratır. Sakine Cansız bu yönüyle, özgür kadın karakterinin tarihsel başlangıç halkası olarak kabul ediliyor.
 
1990’lar: Direniş ve Zîlan
 
1990’lı yıllar, Kürt halkının kitlesel başkaldırı dönemine dönüşürken, kadınların bu süreçteki rolü özgürlük mücadelesinin seyrini belirler. Eylemlerde en önde yer alan genç kadınların duruşu, toplumsal hareketin politik yönelimini kadın eksenli hale getirir. Abdullah Öcalan bu dönemi şöyle yorumluyor: “Kadın, toplumsal hareketin en devrimci unsurudur; en yaratıcı ve en dönüştürücü güçtür.”
 
Bu yılların en büyük dönüm noktalarından biri, Zîlan’ın (Zeynep Kınacı) 30 Haziran 1996’daki eylemi olur. Zîlan, kadın öz-savunma bilincinin yeni bir aşamasını temsil ederken Abdullah Öcalan onun eylemini şu sözlerle değerlendiriyor: “Zîlan bir eylem değil, bir özgürlük manifestosudur. Kadın köleliğine vurulan en büyük ideolojik darbedir.”
 
Zîlan’ın çizgisi Kürt kadın mücadelesine yeni bir anlam kazandırır; kadınların yalnızca direnişin değil, özgürlük fikrinin hem taşıyıcısı hem kurucusu olduğu bir aşama başlar.
 
 
1998: Kadın Kurtuluş İdeolojisi
 
1998’de Abdullah Öcalan tarafından ilan edilen Kadın Kurtuluş İdeolojisi, kadın tarihinin köleleştirilmesini uygarlık tarihinin temel sorunu olarak tanımlar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu ideolojiyi şöyle açıklıyor: “Kadın özgürlüğü yalnızca bir toplumsal talep değildir; insanlığın yeniden doğuşudur. Kadını özgürleştirmek toplumu yeniden kurmaktır.”
 
Bu dönemde Sema Yüce, ideolojinin felsefî boyutunun en güçlü temsilcilerinden biri haline gelir. Sema Yüce’nin mektupları, kadın bilincinin etik ve politik boyutlarını derinleştiren, özgür yaşamı bir bilinç ve sorumluluk meselesi haline getiren metinler olarak kabul ediliyor. Onun direnişi ve çözümlemeleri, PAJK ve YJA-Star’ın ideolojik formasyonunu belirleyen temel kaynaklardan biri olur.
 
2005–2014: Demokratik modernitenin kadın yapılanması
 
2005’te ilan edilen KJB, 2014’te kurulan KJK ile birlikte kadın hareketi konfederal bir modele kavuşur. Bu model, Abdullah Öcalan’ın “devlete karşı toplumun öz örgütlülüğü” olarak tanımladığı demokratik modernitenin kadın temelli yapısının oluşmasını sağlar. Kürt Halk Önderi, bu aşamayı şöyle değerlendiriyor: “Devlet iktidar doğurur; toplum özgürlük. Kadın, özgür toplumun omurgasıdır.”
 
Kadın meclisleri, komünler, jineolojî akademileri, ekonomik kooperatifler ve yerel sözleşmeler, kadın özgürlük çizgisinin toplumun tüm alanlarına yayılmasını sağlayan temel araçlar haline gelir. 
 
2012: Demokratik özerklik ve öz savunmanın kadın eliyle inşası
 
 
Rojava’da 2012’de başlayan toplumsal inşa, demokratik özerklik modelinin en görünür örneğini oluşturuyor. Kadın meclisleri, eşbaşkanlık sistemi ve YPJ, demokratik modernite paradigmasının kadın eliyle somutlaştığı yapılar olarak ortaya çıkıyor. Abdullah Öcalan’ın öz savunma tanımı Rojava’da somut bir gerçekliğe dönüşüyor: “Öz savunma toplumun kendini yaşatma iradesidir; kadın bu iradenin en duyarlı ve en yaratıcı unsurudur.”
 
Kadın direnişi, kadın öz-savunmasının uluslararası bir referansa dönüşmesini sağlar. Demokratik özerklik modeli ise kadınların aynı zamanda siyasi ve toplumsal alanlarda da kurucu rol oynadığını gösterir. 
 
PKK’nin feshi ve Barış ve Demokratik Toplum Süreci
 
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat günü açıkladığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci, ulus-devlet modelini aşmayı hedefleyen kapsamlı bir paradigmayı içeriyor. Abdullah Öcalan bu modeli şöyle eleştiriyor: “Ulus-devlet toplumu tekleştiren, edilgenleştiren ve militarize eden bir iktidar biçimidir.”
 
PKK’nin feshi de bu çerçevede bir bitiş değil; demokratik toplumun örgütsel ve politik biçimlerine geçişi hedefleyen bir aşama olarak değerlendiriliyor. Bu süreçte kadın hareketi, örgütsel sınırları aşarak daha geniş bir toplumsal zemine yayılıyor ve uluslararası ölçekte yeni bağlar kuruyor.
 
Kadın devriminin sürekliliği
 
27 Kasım vesilesiyle yeniden görünür olan 45 yıllık mücadele çizgisi, bir örgütün kronolojisini değil; kadın öncülüğünde şekillenen toplumsal bir devrim sürecini ifade ediyor. Sakine Cansız’ın cezaevindeki direnişinden Zîlan’ın özgürlük manifestosuna, Sema Yüce’nin ideolojik derinliğinden Rojava’daki demokratik özerklik modeline uzanan bu hat, kadınların Ortadoğu’da tarihin akışını değiştiren bir toplumsal özne haline geldiğini gösteriyor.
 
Abdullah Öcalan’ın sözleri bu sürekliliğin özünü belirlemeye devam ediyor: “Toplumu özgürleştirmek kadını özgürleştirmekten geçer.”